Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi


Bibi. Ergun, Antoloji, I-II, H. K. Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî, İst., 1982. ÖMER TUĞRUL İNANÇER CEM



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə92/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   88   89   90   91   92   93   94   95   ...   134

Bibi. Ergun, Antoloji, I-II, H. K. Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî, İst., 1982.

ÖMER TUĞRUL İNANÇER



CEM

1910-1912 ve 1927-1929 arasında iki dönem yayımlanmış mizah dergisi.

Kumcusu Mehmed, Cemil (Cem) (1882-1950) Paris Elçiliği'nde kâtip olarak çalıştığı yıllarda kentin zengin sanat çevrelerinde ressamlarla tanıştı, çizgi yeteneğini geliştirdi, kültürünün ufkunu genişletti. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra yayımlanan Kalem mizah dergisine Avrupa'dan gönderdiği karikatürler son derece beğeniliyordu. 1910'da Roma Elçiliği'nde kâtip iken, ailevi sebeplerle İstanbul'a döndü ve Türk karikatürcülüğünde dönüm noktası oluşturan Cem dergisinin yayımına girişti (10 Aralık 1910). Karikatürlerinin yanısıra Refik Halid'in (Karay) mizah yazıları da derginin başarısını sağladı, sadece İstanbul'daki satış, günlük gazetelerin birçoğunu aşarak 12.000'e ulaştı. II. Meşrutiyet döneminin bu en heyecanlı yıllarında muhalefeti de iktidarı da gerçek yüzleriyle kamuoyuna sundu.

Karikatürü çarpık çizgi sanatı sanmanın yanlışlığını belirten Cem, insanlardaki çift kişilikten birinin gerçekleri gördüğünü diğerinin ise komiklik karakterini taşıdığını ve bazı durumlarda bu i-kincinin ön plana çıktığını, egemenleşti-ğini belirtip karikatürün bu ruhu yaka-

etscmh; N&I S'-

DJEM,,


flBVflB ııolUisae, humüjîsii

Cem dergisinin 18 Şubat 1911 tarihli 15'inci

sayısı.


Gözlem Yayıncılık Arşivi

lamak olduğunu ileri sürdü. Milletvekilleri ilk kez halk arasına karıştıklarında insanların bunların arabalarının atlarını çözüp arabayı kendilerinin çekmelerini konu alan "Çektiklerimiz" karikatürü bu ruhu toplumsal düzeyde yakalamanın en başarılı örneği olmuştur. Siyasal eleştirinin en kaba şekle büründüğü yıllarda Cem'in üstün incelik taşıyan taşlamaları çok etkili olmuş, dergi önce 32. ve nihayet kesin şekilde 43. sayısında (18 Ekim 1912) kapatılmıştır.



Cem dergisi ikinci kez 15 Aralık 1927' de yayıma başladı. Ama ilk sayıdan itibaren kapatılma ve mahkemeye sevk edilme tehditleri altında kaldı. Uzun süren davalardan sonra dergi 2 Mayıs 1929'da 49. sayısında yayın hayatına son verdi.

Bibi. T. Toros, "Türk Karikatürünün Babası Cem", TT, no. 4 (Nisan 1984), s. 32-35; ay, "Türk Karikatürünün Babası Cemil Cem", TT, no. 77 (Mayıs 1990), s. 30-33; T. Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, II, İst., 1988. ORHAN KOLOĞLU

CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU

Harbiye'de bulunan İstanbul Belediyesi Konser Salonu 14 Mart 1989 tarihinde a-çıldı. İnşaatı yedi ay gibi kısa bir sürede tamamlanan bu yapı İstanbul'daki sırf konser için planlanmış ilk mekândır. Dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan' m dünya metropolleri arasında önemli bir yeri olan İstanbul'un konser mekânı eksikliğini gidermek için başlattığı bu projenin dış cephe taş işçiliğinde ve iç dekorasyonunda 13. yy Selçuklu süsleme sanatından esinlenilmiştir. Salonun oturma kapasitesi 860 kişidir. Balkonların devreye girmesiyle bu kapasite 900'e yükselmektedir.

Prof. Filiz Ali salonun ilk genel sanat yönetmeni tayin edilmiştir.

Salon, konser vb sanat etkinliklerinin dışında, ulusal ve uluslararası konferanslar, kongreler, film gösterileri sahnelenmesi ve plastik sanatların değişik dallarına yönelik sergi düzenlemelerine uygun olarak projelendirilmiştir. Türkiye' de hiçbir salonda bulunmayan bir akustiğe sahiptir. Bu üstün akustik özellik, hareketli "akustik konser kabuğu", buna ek olarak elektronik ses yansıtma sistemi ERES ile sağlanmıştır. Tüm enstrümanların sesleri, salonun her noktasından aynı değerde işitilebilmektedir.

Salon, müzik dışındaki etkinliklere parelel olarak, Dolby ses sistemli 16/36 mm film projeksiyon makineleri, yüksek güçlü Riemer video projeksiyon cihazı, bilgisayar kontrollü ışık kumanda masası, 180 kanallı sahne ışık ve ses kayıt sistemi ile donatılmıştır. Ayrıca, kongreler için, aynı anda altı ayrı dilde çeviri ve kayıt yapabilen "simültane çeviri merkezi", salonda her noktadan konuşma ve kayıt yapabilme olanağı tanıyan ses sistemi ve her türlü haberleşme yapılabilen basın merkezi bulunmaktadır. Alt salon ve fuayeler tüm plastik sanatların sergilenmesine uygun olarak ışıklandı-

398

CEMAL SAHİR

Cemal Reşit Rey Konser Salonu

Nazım Timuroğlu, 1994

rılmıştır. Salonun altında, bina ile özel bağlantısı bulunan 480 oto kapasiteli bir otopark da bulunmaktadır.

istanbul Konser Salonu 14 Mart 1989 Salı akşamı Rudolf Baumgartner'in yönetimindeki Lucerne Festival Oda Orkest-rası'nın konseriyle açılmıştır. Bu konserin solisti piyanist İdil Biret'ti.

1989'da konser salonuna Cemal Reşit Rey Konser Salonu adı verilmiştir. Çok sayıda dünya çapında sanatçının gösterilerini gerçekleştirdiği bu salon, üstün nitelikli konserler açısından İstanbul'u öteki Avrupa kentleriyle boy ölçüşebilecek düzeye getirmiştir. Temmuz 1992' de salonun genel sanat yönetmenliğine Aydın Gün atanmıştır ve salon halen o-nun yönetimi altındadır.

FİLİZ ALİ

CEMAL SAHİR

bak. KEHLİBAĞCIOĞLU, CEMAL SAHİR



CEMALEDDİN HALVETÎ

(?, Aksaray - 1494, Tebük) Halvetîliği 15. yy sonlarında İstanbul'un gündelik hayatına sokan ve tarikatın Cemalî kolunu kuran mutasavvıf. Çelebi Halife olarak da bilinir.

Asıl adı Muhammed, mahlası Cemalî' dir. Ailesi ve yakın çevresi hakkındaki sınırlı bilgiler, kaynaklarda farklı şekilde yer almaktadır. Cemaleddin Aksarayî'nin (ö. 1388) soyundan geldiği ve İbrahim Aksarayî'nin oğlu olduğu bilinmekle beraber bu kişilerin hayatlarına ilişkin bilgi yoktur. Diğer yandan I. Selim'in (Yavuz) (hd 1512-1520) vezirlerinden Pîrî Meh-med Paşa (ö. 1532) ve Müftî Zenbilli Ali Çelebi'nin (ö. 1525), Cemaleddin Halveti ile yakın akraba olduklarına dair bir rivayet varsa da doğruluğu yeterince açık değildir.

İlk eğitimini Aksaray'da yapan Cemaleddin Halvetî, daha sonra II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) İstanbul' a gelmiş ve burada Hacı Halife lakabıyla tanınan Zeynî Şeyhi Abdullah Kastamo-nî'ye (ö. 1488) intisap ederek tasavvuf zümresine girmiştir. İstanbul'da ne kadar süre kaldığı bilinmemektedir. Bu dönemde bir Zeynî şeyhi olarak faaliyet gösteren Cemaleddin Halvetî'nin bir müddet sonra İstanbul'dan ayrılarak Ka-raman'a gittiği görülür. Burada Alaeddin Halvetî'nin (ö. 1462) halifesi Şeyh Abdullah'a intisap ederek Halvetîliğe bağlanmıştır. Şeyh Abdullah'ın vefatı üzerine önce Tokat'ta faaliyet gösteren Ümmî Şeyh Tahirzade'ye, ardından da Halvetî-liğin "pir-i sani"si kabul edilen Seyyid Yahya Şirvanî'nin halifesi Muhammed Bahaeddin Erzincanî'ye intisap etmiş ve ondan Halvetî hilafeti almıştır.

Cemaleddin Halvetî'nin halife sıfatıyla tarikat faaliyetlerini sürdürdüğü ilk büyük merkez, Amasya'dır. Burada Şehzade Bayezid ile tanışır ve onu manevi kişiliğiyle etkileyerek nüfuzu altına alır. Zamanla siyasi yönü ağır basan bu ilişki, Halvetîliğin II. Bayezid döneminde (1481-1512) İstanbul'un gündelik hayatına girmesinde önemli rol oynayacaktır.

Şehzade Bayezid'in yakın çevresine giren Cemaleddin Halvetî, diğer tarikat şeyhleriyle birlikte Sultan Cem'e karşı Ba-yezid'i desteklemiştir. Bu amaçla Sultan Cem yanlısı Vezirazam Karamanî Mehmed Paşa'ya karşı mücadele etmiş ve adı, II. Mehmed'i hedef alan bir saray komplosuna karışmıştır. Komplonun ortaya çıkarılması üzerine bir süre kendini gizleyen Cemaleddin Halvetî, Vezirazam Karamam Mehmed Paşa'nın öldürülmesi ve II. Mehmed'in vefatıyla tekrar ortaya çıkmış, II. Bayezid'in padişah olmasıyla birlikte İstanbul'a gelerek Halvetîliği şehrin gündelik hayatına sokmuştur. II. Baye-

zid tarafından İstanbul'a davet edilen Cemaleddin Halvetî, yüz kadar dervişiy-le önce Üsküdar'a, ardından da Küçük-mustafapaşa'daki Gül Camii civarında Mustafa Ağa'nın konağına yerleşir. Tarihte Koca Mustafa Paşa namıyla tanınan ve vezirliğe kadar yükselen Mustafa Ağa, II. Bayezid'in kapıcıbaşısı olup aynı zamanda Cemaleddin Halvetî'nin de müritlerindendir. İstanbul'da ilk defa bu konakta Halvetî ayini icra eden Cemaleddin Halvetî etrafındaki mürit halkasının genişlemesi üzerine, Bizans dönemine ait Hosios Andreas Kilisesi camiye çevrilerek kendisine tahsis edilmiş ve Halvetîliğin İstanbul'daki bu merkezi, Kocamustafapaşa Âsitanesi adıyla kuruluşundan 1925'e kadar kesintisiz faaliyet göstermiştir. İstanbul'da çıkan bir veba salgım üzerine dua etmek için dervişle-riyle birlikte II. Bayezid tarafından Mekke'ye gönderilen Cemaleddin Halvetî, Şam civarındaki Tebük koruluğunda vefat etmiş ve vasiyeti gereği hacıların geçtiği yol kenarına gömülmüştür.

Cemaleddin Halvetî, İstanbul'da faaliyet gösteren 15. yy tarikat mensupları a-rasında mistik ve siyasi kimliğe sahip bir mutasavvıf olarak dikkati çeker. II. Bayezid'in kendisine intisap ettiği rivayeti özellikle Halvetîler arasında yaygın ise de bunu doğrulayabilmek mümkün değildir. Fakat padişah üzerindeki etkisinin, Amasya'daki şehzadelik yıllarından itibaren giderek arttığı ve bu sayede Halvetîliği sarayın siyasi desteği ile İstanbul' da kurumlaştırdığı açıktır. Kendisinden sonra halifesi Sünbül Sinan ve onu izleyen Merkez Efendi de aynı şekilde sarayla yakın ilişki kurmuşlar, böylece Hal-vetîlik(-») İstanbul'da en geniş ölçüde yaygınlaşabilme olanağını bulmuştur.

Kocamustafapaşa Âsitanesi'nde 1489-1494 arasında postnişinlik yapan Cemaleddin Halvetî, tarikatın dört ana kolundan biri olan Cemalîliğin kurucusudur. Bu kol daha sonra pek çok kısma ayrılarak İstanbul'un mistik hayatını derinden etkilemiştir. Bunlardan ilki Sünbül lakabıyla tanınan halifesi Yusuf Sinan'ın (ö. 1529) kurduğu ve bütünüyle İstanbul'a özgü bir tarikat özelliği taşıyan Sünbülî-liktir. Bu koldan daha sonra Şabanîlik, Assalîlik ve Bahşîlik şubeleri doğmuştur.

Cemaleddin Halvetî'nin yetiştirdiği halifeleri arasında başta Sünbül Sinan olmak üzere Kasım Çelebi (ö. 1509) Sinan Erdebîlî (ö. 1544), Üveys Dede, İdris E-fendi, Hayreddin Tokadı, Cemal Efendi, Alaeddin Uşşakî, Musliheddin Efendi, Bayezid Halife, Ali Dede, Selahaddin Efendi, Davud Dede ve Cemşah Karamanî gibi Halvetî şeyhleri sayılabilir.

Eserlerini Arapça kaleme alan Cemaleddin Halvetî'nin tasavvuf anlayışı, Sünnî akideye bağlı olarak yaptığı Kuran tefsirine dayanır. Bu tür eserlerinin dışında kalan Risâletü'l-lslâmiyye, Feridüd-din Attar'a ait bazı seçme parçaların şerhidir. Sirâcü'l-Kulûb'da, tasavvuf terimlerini incelemiş olup ayrıca bir de Di-vançetsi vardır.



Bibi. Yusuf Sinan, Tezkîre-i Halvetiyye, Sü-leymaniye Ktp, Es'ad Efendi, no. 1372, vr 29a; Cemaleddin Hulvî, Lemezât, Millet Ktp, Ali Emiri, Şer'iye, no. 1100, vr 152b-177b; Lâmîî, Nefehât, 579; Mecdî, Hadaikü'ş-Şaka-ik, 284-286; Haririzade, Tibyân, I, vr 245b-254b; Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyib-i Ta-rikat-ı Âliyye-i Halvetiyye, ist., 1290, s. 16-17; Ayvansarayî, Hadîka, I, 162; Vassaf, Sefine, III, 228-233; Zâkir, Mecmua-i Tekaya, 2; Si-cill-i Osmanî, IV, 105; Osmanlı Müellifleri, I, 51-52; Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 55; Hoca-zade, Ziyaret, 56; S. Eyice, "istanbul'da Koca Mustafa Paşa Camii ve Onun Osmanlı-Türk Mimarisindeki Yeri", TD, V/8 (Eylül 1953), s. 152-182; T. Yazıcı, "Fetih'ten Sonra İstanbul'da ilk Halvetî Şeyhleri", İstanbul Enstitüsü Dergisi, II (1956), s. 91-97; R. Serin, islam Tasavvufunda Halvetîlik ve Halvetîler, İst., 1984, s. 98-101; M. Serhan Tayşi, "Cemâl-i Halvetî", DİA, VII, 302-303.

EKREM IŞIN



CEMALEDDİN UŞŞAKÎ

(?, Edirne - 1751, İstanbul) Halvetîliğe bağlı Uşşakîliğin Cemalî şubesini kuran mutasavvıf. Uşşakîler tarafından "pir-i sa-ni" olarak kabul edilir.

Asıl adı Mehmed Cemaleddin'dir. Eğitimini Edirne'de tamamladı. Osman Sıd-kî Efendi'nin (ö. 1702) halifelerinden Mehmed Hamdi Efendi'ye (ö. 1733) intisap ederek Uşşakî tarikatına girdi. Bir süre Hamdi Efendi'nin hizmetinde bulunduktan sonra onun vefatıyla Gülşenî Şeyhi Hasan Sezaî Efendi'ye (ö. 1737) bağlandı. 1742'de İstanbul'a gelerek Vezir Hı-ramî Ahmed Paşa (ö. 1599), tarafından Eğrikapı dışında yaptırılan tekkeye post-nişin oldu ve meşihat görevini vefatına kadar burada sürdürdü. Türbesi, kendi adıyla anılan Cemaleddin Uşşakî Tek-kesi'nin(->) yanındadır.

Cemaleddin Uşşakî, 18. yy Rumeli Halvetîliğinin İstanbul'daki başlıca temsilcilerinden sayılır. Mensubu bulunduğu Uşşakîlik, özellikle Balkanlar ve Batı Anadolu'da Gülşenîlik ile beraber Mev-levî ve Melamî zümrelerle kurduğu yakın ilişki sonucu rint meşrep bir tasavvuf anlayışı geliştirmiştir. 17. yy başlarından itibaren Edirneli Halvetî şeyhleri tarafından İstanbul hayatına sokulan bu mistik hareket, 18. yy başlarına kadar etkili olmuş, Lale Devri'nden itibaren Cer-rahîliğin hızla yaygınlaşıp güçlü bir tekke organizasyonu kurmasıyla eski ağırlığını kaybetmeye başlamıştır. Cemaleddin Uşşakî'nin 1742'de İstanbul'a gelmesi, tarikatın bu gerileme dönemine rastlar.

Uşşakîliğe bağlı Cemalî şubesini kuran Cemaleddin Uşşakî'nin İstanbul'daki faaliyetleri, ünlü Halvetî şeyhi Mehmed Nazmî Efendi'nin ikinci kuşak halifelerinden Mehmed Efendi'nin (ö. 1742) vefatıyla boşalan Hıramî Ahmed Paşa ya da Savaklar adıyla anılan tekkenin 'meşihatını üstlenmesiyle başlar.

1751'e kadar yaklaşık dokuz yıl bu tekkede postnişinlik yapan Cemaleddin Uşşakî'nin yerine oğlu Mehmed Niza-meddin Efendi (ö. 1784) geçmiş ve 1778' den itibaren Uşşakîliğin İstanbul'daki merkez tekkesi olan Hüsameddin Uşşa-

kî Âsitanesi meşihatını da üstlenmiştir. Mehmed Nizameddin Efendi'den sonra oğlu Mehmed Cemalî Efendi (ö. 1830) ve torunu Alaeddin Efendi (ö. 1835), tarafından her iki tekkedeki ortak meşihat sürdürülmüş, böylece 19. yy ortalarına kadar İstanbul'daki Uşşakîlik, tarikatın Cemalî şubesi tarafından temsil edilmiştir.

Cemaleddin Uşşakî ailesine mensup şeyhlerin yanısıra, kendi yetiştirdiği halifeler de Cemalîliğin İstanbul şehir hayatında yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Bunlardan "Yazıcı" lakabıyla tanınan Mehmed Safvetî Efendi (ö. 1778), Kasımpaşa' daki Hüsameddin Uşşakî Âsitanesi'nde Hüsamîzade Ahmed Efendi'nin yerine postnişin olmuş ve böylece merkez tekke ile Cemaleddin Uşşakî,Tekkesi arasındaki ilişkiyi kurmuştur. Diğer bir halifesi ise Abdullah Selaheddin Efendi'dir (ö. 1783). Fatih'te Nakşibendîliğe bağlı bulunan Tahir Ağa Tekkesi meşihatını Nakşı Şeyhi Mehmed Sabir Efendi'den (ö. 1764) sonra üstlenmiş ve Cemalîlik-ten kendi adına ayırdığı Selâhî şubesi, oğlu Mehmed Ziyaeddin Efendi (ö. 1819) ve torunu Mehmed Tevfik Efendi tarafından 1843'e kadar bu tekkede temsil edilmiştir. Üçüncü halifesi Mahmud Bed-reddin Efendi (ö. 1783) olup Fatih Ye-nibahçe'de kendi adına bir Uşşakî tekkesi kurarak faaliyet göstermiştir.

Halvetî zikrinin esasını oluşturan "es-ma-i seb'a"ya yaptığı ilavelerle Cemalî şubesindeki "esma" sayısını 7'den 12'ye çıkartan Cemaleddin Uşşakî, tasavvufi şiirlerini de Divarimdz toplamıştır.



Bibi, Haririzade, Tibvân, I, vr 225a; Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 107-108; Vassaf, Sefine, IV, 243-250; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 52; R. Serin, İslam Tasavvufunda Halvetîlik ve Halvetîler, İst., 1984, s. 99-100; M. E. Kılıç, "Cemaleddin Uşşâkî", DiA, VII, 314-315.

EKREM IŞIN

Cemaleddin Uşşakî Tekkesi planı. M. Baha Tanman

399 CEMALEDDİN UŞŞAKÎ TEKKESİ

CEMALEDDİN UŞŞAKÎ TEKKESİ

Eyüp İlçesi'nde, Defterdar Mahallesi'nde, Eğrikapı'nın hemen dışında, Kırkçeşme su şebekesine bağlı Eğrikapı Savakları' mn tam karşısında yer almaktadır.

Vezir Hıramî Ahmed Paşa (ö. 1599) tarafından 16. yy'm son çeyreği içinde bir mescit-zaviye olarak tesis edilmiştir. Bu yapı kaynaklarda "Savaklar Mescidi" veya "Hıramî Ahmed Paşa" ve "Ahmed Paşa Mescidi" olarak da zikredilmektedir. Halvetîliğin kollarından Uşşakîliğin "Ce-maliye-i Saniye" olarak anılan şubesini kuran Edirneli Şeyh Seyyid Mehmed Cemaleddin Uşşakî'nin (ö, 1751) 174'2'de postnişin olması, vefatından sonra da buraya gömülmesi üzerine tekke söz konusu şubenin âsitanesi ve "pîrevi" sıfatını kazanmış, bu tarihten sonra bazı kaynaklarda bu şeyhin adı ile (Cemaleddin Halvetî, Cemaleddin Uşşakî, Cemalî, Cemalî Efendi, Seyyid Cemaleddin, Seyyid Cemal Efendi), bazılarında da neslinden gelen şeyhlerin lakabı olan "Cemalîza-de" ile anılır olmuştur. Cemaleddin Uşşakî'nin oğlu ve halefi olan Şeyh Mehmed Nizameddin Efendi (ö. 1784) mes-cit-tevhidhanenin darülkurra olarak da kullanılması için bir vakıf yapmış, bu görevi Ayvansaray'daki kiliseden dönme Toklu Dede Mescidi'nin(->) imamı Şeyh Halil Efendi'ye (ö. 1753) havale etmiştir.

Cemaleddin Uşşakî Tekkesi'nin bundan sonra geçirdiği aşamalar, tahvil kesedarı Sabih Ali Efendi'nin (ö. 1769) mes-cit-tevhidhaneye minber koydurması ve tekkenin yakınına bir mektep inşa ettirmesi, Sadrazam Silahdar Seyyid Mehmed Paşa'nın (ö. 1788) ahşap minarenin yerine tuğladan bir minare yaptırması, Cemaleddin Uşşakî'nin torunlarından Mevlevîliğe mensup Seyyid Mehmed Nuri Efendi ile yakınlığı olan Halet Said Efendi' nin (0.1823), 1232/1816-17'de türbeyi ta-

0_ 1 234 5m.

CEMALİ

400

401

CEMiL BEY

mir ettirmesi, 1305/1887-88'de II. Abdül-hamid'in tekkeyi, adı geçen padişahın bendegânından Hamdi Bey'in de 13237 1905-06'da türbeyi yemlemesi olarak ö-zetlenebilir.

Tekkelerin kapatılmasından sonra cami olarak kullanılmaya başlanan mescit-tevhidhane 1958'den az önce yanındaki türbeyle birlikte onarım geçirmiş, bu a-rada söz konusu iki bölüm arasına duvar çekilerek yapının en çarpıcı özelliği yok edilmiştir. Mescit-tevhidhane ile türbe dışında kalan tekke bölümleri tarihe karışmış, son yıllarda cepheleri seramik karoları ile kaplanan türbe ise tanınmaz hale gelmiştir.

Başlangıçta hangi tarikata bağlı olduğu tespit edilemeyen tekke, 18. yy'm başlarında Halvetîliğe, 1742'den itibaren Uş-şakîliğin Cemalî şubesine intikal etmiş, 1835'e kadar Cemalîzadelerin tasarrufunda kalmış, 1835-1837 arasında Halvetîli-ğin Sünbülî koluna, 1837'den sonra da aynı tarikatın Sabam koluna bağlı Halilî (Geredevî) şubesinden Şalcızadeler adındaki şeyh ailesine devredilmiştir. Tekkenin son dönemde bu aileden dolayı "Şalcızade Tekkesi" olarak da anıldığı görülmektedir. Ayin günü pazar olan tekkede, Dahiliye Nezareti'nin 1301/1885' te hazırlattığı istatistik cetvelinde dört erkek ile üç kadının ikamet ettiği belirtilmektedir.

Cemaleddin Uşşakî Tekkesi'nden arta kalan mescit-tevhidhane ile buna bitişik türbe, bugünkü şekillerini son devirde almışlardır. Tekkenin daha önce sahip bulunduğu yerleşim düzeni ve mimari özellikleri aydınlatılamamaktadır. Yine de önceki mescit-tevhidhanenin bugünkü ile aynı yerde bulunduğu, aşağı yukarı aynı boyutlara ve tasarıma sahip olduğu, derviş hücreleri ile diğer tekke bölümlerinin de bunun kuzeyinde, muhtemelen şadırvanlı bir avlunun çevresinde sıralandığı tahmin edilebilir.

Aynı çatı altında toplanan mescit-tevhidhane ile türbe, dikdörtgen planlan, moloz taş ve tuğla örgülü duvarları ile son devir Osmanlı mimarisinin özelliklerim sergileyen iddiasız mekânlardır. Mescit-tevhidhane, kapalı son cemaat yeri, kuzey duvarının eksenindeki girişi, doğu ve batı duvarları boyunca sıralanan yuvarlak kemerli pencereleri, zemindeki erkek mahfilleri ve son cemaat yerinin üstünü işgal eden kafesli kadın mahfilleri ile herhangi bir geç devir mescidinden farksızdır. Silindir gövdeli bodur minarenin, kesme küfeki taşından örülü kaide-siyle prizmatik üçgenlerden oluşan kürsü kısmı, ilk yapıdan günümüze kadar değişmeden gelebilmiştir.

Şeyh Cemaleddin Uşşakî ile Cemalî-zadelere ait toplam altı adet sandukayı barındıran türbenin pencereleri, bu kesimin yenilendiği II. Mahmud döneminin ampir üslubunu yansıtan, sepet kulpu biçiminde kemerle taçlandırılmış, doğu yönünde türbeye dışarıdan bağımsız bir giriş tasarlanmıştır. Eğrikapı'ya bakan güney cephesinin ekseninde, üst üste yer-

leştirilmiş talik hatlı iki manzum kitabe bulunmaktadır. Türbenin 1232/18l6'da Halet Efendi tarafından yenilendiğini belgeleyen alttaki kitabenin nâzımı ve hattatı Yesarîzade Mustafa İzzet Efendi' dir (ö. 1849). Tekkenin 1323/1905'te Hamdi Bey tarafından yeniden inşa ettirilmesi sırasında konmuş olan üstteki kitabenin ise nâzımı Ahmed Bahaî Efendi (ö. 1923), hattatı Mehmed Hulusi Efendi' dir (ö. 1940).

Cemaleddin Uşşakî Tekkesi'nin tasarımında dikkate değer yegâne mimari özellik mescit-tevhidhane ile türbenin duvarla ayrılmayıp bir mekân bütünlüğü içinde kaynaştırılmış olmasıdır. Türbenin, mescit-tevhidhanenin kıble yönünde yer alması ve zeminin harime göre yüksekte tutulmuş olması, bu kaynaşmayı daha da anlamlı kılmaktadır. Bazı başka tarikat yapılarında da gözlenen bu durum tarikat ehlinin velilere duydukları bağlılığın, söz konusu bağlılıktan kaynaklanan birtakım telakkilerin ve davranış biçimlerinin mimariye yansıması olarak değerlendirilmelidir. Türbenin yanında küçük hazire bulunmakta, bani Hıra-mî Ahmed Paşa ile oğlu Mustafa Bey'in (ö. 1599) kabirleri ise türbe kapısının hemen önünde yer almaktadır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, l, 233-236; Çetin, Tekkeler, 587; Asitâne, 7; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, I, 116-117, no. 171, no. 473; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; Ihsaiyat, II, 21; Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 107-108; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 52; Ergun, Antoloji, II, 499; S. Eyice, "Ahmedpaşa Mescidi", İSTA, I, 440; Öz, İstanbul Camileri, I, 120; M. B. Tanınan, "Cemâlîzâde Tekkesi", DlA, VII, 318-319; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 79-82, 276-279. M. BAHA TANMAN

CEMAIÎ

(?, İstanbul - 1583, istanbul) Divan şairi.

Hayatı hakkında pek az bilgi vardır, istanbul'da medrese öğrenimi gördü. Rumeli'nin çeşitli yerlerinde müderrislik ve kadılık yaptı.

Divan şairi olmakla beraber asıl ilgi alanı mizah, hezl ve darb-ı mesel tarzındaki beyitlerdir. Pek çok beyit ve müf-redi asırlar boyu, Osmanlı kültür dünyasında atasözü gibi söylenmiş ve yaygınlaşmıştır. Müfredlerden oluşan bir divanı olduğu biliniyorsa da eser henüz ele geçmemiştir.

Cemalî'nin en önemli eseri 1564'te kaleme aldığı İstanbul Şebrengizi'dir. A. H. Çelebi bu eseri yanlışlıkla II. Bayezid dönemi (1481-1512) şairlerinden Cema-li'ye ait olarak gösterir. Eser bir müna-catla başlayıp gece ile gündüzün tasviriyle devam eder. Daha sonra şairin, O gün çün göz açıp dünyaya geldim / Beni ben bir ulu şehr içre buldum beytiy-le doğum yeri olarak andığı İstanbul'un genel tanım ve tasvirlerini geniş bir çerçevede anlatır. Burada şehrin semt semt yerleşim alanları, mimari eserleri, insanları, eğlence dünyası, sosyal hayatı, ticaret ve siyaset âlemi, havası, suyu vb kısa kısa tanıtılır. Karadeniz, Boğaz, Rumelihisarı, Beylerbeyi, Göksu, Beşiktaş, Ga-

lata, Eyüp, Sütlüce, Yenibahçe, Davut-paşa, Kavaklar, Kadıköy ve Üsküdar Kavak u Kadı köyü gibi bir câ / Budur da'vâ ki yok âlemde kafa. / Heman Allah saklasın batardan /Beyân etme dilâ geç Üsküdar'dan gibi İstanbul'a ait yerleri anlatırken de adeta bir sahilname üslubu kullanılmıştır. Yüz beyte yaklaşan bu bölüm Temâmet eyledim bu şehri seyrân/Bütün dünyayı san geşt ettim ol an beytiyle son bulur. Cemalî'nin eserinde adını andığı bu yerler 16. yy İstanbul'unun yerleşim haritasını ortaya koyması bakımından önemlidir.

Şair, şehrengizinin daha sonraki bölümlerinde İstanbul dilberlerinin tasvirlerini anlatır ve her biri beşer beyitlik 55 pasaj oluşturur. Burada adları anılan -55 İstanbullunun kimliklerini, kişiliklerini ve önemli özelliklerini (güzellik, zekâ, cazibe, şöhret, mesleki başarı, psikolojik tanı vb) ele alıp anlatır. Eserin hatime (sonuç) bölümünde de (20 beyit) şair yeni bir İstanbul tutkunu edasıyla İstanbul'un yüceliğinden ve güzelliğinden bahisle şehir ve şehirli dilberler hakkında iyi dilek ve dualarda bulunur.

Cemalî'nin İstanbul Şehrengizi, 16. yy İstanbul'unu pek çok yönden tanımamıza yardımcı olan önemli bir eserdir.

Bibi. Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-Şuarâ, I, Ankara, 1978, s. 261; Çelebi, Divan Şiirinde İstanbul, 31-35; A. S. Levend, Türk Edebiyatında Şehrengizler ve Şehrengizlerde İstanbul, İst., 1958, s. 41-43; "Cemalî", TDEA, II, 38.

İSKENDER PALA



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   88   89   90   91   92   93   94   95   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin