Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi


BURHAN FELEK'İN ANILARINDA BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə29/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   134

BURHAN FELEK'İN ANILARINDA BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ

Mahmud Şevket Paşa'nm öldürülmesi (1913) sebebiyle tevkif edilenler arasında jandarma muhafazası altında Bekirağa Bölüğü'ne sevkedildik. Bizi kapıda bir liste ile ve sayarak hapisane idaresine teslim ettiler. Babamı bizden ayırıp hatırlı kimselere tahsis edilen bir odaya koydular. Yanında eski mirlivalardan İsmail Hakkı Paşa vardı. Geri kalanları Bekirağa Bölüğü'ndeki büyük koğuşlardan birine koydular. Herhalde bizimkinden başka bir koğuş daha olmalıydı. Çünkü biz Sinop'a sürüldüğümüz zaman 600 kişi kadardık. Bir koğuşa 600 kişinin yatak yorgan sererek sığacağım tahmin -etmeni.

Ne ise efendim... Akşama doğru bir koğuşa girdik ki bir âlem! Biz içeriye girer girmez semtimizi haber verdik.

- Üsküdarlılar da geldi diye seslendiler... Koğuşta Fatihliler, Beyazıtlılar, Ka-dıköylüler, Beşiktaşlılar, Üsküdarlılar diye semt semt gruplar teşekkül etmişti.-İçeride gizli ajan var mıydı bilmem?- Ama hiçbir nöbetçi yoktu.

İtiraf ederim ki kalabalık mihnet arkadaşlığı pek de tatsız olmuyor. Herkes kendi derdinin komik tarafını anlatıyor ve ister istemez böyle hâllerde muhalefetin zehirli hicvi bütün tesiriyle işliyor... Gördük ki bizden daha azılı muhalifler varmış... İstanbul tarafındaki gruplarda İttihatçılara ağızlarına geleni uluorta söyleyenler çoktu...

Ertesi gün aileler ziyarete geldiler. Yiyecek falan getirdiler. Selahattin yatak getirtti... Benim içime doğmuş ne yatak, ne yorgan, hava zaten sıcak. Tahtaya uzanıyordum. Koğuşun bir de çepeçevre asma katı vardı. Bazı kibar ve hatırlıları ortaya almışlardı. Madrit Sefareti müsteşarı Mahmud Bey adında birisi vardı ki gırtlak veremi idi. Ne yatağı ne yorgam ne de rahatı huzuru vardı. Kunduralarım çıkarıp taban tabana yapıştırdıktan sonra başının altına yastık yapıp yatardı.

- İspanya Kralı 13. Alfons'un elini sıkmış herifin şu hâline bakın! Diye kendikendiyle alay eder kalender bir adamdı... ,

Gene hatırımda kalanlardan İkdam gazetesi muhabirlerinden Osman adında fakir fakat nekre bir adam. Kapıda durur, içeri giren yeni misafirleri yüksek sesle anons ederdi... Bir gün iki koluna iki kişi girmiş .tirit gibi bir zatı içeri aldılar. Osman bağırdı:

- Arkadaşlar!.. Meşhur bombacı komiteci mabeyinci Mâcit Bey!.. Adam doksanına yakındı. Toplama listesinde yaş yazılı olmadığından onu da almışlardı.

Burhan Felek, "Yaşadığımız Günler: Bekirağa Bölüğü'nden Sinop Kalesine",



Milliyet, 2 Kasım 1975

hareketleri, çatı ışıklığı, yarım daire kemerli pencereler, kolonatla ayrılmış sofa karakteristik Fossati uygulamalarıdır. El-dem, yapının orta sofalı büyük bir ev planına sahip olduğunu, sofa eyvanlarının çifter Toskan başlıklı sütunla ayrıldığını, tavanda sade ve pasalı koltuk silmeleri ve geniş zengin ampir taksimat bulunduğunu, kapı pervaz ve üstlüklerinde ampir üslubunda mimari elemanlara yer verildiğini bildirir. Tarihi açıdan olduğu kadar mimari açıdan da belgesel değere sahip olan Bekirağa Bölüğü 1950 sonrası yıkılmıştır.



Bibi. T. Lacchia, / Fossati, Architetti del Sultana di Turchia, Roma, 1943, s. 33; Eldem, istanbul Anılan, 60, 152; C. Palumbo-Fossa-ti, / Fossati di Morcote, Bellinzona, 1970, s. 143; Gaspare Fossati Architetto Pittore, Pitto-re Architetto, Pinacoteca Züst, 1992, s. 98.

CENGİZ CAN



BEKRÎ MUSTAFA

IV. Murad dönemi (1623-1640) İstanbul'unda içkiciliği, kabadayılığı ve hazırcevaplığı ile tanınmış, fıkraları ile yaygın ün kazanmış ayyaş tipi. Gece gündüz içki içtiği için "Bekrî" lakabını almıştır.

Hayatı üstüne kesinlik taşıyan bilgi yoktur. Ancak kimi kaynaklarda İstanbullu yorgancı esnafından Ahmed Ağa' nın oğlu olduğu, bir süre medreseye devam ettiği, genç yaşta anne ve babası öldükten sonra içkiye düştüğü, bir rastlantı sonucu IV. Murad'ın yakınları arasına girerek ona musahiplik ettiği, hattâ onu içkiye alıştırdığı gibi birçoğu yakıştırma söylentiler yer almaktadır.

İstanbul halkı, içki düşkünlüğü ile ve IV. Murad'ın içki yasağına karşı çıkışıyla ilgili fıkralarını benimsemiş, ayyaşlar da onu kendilerine "önder" bilip bugün yıkılmış olan Eminönü Balık Pazarı'ndaki meyhaneler arasında yer alan ve 13187 1902 tarihini ve "Bekrî Mustafa Baba" ibaresini taşıyan mezar taşının bulunduğu yere uzun süre saygı göstermişlerdir. Bekrî Mustafa adına Edirnekapı Mezarlı-ğı'nda da bir taş vardır. 1235/1820 tarihlidir ve Bekrî Mustafa'yı Yeniçeri Ocağı mensubu olarak tanıtır. Bu taş da öbür mezar taşı gibi Bekrî Mustafa'nın kimliği hakkındaki bilgilere katkıda bulunmamaktadır.

Geleneğin ve fıkralarla kimi tarihsel kaynakların bir araya getirdiği IV. Murad ile Bekrî Mustafa hakkında anlatılanlar çok yaygınlık kazanmıştır ve yüzyıllarca Osmanlı kültürüyle alışveriş içinde bulunan Sırp, Bulgar, Yunan, Ermeni ve Romen kültüründe de iz bırakmıştır.

Bekrî Mustafa fıkralarında coğrafya İstanbul dışına çıkmaz. Bu açıdan ele alındığında fıkralara serpilmiş bir biçimde de olsa eski İstanbul hayatının birçok yönünü yakalamak mümkündür. Meyhaneler, batakhaneler, ayyaşların ve kabadayıların birbirleriyle olan münasebetleri; içki yasağı sırasında kimsenin karşı çıkamadığı acımasızca uygulanan baskı; İstanbul'un hamam, meyhane, cami, sokak, ev, deniz üstündeki kayık, esir pa-

zarı, düğün evi gibi değişik ortamlarında yaşanan gündelik hayat Bekrî Mustafa fıkralarının zeminini oluşturur.

Balıkpazan'nda meyhaneler arasındaki kabri yalnızca buralarda içki içen ayyaşlar tarafından ziyaret edilmez, zaman zaman Baba Cafer'i(~») ziyarete gelen kadınlar tarafından da yoklanırdı. Bekrî Mustafa'nın yüzyıllar boyunca unutulmadan fıkralarında yaşayan adı ve tipi, İstanbul kültürünün değişik cephelerini oluşturan Karagöz(->), ortaoyunu(->), meddah hikâyeleri (bak. meddahlık) gibi halkın beğenisini kazanmış birikimlerde de yaşamaya devam etmiştir. Karagöz'de Bekrî Mustafa'nın bir tip olarak görülmesinin izleri 17. yy'a kadar iner. Evliya Çelebi, Seyahatname'de döneminin ünlü bir Karagöz oynatıcısından söz ederken onun çok güzel "Bekrî Mustafa ile Kör Agop" taklidi yaptığını yazar. "Kâr-ı kadim" Karagöz oyunlarından Meybane'de ve "nev-icad" oyunlardan Aşçıhk'te Bekrî Mustafa doğrudan doğruya bir tip olarak perdeye çıkar. Orta-oyununda Bekrî Mustafa rolünü oynamak anlamına gelen "Bekrî Mustafa'ya çıkmak" deyimi vardır. IV. Murad dönemi olaylarını konu edinen Hançerli Hanım Hikâyesi'nâe(->) de Bekrî Mustafa'yı ikinci derecede kahramanlardan biri olarak görürüz. Bu hikâyede yer alması, onun yaşadığı varsayılan çağda .da büyük ün kazandığını gösterir.

Bekrî Mustafa fıkralarının büyük ölçüde içkiyle, içkicilikle, ayyaşların dünyasıyla, meyhane âlemleriyle ilgili olduğu için hayata ve dinsel kurallara daha yumuşak bir gözle bakan Bektaşî fıkralarıyla, zaman zaman da deli ve sarhoş fıkralarıyla karışsa bile dikkatle incelendiğinde bunlardan ayrı özellikler taşıdığı görülür. Bekrî Mustafa, yasaklara karşı çıkarken eleştirilerini dini kurum ve kurallara değil, siyasi güçlere yöneltmiştir.

Bekrî Mustafa fıkraları ilk kez Him-metzade imzasıyla halk kitapları derleyip yayımlayan bir yazar tarafından ki-taplaştırılmış; Osman Cemal Kaygılı' nın(->) Bekri Mustafa (1944) adlı romanına da konu olmuştur.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 654; Mehmed Tevfik, Hazine-i Letâif, İst., 1302; Himmetzâ-de, Bekri Mustafa, İst., 1337; S. E. Siyavuşgil, Karagöz, İst., 1941; S. M. Yurdatap, Bekri Mustafa'nın Latifeleri, İst., 1942; O. C. Kaygılı, Bekri Mustafa, İst., 1944; F. Ayanoğlu, "Bekri Mustafa Nerede Gömülüdür?", Tarih Dünyası, S. 23 (15 Nisan 1951); F. R. Tuncor, "Bekri Mustafa Ağa", Önasya, S. 44 (Nisan 1969); C. Kudret, Karagöz, I-III, Ankara, 1968-1969; D. Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, Ankara, 1976; Nutku, Meddahlık; M. S. Koz, En Güzel Bekri Mustafa ve incili Çavuş Fıkraları, İst., 1983; E. Tokmakçıoğ-lu, Bütün Yönleriyle Bekri Mustafa, İst., 1983; 1A, II, 460; TDEA, I, 381-382.

M. SABRİ KOZ



BEKTAŞÎ MUSİKİSİ

Bektaşî edebiyatının, Türk halk edebiyatından sayılması gibi Bektaşî musikisi de, Türk halk musikisinden veya âşık tarzı musikiden sayılır. Tarikat ayini ve

zikir usulü ise inanç ve ibadeti saklı tutmak demek olan "Takıyye" ilkesinin etkisiyle eski kaynaklarda yer bulamamış ve ancak son dönemlerdeki bazı araştırmalar ve sözlü rivayetlerle öğrenilebil-miştir. Bu gizlilik halk arasında "Bektaşî Sırrı" diye anılır.

Anadolu Alevîliği, Orta Asya'da oluşan Yesevîliğin, Horasanlı Baba İlyas'm Babaîliğinin, Ebü'1-Vefâ Bağdadî'nin Ve-faîliğinin, Fazlullah'ın Hurufîliğinin, Kut-beddin Haydar'ın Haydarîliğinin ve Şiîlik, Batınîlik, Rafızîlik gibi akımların, hattâ Samanlık, Budizm, Maniheizm gibi İslamiyet öncesi dinlerin ve özellikle Orta Asya Türk gelenek ve göreneklerinin adeta bir uzantısı olduğunu düşündüre-bilecek özellikler gösterir. Bütün bu etkileri içinde barındıran Bektaşîlikte asıl önemli ayin, "ayin-i cem" denilen ayindir. İkinci temel ayin, "ikrar ayini"dir. Bu ayin tarikata kabul edilme vesilesiyle, yeni katılanları eski mensup ve mün-tesiplere tanıtma amacıyla düzenlenirdi. Her iki tören de, çok özel törenler olup ayrıntıları herkese açıklanmazdı.

Bektaşî ayini genellikle Baba Efendi' nin okuduğu Fatiha ile başlar, ardından Kuran okunur, bunu bazı özel dua ve evrat ile kısa bir zikir izler, Peygamber'e salat okunması ve özellikle Hz Ali ile Ali soyunun ve Ehl-i Beyt'in adlarının büyük bir saygı, sevgi ve hattâ aşkla anılması ile sürer ve özel bir dua olan "gül-bank" okunması ile sona erer. "Çerağ uyandırma tercümanı" denen ve özel bestesi ile okunan parça sırasında görevlilerce, semahanede bulunan büyük şamdanlardaki mumlar yakılır ve semahane saygılı bir şekilde terk edilir'. Sonra "meydan odası" denen yere geçilir ve burada "semah" denen bir dini raks, musiki eşliğinde icra edilir. Bektaşîlikte baş okutma, dolu içme, mücerretlik ayini, Ali sofrası, kurban tığlama, lokma etme, çerağ uyandırma, Koyun Baba gibi adlarla anılan ayinler de vardır. Bunların bazılarında semah ve musiki icra olunur, bazı ayinlerde ise semah yerine sazsız olarak gülbank ve tercüman denen özel besteli dualar okunur. Sözleri Şah İsmail Safevî'ye (Hatayî) ait olduğu söylenen Mevlid-i Ali de sazsız okunur. Ancak, klasik mevlit okuma usulünde olduğu gibi aralarda besteli nefeslere de yer verilir.

Muharrem ayında semah edilmez, sadece İmam-ı Hüseyin ve Kerbela şehitleri için mersiye okunur. Sözü edilen bütün bu ayinlerde okunan nefesler, ayinin türüne göre sadece güfte yönünden birbirinden ayrı özellikler gösterir, musiki bakımından aralarında hiçbir fark yoktur.

Semah, el ele tutuşulmadan, kadın erkek karışık bir halde, ritmik beden, kol ve ayak hareketleri ile oynanan bir dini rakstır. "Ağırlama" denen ağır bir bölümle başlar, "yürütme" veya "yeldirme" denen hızlı bölümle devam eder. Zâkirlerin okuyup çaldığı semah havasına "eyvallah hû", "şaah şah şah", "dost"

BEKTAŞÎ MUSİKİSİ

130

131

BEKTAŞÎLİK

Bektaşîliğin sembollerini içeren bir yazı resim: Şer yılanını boğan Allah'ın aslanı Hz Ali ve kılıcı zülfikâr, teslim taşı, on iki terkli (dilimli) hüseynî taç, müsenna (aynalı) tarzda yazılmış "Muhammed" ve "Ali". Ara Güler fotoğraf koleksiyonu

gibi terennüm sözlerine zâkirlerin dışındakiler de katılırlar.

Bektaşî musikisinde başlıca iki tür üslup ve tavır özelliği vardır. Köy ve kasaba çevrelerindeki Bektaşî tekkelerinde icra olunan musiki, tamamıyla halk musikisi niteliğinde olup, mahalline göre, Anadolu ve Rumeli ezgilerini içerir. Şehir tekkelerinde ise, klasik kültürün yansıması olarak musiki üslup ve ezgi yapısı yönünden klasikleşmiştir. Tabii bu musikinin en seçkin örnekleri İstanbul'daki tekkelerde icra edilmiştir. Nefeslerin güfteleri de, besteleri de genellikle zabitlikten uzak, rintçe, kalenderce, hattâ kayıtsızca bir üsluptadır. Tevşihlerin, ilahilerin bestelerinde görülen ağırbaşlı tasavvuf üslubu ve karakterine, nefeslerde rastlamak zordur.

Bektaşî musikisinin bu üslup ve tavır özelliğinden başka, bazı icralarda rastlanan bir özelliği daha vardır. Genellikle kalabalık semah ayinlerinde okunan nefeslerde, bazı nakaratlar Batı müziğinde olduğu gibi "kanon" tekniği ile tekrarlanır. Bu çeşit nefeslere, "deste", "takım" veya "arka" nefesi gibi adlar verilmiştir. Ayrıca, yine kalabalık semahlarda hazır bulunanlardan bazıları, "yâ Allah", "yâ Şah", "hû" gibi sözleri, okunan nefesin karar perdesinden tekrar ederler; buna da "dem tutmak" denilir. Semah havası daha "yürütülmek" istendiğinde perde, daha tize alınır; buna da "perde kaldırmak" denir, bu icra tekniği bütün tarikat ayinlerinde uygulanmıştır. "Turnalar semahı" gibi özel semah havalan da vardır.

Bektaşî musikisinde okunan eserlere, genel olarak "nefes", bestesiz okunan şiirlere ise "nutuk" denir. Nefesler, konuları bakımından na't-ı Ali, On İki İmam, mersiye, miraciye, nevrûziye gibi türlere ayrılır. Bunlar musiki açısından farklılık göstermez. Ağır usullerle bestelenenlere "oturak", yürük usullerle bestelenenlere ise "şahlama" denilir. Şahlamalar, semah sırasında okunan nefesler olduğundan semaha uygun ezgi yapısı ve ritim özellikleri taşırlar.

Bektaşî musikisi güftelerinin hepsi nefes tarzında olmadığı gibi, şairlerinin bir kısmı Bektaşî de değildir. Bütün Bektaşî tekkelerinin başlıca inanç temellerinden biri Ehl-i Beyt'e ve özellikle Hz Ali'ye karşı beslenen çok güçlü sevgidir. Bu sevgiyi dile getiren hemen her güfte, Bektaşî nefesi tarzında bestelenip okunmuştur. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri ünlü Mevlevî şair Şeyh Galib'in ikrarımıza ser veririz ahde ka-vîyiz / Biz Şâh-ı Velayet kuluyuz, hem Aleviyiz, nakaratlı müseddes tarzındaki şiirinin Bektaşî nefesi olarak bestelenip okunagelmesidir. "Tahirü'l-Mevlevî" ola-•uk tanınan ve Mevlevî olduğu herkesçe bilmen Tahir Olgun'un (ö. 1951) şu şiiri de böyle bir,örnektir: Müncezîb zerrât-ı şems-i Hazret-i Peygamberiz / Şey'enlil-lâh derviş-i kûy-i cenâb-ı bayderiz / Abd-i hass-ı zât-ı Zehrâ-yı inâyet-perve-riz / Bende-i âl-i aba hem biz Hüseynîlerdeniz. Bayramî tarikatı piri Hacı Bay-

ram-ı Velî'nin "N'oldu bu gönlüm" diye başlayan ünlü şiirinin de uşşak makamında nefes olarak bestelenmesi bir başka örnektir. Bir Bedevi tarikatı mensubu olan şair Kâzım Paşa'nın (ö. 1889) güfteleri de nefes olarak bestelenmiştir. Aynı durum besteciler için de geçerlidir. Bektaşî musikisini meydana getiren bestekârların da hepsi Bektaşî değildir. "Dâver-i aşr-ı Muharrem'dir Hüseyn-i Kerbelâ" diye başlayan hicaz ilahi, "Kadrim ola berter şeref-i Nâd-ı Alî'den" diye başlayan "Yâ Rab beni dür eyleme evlâd-ı Alî'den" nakaratlı hüzzam ilahi, "Arş tâkı-ı meskenindir Yâ Hüseyin İbni Alî" mısraıyla başlayan hüseyni ilahi; Bektaşî düşüncesini yansıtmaktadır; I-mam Ali muhabbetini ve Kerbelâ faciasını dile getiren bu eserlerin bestekârı bir Bektaşî değil, ünlü Dede Efendi'nin torunu ve Mevlevî tarikatı mensubu Mü-ezzinbaşı Rifat Bey'dir (ö. 1888).

Bektaşî musikisinde köy ve şehir üslubu olarak göze çarpan üslup özelliği semah ayinlerinde de gözlenebilir. Daha çok şehirlerdeki tekkelerde düzenlenen ayinler, Balım Sultan'a mal edilen "Erkân-nâme"deki usul ve erkâna uygun olarak gerçekleşen ayin ve semahlardır. Semahanede başlayıp "meydan odası"ndaki semah oyunu ile biten ve semaha belli kişilerin katıldığı, Balım Sultan erkânlı bu ayinlerden farklı olan, kırsal kesimdeki ayinlerin daha basit bir düzeni vardır.

Bir de hıdrellez, nevruz gibi günlerde veya bir adak gereği düzenlenen büyük semah ayinleri vardır. Genellikle bir yatırın türbesi civarında veya uygun kırlık bir alanda istisnasız herkesin katıldığı ve Bektaşî deyimi ile "kır muhabbeti" içinde gerçekleşen bu semaha "Koyun Baba" veya "Çoban Baba" semahı adı verilir. İstanbul'da, "Koyun Baba" semahı, Merdivenköy Şahkulu Sultan Dergâhı'n-da düzenlenirdi.

Bektaşîler arasında güzel ve sanatlı semah oynamakta ün salmış kimseler dışında nefes okumakta ve çalmakta ün kazanmış kimseler de vardır. Kazlıçeşme Perişan Baba Dergâhı Şeyhi Yedikuleli Hacı Hasan Baba'nın dervişlerinden Erzurumlu Ceyhûnî'nin (ö. 1886) talebesi Çınarî (ö. 1899), Çamlıca Dergâhı'ndan İnebolulu Âşık Ahmed, saz çalmak ve nefes okumakta İstanbul'un en ünlüleri idiler. Yine Sütlüce Şeyhi Münir Baba'nın mensuplarından, Bahriye Kolağası Mihrâbî Baba da (ö. 1922) çok güzel saz çalar, hattâ nefeslerini de kendisi bestelerdi. Kazlıçeşme Şeyhi Hafız Meh-med Perişan Baba da (ö. 1876) güzel saz çalardı.

İstanbul'da ünlü Bektaşî musikişinaslarından biri de zâkirbaşı Yaşar Baba Efendi'dir. Asıl zâkirbaşı olarak ün kazanmıştı. İntisap etmiş olduğu Kadirî Şeyhi Edhem Efendi ile Rıfaî Şeyhi Râşid Efendi'ye dervişliği sırasında kıyam zikrini ve zâkirliğini çok iyi öğrenmiş, Balat Meydancık İmamı Hafız Hasan Efendi' den de zikir ilahilerini ve tavrını meşk

etmişti. Sonra Çamlıca Bektaşî Şeyhi Ali Nutkî Baba Efendi'ye derviş, daha sonra da Eyüp Karyağdı Bektaşî Dergâhı'na şeyh oldu. Kendi dergâhındaki şeyhliğinden başka, İstanbul'un bazı tekkelerinde de zâkirlik, zâkirbaşılık ve kıyam zikirlerini idarede zikir reisliği etmişti. Misafir gittiği tekkelerde dahi, zâkirbaşılık ve reislik görevi ona ikram edilirdi. Mersiye okumakta da çok ünlü olup, özellikle muharrem ayında İstanbul'un birçok tekkesinde ve 10 Muharrem günü İmam Hüseyin ile Kerbelâ şehitleri için Sünbü-lefendi Dergâhı'nda fetihten beri gelenek olan ayinde ve Mercan'daki Valide Han ile Üsküdar Seyyid Ahmed Deresi'ndeki İranlılar mescidinde mersiye okurdu. Te-kirdağlı Hacı Hafız Rıfat Efendi de Bektaşî olmamakla beraber, ilahi ve şugl okumak kadar, İstanbul tavrı ile Bektaşî nefesi okumakta şöhret kazanmıştı.

Bektaşî musikisini icra eden, nefes okuyan ve saz çalanlara zâkir, âşık, güvende, sazende gibi adlar verilir. Kullanılan başlıca saz ise bağlamadır. Saz, ruzbâ, çöğür, tambura, divan sazı, cura (Rumeli'de bulgari saz), kabak kemane, kaval gibi halk musikisi çalgıları da kullanılır. Şehir Bektaşîlerinde ve özellikle İstanbul'da ise, ney, tambur, ut, rebap gibi klasik sazlar kullanılmıştır. Ritim sazı olarak tef, daire, mazhar, bendir, kudüm kullanılır.

Bektaşî musikisinin asıl beste şekli olan nefeslerin güfte şairlerinin çoğu bilinmekte ise de, bestekârların pek çoğu bilinmemektedir. Tarikat göreneği yönünden kişinin "benlik"ini öne çıkarmaması gerektiğinden bestekârlar isimlerini gizlemeyi tercih etmişlerdir. Ayrıca, 1826'da yeniçeriliğin kaldırılması ile birlikte, Yeniçeri Ocağı'nın manen bağlı olduğu Bektaşîlik de resmen yasaklandığından, bu da ayrı bir gizlilik nedeni olmuştur.

İstanbul'da oluşan Bektaşî musikisi örneklerinde, klasik Türk musikisi tavrı çok ağır basar. Kullanılan usuller dahi, klasik musikiye özgü devr-i hindî, aksak, yürük semai, sofyan, curcuna, mü-semmen, Türk aksağı gibi usullerdir. Bektaşî devr-i revanı, Bektaşî reksânı, Bektaşî raksı olarak adlandırılan üç usul Bektaşî musikisinin, Türk musikisine kazandırdığı usuller olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu usuller, güftenin zorlaması ile yapay olarak oluşmuş ve hiç ilgi görmeyip, başka bestecilerce kullanılmamıştır. İstanbul'daki Bektaşî musikisinin klasik tavrı, İstanbul Belediye Kon-servatuvarı'nca tespit edilen ve 1933'te yayımlanan Bektaşî Nefesleri adlı eserde de açıkça bellidir.

İstanbul'daki en önemli Bektaşî musikisi bestecilerinden biri, Müezzinbaşı Hacı Hâşim Bey'dir. Bektaşî bestekârlar gibi, tarikat terbiyesi ile, bestelediği nefesleri belirtmediği için, hangi nefeslerin kendisine ait olduğu bilinmemektedir. Ancak, Hâşim Bey'in inanç ve intisabı gereği nefesler ve hattâ ilahiler bestelediğine kesin gözüyle bakılabilir.

Merdivenköy Şahkulu Sultan Dergâhı Şeyhi Mehmed Ali Hilmi Dede Baba Efendi (1842-1907) ile Baba Efendi'nin mensuplarından Neyzen Mehmed Kâmî Efendi'nin de (ö. 1890 ?) nefes bestelediği söylenir. Divan-ı Hümayun kalemi memurlarından olan Kâmî Efendi, "Ölsem etmem sırr-ı aşkı zerre faş" mısraıyla başlayan hicaz şarkısının güfte seçiminde bile Bektaşî düşüncesini yansıtır. Çamlıcalı Nurî Baba Efendi'nin dervişlerinden Tevfik Bey (ö. 1889) bazı nefesler yazmıştır; aynı zamanda Muzıka-i Hümayun mensubu bir musikişinas olduğu için, bu nefeslerin bazılarını bestelemiş olduğu düşünülebilir. Tanınmış şarkı bestekârı Nuri Halil Poyraz da (1885-1956) Yüzlerce yıl evvel Pirimiz gelip / Rûm 'u tenvir için yakmıştı çerağ diye başlayan Küncî Baba'nın bir nefesini hüseyni makamında bestelemiştir. Son dönemin bilinen bir Bektaşî bestekârı da Sâmih Rifat Bey'dir (1874-1933).

Bektaşî bestekârlar hakkındaki bilgiler, kendilerini gizleme ilkesi ve bazı tarihi nedenlerden dolayı çok eksik kalmıştır.

Bektaşîliğe manen bağlı bulunan yeniçerilik, 1826'da kaldırıldığında, Mehterhane de beraberinde kaldırılıp, mehter musikisi de yasaklandı. Mehterde, selamlaşma şeklinden gülbank çekmeye kadar her usul ve âdette Bektaşîlik etkileri açıkça görülmekte ise de; mehter musikisinde, Bektaşî musikisinin hiçbir etkisine rastlanmaz. Ancak, Mehterhane musikişinasları içinde, Bektaşî nefesi tarzında olmaktan çok, âşık musikisi tarzında eserler meydana getirenler vardır. Bunlardan günümüze ulaşan eserler yoksa da, Mehterhane'de, sınır boylarındaki askerlerin morallerini yüksek tutmak maksadı ile bu tür eserlerin ve bazı ilahilerin bestelendikleri bilinmektedir. Evliya Çelebi'nin, sefer ve gazaya ait ilahiler okuduklarını ve üç yüz kişi civarında olduklarını belirttiği "esnâf-ı hânendegân"ın (okuyucu esnafı) okudukları eserlerin bu eserler olduğu kanısına varılabilir.



Bibi. İstanbul Belediye Konservatuvan, Bektaşî Nefesleri, ist., 1933; V. L. Salcı, Gizli Türk Dinî Oyunları, İst., 1941; Ergun, Antoloji, I-II.

ÖMER TUĞRUL İNANÇER



BEKTAŞÎLİK

Anadolu'da 13. yy boyunca Kalenderîlik ve Haydarîlik gibi heterodoks akımların sosyokültürel gelenekleri içinde şekillenen ve 16. yy başlarında Hacı Bektaş-ı Velî'nin düşünce sistemine bağlı kalarak Balım Sultan tarafından "âdâb" ve "erkân"! düzenlenip kurumlaştırılan Batınî nitelikli tarikat.

Bektaşîlik 13-16. yy'lar arasında uzun bir oluşum süreci geçirmiş ve İstanbul' un gündelik hayatında ancak II. Bayezid döneminde (1481-1512) klasik tarikat tanımına uygun bir mistik kurum olarak yer almıştır. Tarikatın İstanbul hayatındaki kültürel ve siyasi rolünü belirleyen

bu oluşum sürecim daha sonra birbirini bütünleyen iki farklı dönem izler. Bunlardan ilki, 16. yy başlarından 1826'ya kadar devam eden ve tarikatın gerek idari yapılanma gerekse gündelik hayat üzerindeki etkisinin devlet kontrolü altında şekillendiği dönemdir. Daha sonra bunu 1826'dan 1925'e kadar süren ve merkezi yönetim mekanizması dışında oluşarak tam anlamıyla İstanbul Bektaşîliğini ortaya çıkaran yeni örgütlenme dönemi izler. 1925'ten günümüze uzanan zaman kesiti ise, tarikat açısından hem geleneksel mirasın korunması hem de toplumsal modernleşmeyle uyumlu değerler sisteminin belirlenmesine yönelik çift yönlü bir faaliyetin sürdürüldüğü dönem olarak dikkati çekmektedir.

Bektaşîliğin İstanbul'un gündelik hayatına girişi, birbirini izleyen iki ayrı a-şamada gerçekleşmiştir. Birinci aşama İstanbul'un fethiyle başlayıp II. Melı-med'in (hd 1451-1481) vefatına kadar süren 1453-1481 dönemini kapsar. Bu dönemde Bektaşîlik bir tarikattan çok, temeli seyyah dervişlik kurumuna dayalı Batınî bir zümre^olarak faaliyet göstermiştir. İkinci aşama ise, 1481-1512 a-rasını kapsar ve söz konusu Batınî zümrenin Bektaşîlik çatısı altında tam bir tarikat kimliği kazanarak şehir hayatına damgasını vurmasıyla sonuçlanır.

İstanbul'un fethinden önce Bektaşîliğin kendi içinde geçirdiği sosyokültürel değişim, bir bakıma fetih sonrası İstanbul hayatında oynayacağı etkin rolün ipuçlarını barındırmaktadır. Bu değişim, aslen bir Vefaî şeyhi olan Baba İlyas-ı Horasanî önderliğiyle 13. yy ortalarında meydana gelen ayaklanmanın ardından

Vefaî, Kalenderi ve Haydarî tarikatları a-rasında başlamış, 14. yy'dan itibaren Bektaşîliğin ilk nüvesini barındıran "Abda-lan-ı Rum" zümresi içinde devam etmiştir. Abdal Musa tarafından Hacı Bektaş-ı Velî'nin manevi kişiliğine bağlanan bu zümre mensupları, daha çok yarı göçebe Türkmen boyları üzerinde etkili olarak fütuhat geleneği içinde kolonizatör derviş tipini temsil etmişlerdir. Daha Bizans döneminde bu dervişlerin İstanbul çevresinde faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. 1329'da Orhan Gazi'nin Bizans İmparatoru III. Andronikos ile İstanbul yakınlarında yaptığı Pelekanon Savaşı'nda bulunan ve sonradan menkıbeleri Bektaşî mitolojisine geçecek olan Sancakdar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba, Mâh Baba, Gözcü Baba, Yörük Baba, Gül Baba, Eren Baba, Garipçe Baba, Buhur Baba, Kartal Baba ve Balcı Baba gibi "Ab-dalan-ı Rum" mensubu kolonizatör dervişlerin adları, günümüze kadar gelmiştir. İstanbul'un Anadolu yakasındaki Göztepe, Erenköy ve Kartal semtlerinin, adlarım bu dervişlerden aldıklarına dair köklü inanç ise, halk arasında yaygındır. Pelekanon Savaşı'ndan sonra, İmparator Andronikos'a ait Göztepe civarındaki av köşkünün bir Ahi zaviyesine dönüştürüldüğünü ve ardından burada İstanbul'un en büyük Bektaşî merkezlerinden Şahkulu Sultan Tekkesi'nin kurulduğunu da ayrıca belirtmek gerekir.

1453'e kadar faaliyetleri İstanbul'un yakın çevresinde odaklanan "Rum abdalları", fetihten sonra şehir hayatına doğrudan değil, devletin temel kurumlarından Yeniçeri Ocağı'nın mensubu olarak katılmışlardır. Erken dönem Bek-



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin