Ahlak Temizliğine Duyulan İhtiyaç Ahlak Temizliğinin Etkileri ve Önemi Şeyh Hüseyin Behrani


Genel Katılım Kültürünün Yaygınlaştırılması



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə28/68
tarix03.08.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#66881
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   68

Genel Katılım Kültürünün Yaygınlaştırılması


Meşveret ve benzeri yollarla ülke genelini ilgilendiren hususlarda karar almaya halkın katılımının sağlanması da Hz. Ali'nin (a.s) ülke idaresi hususunda edindiği bir ilke idi. Esasen Hz. Ali'ye (a.s) göre meşveret ve danışma, devletin önemli esaslarından biri olup toplum idaresinde mantıklı ve doğru bir metottur. Bu yüzden Hz. Ali (a.s) valilerine yazdığı mektupların çoğunda halk ile özellikle de bilginlerle dayanışma içinde olmayı önemle tavsiyede bulunmuştur. Örneğin toplumda zulmü engellemek ve düzeni sağlamak için Malik-ı Eşter'e hitaben şöyle buyurmuştur: “İdaren altındaki ülke işlerini düzenlemek ve senden önceki insanların ortaya koyduğu şeyleri ayakta tutmak için daima ulema ile görüşmeyi, hikmet sahipleriyle tartışmaları çoğalt.”1

Aslında siyasi şahsiyetler, meşveret ve danışma içinde olmaksızın bir karar alma hakkında sahip değillerdir. Zira bu iş, toplumun menfaatlerini zedeleyebilir ve sonuçta da toplum bireylerinin hakkının çiğnenmesine neden olabilir. Bu yüzden İmam (a.s) Malik'e hitaben şöyle yazmıştır: “Memurların işleri konusunda çok dikkatli ol. Onları denedikten sonra görevlendir. Dostluk sebebiyle ve başkalarına danışmadan tayin etme. Çünkü bu ikisi (dostluk sebebiyle ve başkalarına danışmadan tayin etmek), zulüm ve hıyanet şubelerinin bir araya gelmelerine sebep olur.”2

Görüldüğü gibi Hz. Ali'nin (a.s) devletinde her şeyden daha önemli görülen ve toplumun siyasi bekasını sağlamada etkili ve yapıcı kabul edilen başlıca mesele, ülke ile ilgili olarak alınan kararlarda, halk ve toplumdaki siyasi şahsiyetlerle dayanışma içinde olunmasıdır.

Bugün kalkınmakta olan ülkelerin önemli sorunlarından biri de halkın ülke ile ilgili olarak alınan önemli kararlarda hiçbir rolünün olmamasıdır. Bunun en büyük sebebi de halkın yöneticileri kendisine yabancı hissetmesidir. Bu iş önemli ve kader tayin edici hususlarda karar alırken, halkın devletin yanında yer almamasına ve hiçbir katılımda bulunmamasına neden olmaktadır.

Devlet, doğru, düzenli ve etkin bir teşkilata sahip olmalıdır. Bu yolla programlarında ve siyasi yatırımlarında, halkın görüşlerinden istifade etmeli ve siyasi, iktisadi ve toplumsal alanlarda halkın etkin bir katılımda bulunmasını sağlamalıdır. Halk da kendisini devletin programlarında, başarılarında ve zaaflarında böylece ortak görmeli, muhtemel sorunların ortaya çıktığı zamanlarda bütün gücüyle dayanmalı ve direnmelidir. Başka bir tabirle, kendisini devletten kabul etmeli ve ülkenin sorunlarını halletme hususunda devletle el ele vermeli, ülkeyi kalkındırmada adım adım yardıma koşmalıdır. Şüphesiz bir toplumda böyle bir ruh haletinin varlığı o toplumun kalıcı bir kalkınma gerçekleştirmesi için başarılı olduğunun bir nişanesidir.

Burada hatırlatılması gereken önemli bir husus da toplumda kanun çerçevesinde yaratılacak siyasi, açık bir atmosferin de bütün toplumsal, iktisadi ve siyasi işlerde halkın katılımını sağlamada önemli bir role sahip olmasıdır. Toplumda açık bir siyasi atmosferin varlığı, bütün işlerde halkın katılımını temin etmeye yarar. Ama bu tek başına yeterli bir şart değildir. Elbette bu ilkenin hayata geçirilmesi, idare türüne ve sorumluların davranış tarzına da bağlıdır. Zira devlet idarecilerinin uygunsuz davranışları, halkın genelinin incinmesine ve soğumasına neden olabilir. Dolayısıyla da halk böyle bir durum karşısında sorumlulara karşı soğuk ve ümitsiz bir hale gelir, tabiatıyla da o durumda toplum bireyleri ülkeyi ilgilendiren önemli hususlarda katılımdan uzak bulunur.



Hz. Ali'ye (a.s) Göre İslam Devletinin Dış Siyaseti


Seyyid Abdulkayyum Seccadi1
Hz. Ali'nin (a.s) toplumsal ilişkilerin mahiyeti hakkındaki görüşü çağdaş uluslar arası incelemelerde yaygın olan iki görüşten biriyle tanımlanabilir. Birinci görüşe göre bu ilişkiler savaş ve barış olarak istisnai bir halet esasına dayalıdır. Diğer görüşe göre ise, uluslar arası ilişkiler mahiyeti barış esasına dayalı olup, savaş bu kaideden istisna olarak incelenmektedir. Bu yazıda da bu görüşü ele almaya çalışacağız.

İmam Ali (a.s) toplumsal ve siyasi ilişkilerde geçerli olan temel ilkenin barış olduğunu kabul etmekte ve zaruri hususlar dışında savaşı caiz görmemektedir. Bu varsayımı ispat etmek için, şu birkaç temel konuyu ele almamız gerekir:

1- Hz. Ali'ye (a.s) göre barış ve birlikte yaşamın önemi

2- İmam'ın (a.s) barışçı siyaseti

3- İmam'ın (a.s) barışçı olduğunun nişaneleri

1- Hz. Ali'ye (a.s) göre barış ve birlikte yaşamın önemi


İmam'ın (a.s) barışa ve toplumsal birlikte yaşama yönelişi Kur'an'ın bu olguya bakışı çerçevesinde söz konusu edilmektedir. Kur'an'a göre toplumsal çekişmeler ve sürtüşmeler, sürekli olarak insanın toplumsal hayatıyla birlikte bir tür barış ve esenlik ile yan yana olmuştur. Ama bu çakışma genellikle insanın olumsuz içgüdülerinden kaynaklanmakta olup hasadet, dar görüşlülük ve tekelcilik şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kur'an-ı Kerim çeşitli yerlerde ilahi peygamberlerin, özellikle de son Peygamber'in (s.a.a) risaletinin, işte bu olumsuz olguyu ortadan kaldırmaktan ibaret olduğunu hatırlatmaktadır.

Genel bir portre olarak şöyle betimlemek mümkündür: “İnsanlık toplumunda görülen her türlü çatışma, cedelleşme ve savaş cehennem ehlinin hayatından bir örnektir. Bu yüzden ilahi insanlar, bu toplulukları barış, esenlik ve birlikte yaşamdan ibaret olan cennet ehlinin hayatına doğru sevk etmeyi bir görev saymaktadırlar. 1

O halde Kur'an portresinde toplumsal hayat, her ne kadar savaş ve barışla dolu olsa da sonuçta barış ve birlikte yaşam toplumsal hareketin bir gayesi ve ilahi peygamberlerin hakim kılmak için geldikleri bir hedef olarak söz konusu edilmektedir. Zira peygamberlerin gönderilişinin en önemli hedefi toplumsal adaleti hakim kılmaktır. 1 Bu önemli husus gerçek anlamında toplumsal güvenlik ve barışı beraberinde getirecektir. Zira bu savaş ve çatışma insanın saldırganlık, üstünlük taslama ve bencilliğinden kaynaklanan bir durumdur. Dolayısıyla bu içgüdülerin dengeli kılındığı ve kontrol altına alındığı şartlarda toplum, barış ve birlikte yaşam çizgisinde yer alacaktır. Toplumsal adalet ise bu olumsuz işler engellenmedikçe toplumda vücuda gelemeyecektir. Bu esas üzere cennetimsi hayata erişmek; sadece Müslüman insanın İslami düşüncesinde takip ettiği bir hedef olmayıp bütün bir yaratılış düzeni o yöne doğru hareket etmektedir. Doğal olarak bir toplum ne kadar güvensiz savaş ve dehşet ortamında yer alırsa cehennem ehlinin hayatına daha yakın olur. Bu ise hepimizin kaçtığı ve nefret ettiği bir durumdur.1

Bazı Kur'an ayetlerinde açık bir şekilde ilahi peygamberlerin görevi ümmetin ihtilaflarının ve çekişmelerinin sona erdirilmesine bağlanmıştır. Şu anlamda ki, ümmetin içinde kök salmış olması veya dışarıdan kaynaklanmış olması muhtemel olan her türlü düşmanlık ve çatışmalar, barış ve esenlik ile yer değiştirmelidir. Bu açıklamada yaratılışın başlangıcı ve sonu her türlü ihtilaf ve çekişmekten uzak olarak betimlenmektedir. Ama bu iki başlangıç ve son arasında sürekli olarak barış ve esenlik, tarihin bazı kesitlerinde savaş ve çatışma ile yan yana yer almıştır. İlahi peygamberler ise bu çatışma ve savaşları makul bir şekilde halletmek için çaba göstermişlerdir. Kur'an bu önemli konuyu şöyle ifade etmektedir: “İnsanlar tek bir ümmetti. (Ama sınıflar ortaya çıkınca) Allah peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hakka davet eden kitaplar indirdi. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır. Allah kendi izni ile, iman edenleri ayrılığa düştükleri gerçeğe hidayet etti. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.”2

Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinde tecelli eden şey; siyasi ve sosyolojik açıdan da akıllıca bir tutumdur. İmam Ali (a.s) sadece intikamı düşünen ve affetmeyi bir zayıflık olarak değerlendiren bir toplumda bu sözleri ifade etmektedir. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) oğullarına yaptığı vasiyette şöyle buyurmaktadır: “Dün ben sizlerle birlikteydim; bugün sizlere bir ibre- tim ve yarın da sizlerden ayrılacağım. Eğer yaşayacak olursam kanımın velisi benim; şayet ölürsem bu, üzerime hak olan vadedir. Affedecek olursam, af benim için Allah’a yakınlık, sizler için de iyilik ve sevaptır. O halde affedin! “Allah’ın sizleri affetmesini istemez misiniz! “1

Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) bu görüşü tümüyle kökleri Kur'an'da bulunan bir görüştür. Öyle ki Kur'an da şöyle buyurmaktadır: “Eğer ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, şüphesiz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.”2

İmam'ın barış düşüncesi, teorik boyutlarda insani bir ideal olmakla sınırlı değildir. İmam da tıpkı ilahi peygamberler gibi insanî hidayeti ve toplumda adaleti sağlamayı üstlenmiştir. İmam Ali (a.s) pratik boyutta da bu bağlamda büyük çaba göstermiştir. İmam toplumda barışı sağlamayı sıradan bir iş olmanın ötesinde bir görev olarak kabullenmiş ve siyasetinin ve hükümetinin hedefi olarak ortaya koymuştur.”Allah’ım, şüphesiz sen bilirsin, bizim burada bulunuşumuz, dünya iktidarına meylimizden, geçici dünya malını isteyişimizden değildir. Fakat biz dinin işaretlerini yeniden dikmek, beldelerini ıslah etmek istiyoruz. Böylece zulme uğrayan kulların güvene kavuşsun, terk edilen ve uygulanmayan hadlerin yeniden ikame olsun.”1

İmam Ali (a.s) vahyin kucağında büyümüş ve Peygamber'in (s.a.a) risaletinin manevi sofrasından nasiplenmiştir. Bu bağlamda Peygamber'in (s.a.a) risaletini insanlık toplumunda icat ettiği kardeşlik havasıyla kaynaştırmıştır.”Allah-u Teala Muhammed’i âlemleri korkutmak- sakındırmak ve indirdiği hükümleri emin bir halde korumak için gönderdi. Siz Arap toplumu en kötü bir din üzereydiniz ve en kötü bir yeri yurt/ev edinmiştiniz. Sarp taşlar/kayalar ve (seslerden ürkmeyen) zehirli yılanlar vardı çevrenizde/yörenizde. Bulanık/pis sular içiyor, (kertenkele, hurma çekirdeğinden yapılan un gibi) sert şeyler yiyor, birbirinizin kanını döküyordunuz.”2

Başka bir yerde Hz. Ali (a.s) bisetten önceki dönemde insanlığın içinde bulunduğu toplumsal hayatın dehşetini betimleyerek şöyle buyurmuştur: “Allah Muhammed’i (s.a.a) yazılmış bir kitap, parıldayan bir nur ile gönderdi… O zaman insanlar din ipini koparan fitnelere düşmüş, yakin (kesin inançlar) direkleri şiddetle sarsılmış, esasta/temelde ihtilaf çıkmış, işler darmadağın olmuş, çıkış yeri (kurtuluş) daraldıkça daralmış ve giriş köreldikçe körelmiş, hidayet gizli kalmış, körlük her yanı kaplamıştı.”3

Düşmanlardan intikam alma ruhunun beşeri toplumlarda, toplumsal hayatı yakıcı bir cehenneme dönüştürdüğü bir ateşin alevlendiği şartlarda Hz. Ali (a.s) güzel bir kavram ortaya attı ve bağışlama konusunu gündeme getirdi. Şu konuda şüphe etmemek gerekir ki yenilgiye uğramış bir düşmana karşı cahilce ve kibirlice davranmak, ruhlarda unutulmaz bir düşmanlık kökleri bitirmektedir ve böyle bir düşman da her fırsatta içindeki aşağılık duygusunu savaş ateşlerini yakarak telafi etmeye kalkışacaktır. Tarihi tecrübeler de bunu çok güzel bir şekilde teyit etmektedir. Yenilgiye uğramış düşmanı aşağılamak ve insafsızca intikam almak, tatsız nifak ve sürekli savaş olgusuyla birliktedir. Maddi zararların yanı sıra bir çok insanın ölümüne de neden olan ikinci dünya savaşı da (1939- 1945) bazı görüşlere göre birinci dünya savaşı galiplerinin yenik düşenlere (Almanlara) karşı sergiledikleri yanlış tutumlardan kaynaklanmıştır. Bu esasa göre düşmanı affetmek, bağışlamak ve müsamaha göstermek; insani ve ahlaki boyuttan apayrı bir gerçektir.

Öyle ki bu önemli hususu bazı Kur'an öğretileri ve Hz. Ali'nin (a.s) hikmete dayalı sözleri de teyit etmektedir. Buna göre barış, toplumsal hayatın temel bir ilkesidir. İslami düşünceler; toplumsal güvenlik ve barışı, yaratılış hedefi ve yaratılış düzeninin tekvini seyri ile birbirine bağlamaktadır. Allame Muhammed Taki Caferi'nin ifadesiyle insanın toplumsal hayatı için barışın temel bir ilke olduğu gerçeği akli açıdan da ispat edilebilir. Zira İslam hayatın hedefinin insani kemal ve saadet olduğunu kabul etmektedir. Bu hedef de barış olmaksızın asla temin edilebilecek bir hedef değildir.1

O halde dünyevi ve uhrevi boyutlarda insanın kemal ve saadetini amaçlayan bir düşünce nasıl savaş eksenli olabilir veya barıştan gaflet edebilir?




Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin