Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə28/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   134

Bibi. Evliya, Seyahatname, l, 326-327; Musa-hipzade, İstanbul Yaşayışı, 1992, 194-195; (Altınay), Onikinci Asırda, 185-186; "Bekâr-Bekâr Uşağı-Bekâr Nizamı-Bekâr Odaları" İSTA, V, 2393 vd; Esad Efendi, Üss-i Zafer, İst., 1293; Tarih-i Cevdet, IX; R. E. Koçu, "Eski İstanbul'da Bekâr Uşakları", Hayat Tarih Mecmuası, S. 3-4 (Nisan, Mayıs 1972).

NECDET SAKAOĞLU



BEKARBEY TEKKESİ

bak. KÂMİL EFENDİ TEKKESİ



BEKÇİ MANİLERİ

Bekçiler eskiden İstanbul'da önemli bir hizmeti yerine getiren görevlilerdi (bak. bekçiler). Ramazan gecelerinde davul çalıp maniler okuyarak halkı sahura kaldırmak gibi görevleri de vardı.

Bekçi manileri hem birer halk edebiyatı metni, hem de ezgiyle okundukları için halk musikisi konusu olarak, kendilerine özgü bir gelenek meydana getirirler.

Mani esas olarak yedi heceli dizelerden oluşan dörtlükler halindedir. Ancak bekçi manileri sekiz heceli dörtlüklerden oluşur ve aralarında konu birliği gösteren bu dörtlükler birbirini izler. Bu nedenle kimi araştırmacılar birbirini konu bütünlüğü göstererek izleyen bekçi manilerine "mani katarları" adını da vermişlerdir. Bunlar sekiz heceli oldukları ve konu birliği gösterdikleri için "bekçi destanları" diye de adlandırılmışlardır. Bekçi manilerinin bekçiler tarafından sözlü bir gelenek olarak yaşatılması söz konusu ise de 18. yy'dan itibaren çeşitli yazmalarda toplanmışlar, 19. yy'da ise bunlardan yapılan küçük bir seçme, resimle süslenerek taşbasması olarak yayımlanmıştır.

Bekçi manileri, dinleyenlere çeşitli

mesajlar ilettiği gibi, bunları kendine özgü bir mizah havası içinde gerçekleştirdiği için izleyicileri güldürürdü de. Bekçi ya da davulcu nereden geçiyor ve kimin kapısı önünde duruyorsa araya izleyicilerden ve ev sahibinden bahşiş isteyen sözler de sıkıştırırdı. Her bir mani katarı yazma ve basma kaynaklarda "fasıl" olarak adlandırılmış, buna göre hangi konuyla ilgiliyse "Fasl-ı Ramazan", "Sanatlar Faslı", "Sıçanlar Faslı" gibi başlıklar altında toplanmıştır.

Bekçi manilerinde eski İstanbul hayatının çeşitli safhalarını, birçok tarihsel yapıyla ilgili bilgileri görmek mümkündür. Bu tür manileri kapsayan taşbasması Bekçi Baba adlı resimli kitapçıkta otuz; Muhtar Yahya Dağlı tarafından derlenip yayımlanan istanbul Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mani Katarları adlı kitapta kırk; Âmil Çelebioğlu'nun aynı addaki bir yazmadan aktararak yayımladığı Ramazanname adlı kitapta ise yüz yirmi üç fasıl bulunmaktadır.

Ramazanname'nin yazıya geçirilişi daha yakın bir döneme ait olsa bile ilk yazılışı 18. yy'ın ikinci yarısına kadar iner. Â. Çelebioğlu, bu kitaptaki dörtlüklerden birinde geçen Emir Mustafa dediler / Sorarsanız ismimizi dizelerine bakarak eserin Emir Mustafa adlı biri tarafından yazılmış olabileceği, hattâ bu şahsın Yeniçeri Ocağı mensubu olmasının da muhtemel olduğu görüşündedir.

Bekçi manilerinde İstanbul yer ve yapı adlarıyla bunların özelliklerine ilişkin bilgilere rastlanır. Ayazma Camii, Beykoz Çeşmesi, Ayasofya Kütüphanesi, Ahırkapı Feneri bu manilerde birer fasıl ayrılmış yapılardır. Manilerde ayrıca ramazanın başlaması için hilalin görülmesi, su ve hurma ile iftar edilmesi, Bayezid Camii civarında yayaların, ok-

çuların, Eyüp'te oyuncakçıların, Yenika-pı'da oduncuların bulunduğuna değinilmiş olması İstanbul'un eski çehresini yansıtmaları bakımından da ilginçtir.

Manilerde ayrıca çeşitli geleneklere de değinilmiştir. Ramazanın on beşinde yeniçerilere padişah tarafından baklava gönderilmesi (bak. baklava alayı), minarelerde kandiller yakılıp mahyalar kurulması, güllaç baklavası hazırlanıp yenilmesi, şekerden ağaçlar yapılması, iftar ve sahur vakitlerini duyurmak için top atılması, ramazanın yaza rastladığı yıllarda Kız Kulesi'ne(->) iftara gidilmesi, mahalle çocuklarının fener taşlamaları, fener kırmaları ve külahını kaparak bekçiyi kızdırmaya çalışmaları, bekçilerin sopalarını yere vurarak dolaşmaları, fener ve davulun bekçilik alameti oluşu, bekçinin devamlı fenerle dolaşması, barata giymesi, davulcuda kılıç da bulunması bekçi manilerindeki kültür zenginliklerinin izleridir.

Halkın adak için Eyüp'e gidişi, kebabının ve oyuncaklarının ünlü olduğu, Ayazma Mesiresi'nin özellikleri, İstanbul'un kapıları, Yenikapı Mevlevihane-si'nde(->) hangi günler ayin yapıldığı, kuş, balık, para, gemi, meslek, esnaf, çeşitleri ve bunların özellikleri İstanbul'un ünlü cami, hamam ve çarşıları bekçi manilerinin bellibaşlı konularını oluşturur.

Bugün artık unutulmuş birer halk edebiyatı ürünü olan bekçi manileri, içerdikleri birçok özellikle araştırmacıların başvuracağı belgeler konumuna gelmişlerdir.



Bibi. Bekçi Baba, (ey); M. Y. Dağlı, İstanbul Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mani Katarları, İst., 1948; N. Kum, "Bekçi Baba Destanı: I-V", TFA, S. 19, 23, 40, 46, 56 (Şubat 1941-Ocak 1954); M. H. Bayrı, "Bekçi ve Ramazan

Mânileri", TFA, S. 117 (Nisan 1959); M. Ş. Ül-kütaşır. "Eski Ramazan Davulcuları ve Davulcu Mânileri", TFA, S. 245 (Aralık 1969); M. Cunbur, "Kütüphane Destanları", Folklor, S. 3 (Temmuz 1969); Â. Çelebioğlu, Ramazanname, İst., (ty); M. S. Koz, "Davulcu Mânileri", TDEA, II; ay, "Fihrist-i Bekçi Baba", TDEA, III; "Bekçi, Bekçi Baba, Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mâni Katarları", İSTA, V, 2417-2419.

M. SABRİ KOZ

BEKÇİLER

Geceleri kentin dirlik, düzenliğinden sorumlu görevliler. Eskiden İstanbul'un gündelik hayatında bekçilerin çok önemli yerleri vardı. Evliya Çelebi, Seyahat-name'de 1638'de düzenlenen meşhur Ordu Alayı'nı anlatırken "Esnâf-ı Pâs-bân-ı İstanbul" başlığı altında gece bekçilerine ayrı bir yer vererek sayılarının 12.000 olduğunu yazar. Bunların her gece sabaha kadar İstanbul içinde nöbet beklediklerini belirten Evliya Çelebi, bu esnafın subaşına bağlı olduğunu, bu yüzden de ordu alayında renk renk fanuslar yakıp geçtiklerini belirtir. Yine Evliya Çelebi'ye göre gece bekçileri alayda ellerinde ucu demirli sopalar, bellerinde kılıç, ok ve yaylar, sırtlarında abadan elbise, başlarında korkunç, acayip taçlar ve renk renk sivri külahlar ile yerlere sopa vurarak çevrede hırsız varmış gibi "Bre koma, kaçtı ha, vardı ha!" diye bağırarak geçerler ve seyircileri güldürürlermiş.

Bekçiler, mahallelinin Meclis-i Şer'e başvurmaları ve kadının resmi yazısı "mürasele" ile tayin edilirlerdi. Mahalle halkının güvenini kazanan bekçiler, i-mamların, muhtarların ve bekçibaşıların emrinde mahallenin güvenlik ve beledi işleriyle uğraşırlardı. Herhangi bir uygunsuzluk, hırsızlık ve buna benzer olaylarda görevlilere yardımda bulunur, doğum, ölüm, düğün, hastalık, askere alma ve savaş ilanı gibi hallerde gerekli hizmetleri görürlerdi.

İstanbul'un meşhur gece yangınlarım mahalle bekçileri duyururlardı. İletişim araçlarının pek kısıtlı olduğu o dönemlerde, yönetimin emir ve yasaklarını mahalle halkına ilan ederler, evlerin ve konaklarının kışlık odunlarını kırarlar, sakalık da yaparlardı. Bütün mahalle halkını tanırlar; uygunsuz kişileri bilir, kötü bir hadiseye sebep olmamaları için gözaltında tutarlardı. Mahalle kahvelerinin üstündeki özel bekçi odalarında yatıp kalkarlar, yazlık için başka bir semt ya da şehre gidenlerin evlerine göz kulak olurlar, ellerinde ucu demirli kalın bir sopa, sırtlarında uzun bir aba olduğu halde, sabaha kadar sokaklarda sopalarını yere vurarak dolaşırlardı.

Bekçinin geceleri yapmak zorunda olduğu hizmetlerden biri de saati bildirmekti. Her saat başında sopasının ucunu kaldırım taşlarına saat sayısı kadar vurur, hattâ buçukları, çeyrekleri bile belli ederlerdi. Bununla da yetinmez "Saatler bire geldi... Saatler iki buçuğa geliyor..." diyerek bu işi sesli olarak da

BEKDİK, NİHAT

126

127

BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ

bildirirlerdi. Evlerden saatleri duranlar, ayarları şaşıranlar, bekçi sopasının bu ritmik vuruşlarına ya da sesine göre saatlerini ayarlarlardı.

Bunların yamsıra mahalle bekçilerinin en önemli hizmetlerinden biri de ramazan gecelerinde ve bayram günlerinde davul çalmalarıydı. Bekçiler, sahur vakti davul çala çala dolaşarak mahalle halkını sahura kaldırır, bayramlarda ise yine davuluyla ev ev gezip bahşiş toplardı. Bekçiler, davul çalarken maniler de o-kurlar, böylece ortama kendilerine göre bir mizah da katarlardı. Bekçiler bu a-maçla ramazan gecelerine mahsus olmak üzere yanlarına bir yardımcı da alırlardı. Halk, bu hizmetine mukabil ramazan ayının on beşinde ve bayramın ilk gününde bekçiye bir ücret öderdi. Bu ücretin miktarı önceden belirlenmiş değildi. Herkes, gönlüne ve kesesine göre bahşiş denilen bir para verirdi. Bayramlarda para yerine keten ve yazma mendil, gömleklik kumaş türünden hediye verenler de olurdu. Bekçiler, bahşiş toplamak üzere ramazanın on beşinci gecesi teravih namazından, bayramın ilk günü ise bayram namazından sonra davul çalarak, mani söylerek bütün mahalleyi dolaşırlardı. Bu dolaşma sırasında mahalle çocukları bekçinin peşi sıra giderek onlarla arkadaşlık eder, bu suretle adeta bir alay kurulmuş olurdu.

İstanbul mahalle bekçileri arasında, davul çalmayı ve mani söylemeyi beceremeyenler, ramazan ayına mahsus davulcu ve manici tutarlar, topladıkları bahşişleri bunlarla paylaşırlardı. İstanbul bekçilerinin söyledikleri mani ve destanlar, değişik konularıyla, şehrin çeşitli semt ve mahallelerini tasvirleriyle birer belge niteliği kazanmışlardır (bak. bekçi manileri).

Osmanlı padişahlarının zaman zaman mahalle bekçilerine ilgi gösterdiği kaynaklarda görülen kısa notlardan anlaşılmaktadır: I. Abdülhamid'in (hd 1774-1789) sır kâtiplerinden biri tarafından tutulmuş bir not defterinde 18 Kasım 1774 günü öğleden sonra Topkapı Sara-yı'ndaki Sofa Köşkü'nde mahalle bekçilerinden ikisini huzuruna kabul ettiği yazılıdır. Bu kaynağa göre padişahın kabul ettiği mahalle bekçileri İstanbul'un en iyi mani okuyanlarından seçilmişti. İkindiye kadar bekçilere mani okutan padişah ayrıca mahalle hayatına dair taklitler de yaptırmış; sahura kadar sarayda misafir edilmelerini buyurmuştur.

Buna benzer bir olay III. Selim döneminde (1789-1807) olmuş ve Ahmed Faiz Efendi(-0 Rûznâme adlı eserinde bu olaydan söz etmiştir. Buna göre padişah iftardan sonra huzura kabul ettiği bekçilerle birlikte bir süre eğlenmiştir.

İstanbul'da 1812'de büyük bir veba salgını çıkmış ve devlet birçok önlem almak zorunda kalmıştı. Bu önlemler arasında ramazan ayında geceleri bekçilerin davul çalıp mani, türkü okumaları; kahvelerde tavla, dama ve satranç gibi oyunlar oynanması ve meddahların hi-

kâye anlatmalarının yasaklanması oldukça dikkat çekicidir.

İstanbul'u anlatan yazarların önde gelenlerinden Ahmed Rasim, Muharrir Bu Ya! adlı eserinde şehremanetinin bekçilerin, mahalle aralarında görevleri gereği bağırmalarına, ucu demirli sopa-larıyla yere vurmalarına son verdiğini ve gürültücü çocukları avutur gibi ellerine birer düdük tutuşturulduğunu, başlarına da şapka konulduğunu yazar. Çocukluğu İstanbul'da geçenlerin, bekçinin yüksek sesle bağırmasına, sopasının çıkardığı seslere alışkın olduklarım; Dağda gezer bekçi baba, ninni / Arkasında yeşil aba ninnileriyle büyüdüklerini belirtmekten kendini alamaz. Cumhuriyet döneminin bekçilerle ilgili yeniliklerini verirken onların yakın dönemlerdeki kıyafetlerini de sıralar. Ahmed Rasim'e göre gençlerinin başında koyu vişne renginde dallı yemeni sarılı arakçın; yaşlılarında üstü abanili ya da sarıklı serpuşlar; sırtlarında mevsimine göre salta, cepken, aba, haydari biçim ceket, gocuk; bacaklarında sıkma, dizlik, şalvar; ayaklarında kundura mest, kış yaz memleket işi renkli nakışlarla bezeli yün çorap; bellerinde kuşak bulunurdu.

Bekçiler günümüzde emniyet teşkilatının birer elemanı durumuna ve mahalle aralarında devriye gezerek asayişi denetlemede yardımcı unsur konumuna gelmişlerdir. Eski bekçiler ucu demirli sopa dışında herhangi bir silah taşımazlarken günümüz bekçilerinde beylik tabanca bulunmakta, yerine göre daha ağır silahlar da taşıyabilmektedirler.

Eski İstanbul'un, devletten herhangi bir ücret almayan, mahalleliye karşı sorumlu olan, onlar tarafından verilen bahşiş adı altındaki ücretle geçinen bekçi babalan, yerlerini günümüzün ramazan gecelerinde ve bayram günlerinde davul çalarak eski geleneği devam ettiren davulcularına bırakmışlardır.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 520; Ahmed Rasim, "Bekçi!.. Sen... Sus!" Muharrir Bu Ya!, ist, 1926, s. 283-288; H. Tongur, Türki-yede Genel Kolluk, Ankara, 1946, s. 42-73; H. Alyot, Türkiyede Zabıta, Ankara, 1947, s. 234-236; M. Y. Dağlı, İstanbul Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mâni Katarları, İst., 1948, s. 3-5; ISTA, V, 2411-2417; R. E. Koçu, Osmanlı Tarihinde Yasaklar, İst., 1950, s. 41-42; S. Sema, Eski İstanbul'dan Hatıralar, İst., 1991, s. 46-49; Ahmed Efendi, Rûznâme (yay. haz. V. S. Arıkan), Ankara, 1993, s. 168. İLHAN ŞİMŞEK

BEKDİK, NİHAT

(1902, İstanbul - 1972, İstanbul) Futbolcu. Futbola, Galatasaray Lisesi'nde öğrenciyken başladı. Sonra öğrenimini Deniz Harp Okulu'nda sürdürdü. Galatasaray Spor Kulübü'nde yetişip parladı ve Türk futbolunda "Aslan Nihat" olarak ün yaptı. 1916-1936 arasında aralıksız olarak

20 yıl Galatasaray takımında 268 kez yeraldı, kaptanlık yaptı. 1923'te ilk milli takımda oynadı. Başarılı futbol yaşamında

21 kez milli formayı giydi, 10 maçta millitakım kaptanlığı yaptı ve milli forma al-

tında l de gol attı. Futbolculuğunun ya-nısıra iyi bir atletti. 1923'te 11,92 m'lik derecesiyle üçadım atlamada, 1,58 m'lik derecesiyle yüksek atlamada Türkiye rekorlarını kırdı. Futbolu bıraktıktan sonra denizcilik ve binicilikle uğraştı. "Aslan" isimli teknesiyle yelken yarışlarında şampiyonluklar kazandı; 55 yaşına kadar boğazı yüzerek geçme yarışlarına katıldı. 1957-1960 arasında Demokrat Parti İstanbul milletvekiliydi.

CEM ATABEYOĞLU

BEKİR REFET

(1899, İstanbul - 1978, Karhruhe/Almanya) Futbolcu. Kadıköy'de doğup büyüdü. Futbola, Kadıköy Numune Mekte-bi'nde öğrenciyken başladı. 1911' de Fenerbahçe Spor Kulübü'ne girdi, kulübün küçük ve genç takımlarından yetişti. Birinci takımda parladı. 19l6'da yakın arkadaşı Otomobil Nuri'nin aracılığı ile Al-tınordu'ya geçti. Bu kulübün kapanması üzerine Union Club takımında kısa bir süre oynadıktan sonra Fenerbahçe'ye döndü. 1921'de Galatasaray Spor Kulü-bü'nün daveti ve Fenerbahçe'nin de izniyle Galatasaray'ın Avrupa turnesine katıldı. Bu turne -sırasında Almanya'da fevkalade maçlar çıkardı. Birkaç Alman kulübü peşine düştü. Sonunda, Galatasaray'ın eski futbolcularından Emil Ober-le'nin aracılığı ile Karlsruhe Phönbc kulübü ile anlaştı. Bu takımda uzun yıllar başarıyla yer aldı. Almanya'da büyük ün yaptı. Ünlü spor dergisi Kicker ona beş kez kapakta yer verdi. Almanya'da iken Türk milli takımında ve Fenerbahçe'nin önemli yabancı maçlarında da yer almaya devam etti. 1924 Paris Olimpiyat O-yunları'nda Çekoslovakya'ya 5-2 yenildiğimiz maçta takımımızın iki golünü attığı gibi takım kaptanlığım da yaptı. 1925'te Fenerbahçe'nin ünlü Çek takımı Sla-via'yı 1-0 yendiği maçtaki golü de kafa vuruşuyla o attı. Almanya'da bulunduğu ilk yıllarda bir Alman kadınla evlenmişti. Bu izdivaçtan dünyaya gelen oğlu Nuri onu Almanya'ya bağladı. Eşinden ayrılınca mahkeme Nuri'yi annesinin yanına verdiği için Almanya'dan ayrıla-madı. Son derece sert şutlarından ötürü "Bombacı Bekir" diye anıldı ve tanındı. Attığı şutlarda topun sahayı çevreleyen tahta perdeleri devirdiği, öküzün kaburgalarını kırdığı yakıştırmalarıyla Türk futbolunda adeta bir efsane kahramanı oldu. Almanya'da Türk vatandaşı olarak yaşadı ve öldü.

CEM ATABEYOĞLU



BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ

Beyazıt'ta Harbiye Nezareti'nin (bugün İstanbul Üniversitesi merkez binası) kuzeydoğusunda yer almaktaydı. 1870-1922 arasında İstanbul'un korku uyandıran tutukeviydi. Resmi adı İstanbul Muhafızlığı Dairesi iken halk arasında ve basında Bekirağa Bölüğü olarak ünlen-mişti. Binası, 1950'den sonra yıkılmıştır. İstanbul'un uzun tarihinde pek çok

zindan ve hapishane vardır. Anemas, Banyon, Baba Cafer, Yedikule, Paşakapı-sı Tomruğu, Kapıarası, Mehterhane, Zaptiye Kapısı Tevkifhanesi bunlardandır. Bekirağa Bölüğü, yakın bir dönemin siyaset, basın ve aydın çevrelerini etkilediğinden daha fazla ünlenmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa M. M. Grubu Reisi Hüsameddin Ertürk'ün açıklamalarına göre burası siyasi ve askeri tutuklulara mahsustu. Beyazıt'ta Harbiye Nezareti'nin arkasındaki iki katlı kagir bina, daha önce Hassa Ordusu komutanlık makamı ile bazı askeri daireleri ve inzibat bölüğü koğuşunu kapsıyordu. Burasının bir tutukevine dönüştürülmesi Abdülaziz'in (hd 1861-1876) son yıllarındadır. Ancak, resmen Bekirağa Bölüğü deyimi o zamanlar kullanılmıyordu. Burada tutuklananlar hakkında "İstanbul Muhafızlığı Dairesi'nde bulundurulmakta" denmekteydi.

Tutukevine adını veren alaylı binbaşı Bekir Ağa'nın Bayındırlı bir zeybek olduğu, savaşlardaki yararlıklarından dolayı ödüllendirilip rütbe verildiği ve en son Bâb-ı Seraskeri Askeri Tevkifhanesi müdürlüğüne getirildiği söylenir. 1887' de ölen Bekir Ağa'nın başında bulunduğu yıllarda (1870P-1887?) burası azılı asker kaçaklarından suçlu görülen müşirlere kadar ordu mensuplarının, gazetecilerin, aydınların ve bürokratların kapatıldığı ve rivayete göre işkenceye ko-şulduğu korkunç bir yerdi. Tutukevini Bekir Ağa'nın komutasındaki özel bir zaptiye bölüğü beklemekteydi. Oğlu Alımed Hamdi Tanyeli'nin anılarına göre Bekir Ağa, Seraskerlik'teki merkez komutanlığı binasının eski koğuşlarını onartarak özel bir birlik kurmuş ve cuma selamlıklarına bu tören bölüğüyle katılmaktaymış. Bir yandan da askeri tutukevindeki suçluları ıslah (!) edermiş. II. Abdülhamid'in koruduğu, okuryazar olmayan subaylardan olan Bekir Ağa'nın, yönetime muhalif olanlara burada işkence ettiği kuşkusuzsa da bu konudaki yaygın söylentiler belgelendi-rilememiştir. Bekir Ağa'dan sonra tutu-kevinin başına getirilen Salim Bey'in de uyguladığı işkenceler yüzünden "Tırnakçı" sanını kazandığı bilinmektedir.

II. Meşrutiyet'in ilanıyla (1908) buradaki tutuklular serbest bırakılmış, ama bu kez, meşrutiyet muhalifleri buraya kapatılmışlardır. Üçüncü dönemde ise İttihat ve Terakki Fırkası'mn iktidardan düşmesi (1918) ile bu parti mensupları ve savaş sanıkları Bekirağa Bölüğü'nde tutuklanmışlardır. Mütareke döneminde (1919-1922) buradaki siyasi tutuklular Malta'ya sürgüne gönderilirken bu kez aynı yerde İstanbul'u işgal eden güçlere karşı direnenler ve sakıncalı görülenler tutuklanmışlardır. Bekirağa Bölü-ğü'nün ünü her dönemde muhaliflerin kapatıldığı bir hapishane olarak ortaya çıkmaktadır.

Burada bir süre tutuklu kalan Süleyman Sırrı adlı gencin yayımlandığı kitapçıkta yapılan işkenceler abartılı hattâ hayali olaylar katılarak anlatılmış, örneğin,

Fossati imzalı

bir resimden

alınan ayrıntıda

Bekirağa


Bölüğü

binasının bir

bölümü

görülüyor.



Cengiz Can

fotoğraf

koleksiyonu

atılan dayaklardan sonra yerlerin kan gölüne döndüğü, kimilerinin ayaklarına Mahmudiye gemisinin zincirlerinin bağlandığı, bunları, üç kişinin zorla tuvalete taşıdığı, Sadrazam ve Harbiye Nazın Mahmud Şevket Paşa'nın (1913) hapishaneyi teftiş ettiği vb ileri sürülmüştür. Buna karşılık, Bekirağa Bölüğü'nde tutuklu kalanlardan bazıları da daha gerçekçi bilgiler ve anılar bırakmışlardır. Buna göre, tutuklu subaylar ve üstsu-baylar, hapishanenin üst katında, geniş odalarda ve koğuşlarda kaldıkları gibi, aylıklarım almaktaydılar. Uşakları ya da emir erleri ev ve konaklarından kendilerine yemek getirmekteydi. Alttaki koğuşlarda kalan tutuklu erler ise o civardaki bakkaldan peynir, ekmek, zeytin aldırıp yiyorlardı. 1912'de tutuklanıp buraya kapatılan eski valilerden şair ve yazar Süleyman Nazif'in, dönemin idare-i örfiye (sıkıyönetim) komutanına gönderdiği bir mektup, Bekirağa Bölüğü ile ilgili ender belgelerden olup bunda, koğuşları yağmur sularının bastığı, tutuklulardan çoğunun koleraya yakalandığı, bir koğuştaki otuzdan fazla aydının en kötü yaşam koşullan içinde kıvrandıkları ve kalınan yerlerin birer hayvan barınağı bile sayılamayacağı vb yazılıdır.

Balkan Savaşı (1912-1913) devam e-derken tutuklanan eski Selanik valisi Hüseyin Kâzım Kadri ise anılarında, pek çok İttihatçının Bekirağa Bölüğü'ne konduğunu, herkesin yerli yersiz sızlandığını, şuna buna atıp tuttuğunu, Said Halim Paşa'nın bir seferinde buraya gelip arkadaşlarının hatırını sorduğunu, koğuşlarda uluorta bağırılıp çağırılarak yönetimin eleştirildiğini, duyan görevlile-

rin de bunu hoşgörüyle karşıladıklarını anlatır. Dönemin İstanbul Polis Müdürü Ahmed Bey'le, Merkez Komutanı Miralay Selanikli Remzi Bey'in buradaki tutuklulara karşı sevecen davrandıklarını, hattâ suçsuz olanların bir an önce salıverilmelerine çaba gösterdiklerini ise burada birkaç gün tutuklu kalan gazeteci Burhan Felek anılarında yazmıştır.

1912-1918 buhran yıllarında ise birçok aydın ve politikacı burada tutuklu bulunurken birbirlerini daha yakından tanıma, ülke sorunlarını tartışma ve gerçekçi bilgiler edinme olanağı bulmuşlardı. Bu, niteliğinden ziyade ünüyle korkutan hapishanenin en karanlık günleri ise mütareke dönemidir. İttihatçıların yamsıra, Kuva-yı Milliyeciler, Ermeni tehciri ile suçlananlar ve ülkeyi savaşa sürükledikleri iddia edilenler yakalanıp buraya kapatılmışlardı. Bunlar arasında, eski sadrazam Said Halim Paşa, eski şeyhülislamlardan Musa Kâzım Efendi ile Hayri Efendi, Meclis-i Mebusan eski reisi Halil (Menteşe), Ayan Meclisi eski reisi Rıfat, eski hariciye nazırı Ahmed Nesimî, Adliye Nazırı İbrahim, Maarif Nazırı Şükrü, mebuslardan Hüseyin Cahit (Yalçın), Midhat Şükrü (Bleda), Ağaoğlu Ahmed, İsmail Canbolat, Salah Cimcoz, Kara Kemal, Emanuel Karasu, Hasan Fehmi, Celal Nuri (İleri) Mehmed Emin (Yurdakul), Yunus Nadi vb de vardı. Diyarbakır Valisi Dr. Reşid Bey'in burada tutuklu iken 25 Ocak 1919 günü kaçışı geniş yankılar uyandırmıştı. Onun kaçışı, başka birçok insanın tutuklanıp Bekirağa Bölüğü'ne getirilmelerine neden olmuştu. Anadolu'ya hareket etmeden önce Mustafa Kemal'in, burada tutuklu olan

BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ

128

129

BEKTAŞÎ MUSİKİSİ

•-•-•<-_-_ A»' S~.

fTTTînpî ^n: M M: l 1

iti* -ÜŞ jtlil Üüi «JL.İLİ ! •

Bekirağa Bölüğü'nün Bâb-ı Seraskeri Hastanesi olarak Fossati tarafından hazırlanan 1841 tarihli proje eskizi. Cengiz Can foloğraf koleksiyonu

Mimari

Tasarımı 1841 "de Gaspare Fossati(->) tarafından yapılmış ve uygulanmıştır. Bâb-ı Seraskeri Hastanesi olarak isimlendirilen ve 250 yatak kapasiteli olarak tasarlanan yapıyla ilgili mimari projeler Bel-linzona (isviçre) arşivindedir.

arkadaşı Ali Fethi Bey'i (Okyar) ziyaret ettiği de (Mayıs 1919) bilinmektedir. Bundan birkaç gün sonra ise işgal Kuvvetleri, Bekirağa Bölüğü'ndeki tutukluları Malta Adası'na sürgüne göndermişlerdir. Hüseyin Cahit (Yalçın) anılarında, harp divanı tarafından bir ay hapse mahkûm edilip cezasını Bekirağa Bölüğü'nde çekerken bitlerini ayıklamaya çalışan bir mahkûmla, zemin katta bir odada kaldığını anlatır. Onun gözlemleri ilk kez hapse giren bir aydının tespitleri olarak önemlidir. Mütareke yıllarında koğuşlarında boş yer kalmayan Bekirağa Bölüğü'ndeki tutuklularından bazıları Nemrut Mustafa ve Hayret Paşa başkanlığındaki divan-ı harplerde yargılanmışlardır. Bu yargılamalar sırasında, Ermeni tehciri sanıklarından Boğazlıyan Kaymakamı Ke-maleddin Bey ile Jandarma Komutanı Mehmed Tevfik Bey ve Evkaf Müdürü Feyyaz Bey idama mahkûm edilmişler, Kemaleddin Bey'in Bekirağa Bölüğü'nün karşısında darağacında idamı İstanbulluları üzüntüye boğmuştu. Tutuklulardan Halil Paşa (Kut) ile Küçük Talat Bey'in (Muşkara) kaçışları ise burada yaşanan son olaylardandır. 1922'den sonra boşaltılan harap durumdaki bina, Seraskerlik Dairesi ile birlikte istanbul Üniversite-si'ne verilmiş, 1950'li yıllarda da yıkılıp yerine laboratuvar binaları yapılmıştır.

Bibi. A. H. Tanyeli, "Meşhur Bekir Ağa ve Bölüğü", Tarih Hazinesi, S. 3-4 (Aralık 1950-Ocak 1951); H. Ertürk, iki Devrin Perde Arkası, İst., 1957, s. 201-207; F. Kandemir, "Eski Politikacıların Korkunç Tevkifhanesi Bekirağa Bölüğü" Resimli Tarih Mecmuası, s. 3882-3885; Süleyman Sırrı, Bekirağa Bölüğünde, Orada Neler Gördüm?, İst., 1335; Hüseyin Kâzım Kadri, Meşrutiyet'ten Cumhuri-yet'e Hatıralarım, (haz. ismail Kara), ist., 1991, s. 134-135; A. Mehmetefendioğlu, ittihat ve Terraki'nin Kurucu Üyelerinden Dr. Reşid Bey'in Hatıraları "Sürgünden İntihara", ist., 1993, s. 17-18; B. Felek, "O Devrin ihtilâlcileri", Milliyet, 26 Ekim 1975; H. C. Yalçın, Siyasi Anılar, İst., 1976. s. 176 vd.

NECDET SAKAOĞLU

Bekirağa Bölüğü, Tanzimat yöneticilerinin mimarlık eğitimi görmüş bir mimara yaptırdıkları ilk yapı olması bakımından önemlidir. Ahşap mahalleleri yok eden İstanbul yangınlarına önlem olarak örnek bir yapı niteliğinde tecrübe için tuğla yığma sistemle inşa edilmiştir. 1843'te Eminönü Yeni Cami sahilinde Limon İskelesi Karakolu'nu da inşa eden Gaspare Fossati bu yapılarındaki başarısı sonucu Tanzimat yöneticilerinin gözde mimarı olmuş ve Darülfünun, Baltalimanı Sahilsarayı (bugün Kemik Hastalıkları Hastanesi), Mekteb-i Sanayi (bugün Sultanahmet Meslek Lisesi) gibi birçok yapı gerçekleştirmiştir.

Köşelerinde kademeli cephe çıkmaları ile hareketlenen yapı büyük ölçülerine rağmen alçak nispetleri ve geniş çatısıyla çevreye uygun bir kütledir. Eğimli bir arazide yer aldığından bahçe cephesi bir, Marmara cephesi iki katlıdır. Her iki cephede sütunlar üzerinde öne çıkan almlıklı giriş saçakları yer alır. Fossati, projede orta sofa üstünde basık bir kubbe ve tonoz bir örtü denemiş ancak uygulamayı bir çatı, feneri ile gerçekleştirmiş, bu fener daha sonra kaldırılmıştır. Eskizlerde parapetli olarak görünen çatı, uygulamada saçaklı gerçekleşmiştir. Ahşap döşemeli tuğla yığma tekniği, cephe



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin