Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə74/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   97

Sevgili Doğan


Birkaç günden beri hep senin kulaklarını çınlatıyorum. Bizim işyerine bir iç şekil vermek için senin koyduğun suntaları çıkarmağa çalıştık.

O vinçlerle taşınması gerekli suntaları nasıl geniş alanlara tutturmuşsun. Sağlamlık için insan üstü gayretin olmuş. Bazen çaktığın bir çivi, bazen bir vida, günlerce uğraşacak kadar betona, tabana tutturulmuş.

Bu ne büyük ve ne saygıdeğer ustalık ve yetenek? Tanrı seni nazardan korusun. Doğan ben seni övmek için yazmıyorum. Senin övülmeğe gereksinim yok. Ama bu güçteki ustalar çevremizde ya yok ya da sayısı çok az.

Bütün söküm boyu seni düşündüm, seni andım, gözümde o kadar yüceldinki, daktiloyu aldım bu içten duygularımı yazayım dedim. Tanrı sizler gibi yetenekleri korusun. Doğan seni seviyorum. Öperim

E. Aydın, 25Ağustos1993

SEVGİLİ DOĞAN


Akşam geziden dönmüştüm, bayram geldilerini incelerken, seninde bir yazını buldum. Önce ulaşabildiğimce geriye, sonra yakın günlere doğru irdeledim. Sen aslında çok iyi bir kafa yapısına sahipsin, çağdaş ve çağ üstü çizgidesin, ideotizm ve yaratma gücün var. Alternatiflere yatkınsın, bundan neden yalnız kalmaya alışman gerek. Dahası senin bunu iyi bilmen ve belleğine yerleştirmen gerek..

Hele hele anlattığın eşek hikeyesini çok yadırgadım, estağfurullah dedim. Sokrat’ları, Galilea’ları düşün, başlarına gelenleri anımsa, öyleyse –doğrular doğru olmak için zaman beklerler. Ticarette iyiydin, ama sık sık patronların çizgisini aşıyor, onları dışlamış gibi oluyordun, 195253'lerde aşık olmuştun, ama ne aşktı o, hepimiz hem kızar, hem de taktir ederdik. Hala hayranlığımızı koruyorsun. Zamanla yarışmayı iyi başarıyorsun, ama zamanın ne olduğunu, onunla yarışmanın ne anlama geldiğini, meşakkatlarını bilmiyorsun. Herşey bir anda olsun istiyorsun, bir döllenmenin dokuz ay beklemeyi gerektirdiği kuramını sollamaya çalışıyorsun, böylece tepki aldığını söylüyorsun, aslında yanlış bir yorum oluyor, kimsenin sana tepkisi yok, tepkiyi sen yorumluyorsun, seni neden, niçin kıskansınlar ki, niçin çekemesinler ki,. İki yıldan beri resim yapıyorsun, hem de iyi resim yapıyorsun, sergiler açıyorsun, bunları hep kendin değil, çok yapmak için değil! Unutma henüz insan ne abaç, ne Kavruk, ne Bakla, ne Van, ne ben, ne sen, hiçbir (*)ok değiliz. Hepimiz kendi adımıza en iyiyi araştırıyoruz, en iyi henüz belli değildir, belli de olmaması, evrensel sanatın karekteridir.

Herkes bir bayrak yarışının belli etaplarını koşmakta, kimileri on saniyede, kimileri yirmi sanide, kimileri bir saatte yüz metreyi koşuyor, ama bayrak yarışı devam ediyor ve etmelidir. Bu koşuda kişisel başarılar, insan yaşı perspektifi içinde esamesi okunmaz. Bizler tanrıya binlerce şükredelim ki, rönesans öncesi ve rönesans ustaları, empresyonist kuşağın bulgularını bize ulaştırmış. Onlardan, yani geçmiş sanatçılardan aldığımız deneyimlerle kendi etabımızı daha bilinçli koşuyoruz.

Sanatın ömrü, insan ömrü ile eşdeğer değildir. Öylece, daha alçak gönüllü olarak, tabanımız yere basarak gitmemiz gerek, şovla medyayla sanat olmaz. Sen aslında farkında olmadan, çevrene yüksekten bakıyorsun, aldığını sandığın tepki biraz da buradan kaynaklanıyor. Birileri aferin diyecek diye sanat yapılmaz. Sanat, duyumsal bir iç tepidir, özbeni ilgilendirir. Sergiler açılıyor, anlamı, eserlerinizi topluca denetlemek, halktan geldiğimize göre, halkın da iyi ve kötü tepkisini denek içindir.

Sizler kendinizi biraz geç yakaladığınız için, Rafet de sen de, zaman kazanmak istiyorsunuz, hemen en olmak istiyorsunuz, bu doğal ama gerçek değil. Mayalar, astekler, eskimolar, kızıldereliler, mağra insanları bizi düşünerek mi sanat yapmışlardı? Sezan, Sisley, Renuar, Vinsi, Mikelanj bizim için mi sanat yapmışlardı?. Onlar binlerce ızdırabı, her şeye karşın bizim için mi, bizim maşaallah dememiz için mi çekmişlerdi?.

Ethem hoca diyor ki, sakin olun, sinirlerinize hakim olun. Şova, aceleye, günce beğenilere yüz vermeyiniz, bir defa biliniz ki, güzel her yerde güzeldir, evrenseldir, yeterki üretiniz, üretmenin yakasını bırakmayınız.

Sizin bayramınızı kutlar, Ayfer hanıma sevgiler, saygılar sunarım. Öperim.

Şu yazı bir özeleştiridir, bir saatten fazla zaman almıştır, tahammül edip bir kaç kez okursan, sana olan, kökü geçmişte yatan riyasız sevgimi bulacaksın.

E. Aydın, 6Haziran1993

Doğan’cığım


Bugün sergi davetiyenizi aldım. Çok çok hoşuma gitti. Resimlerde insana sıcacık gelen birşeyler var. Dahası istesen de istemesen de herşey görülenlerin ötesini anımsatıyor duyumsatıyor. Bari arasıra kötü şeyler yap da geleceğin güzellik beklentisini nazardan koru.

Ben saygın birkaç arkadaşa hediye edebilmek için bunların 38x25 renkli fotokopilerini yaptırdım. Öylesine güzel öylesine doyurucu oldularki sorma.! Bu olayı sergi için sana da öneririm. Her eserden onar tane renkli fotokopiyi dergi salonunda bulundur.. Aslında gücü yetmeyenlerin bir Doğan reprodüksiyonu edinmelerine fırsat vermiş olursun yüzbinikiyüzbin gibi rakamlara...

Öperim başarılarının devamını dilerim.

E. Aydın, 15Ekim1993


Sevgili Doğan


Eh belki öğretmenlikten olacak, senelerce nede olsa laftan ekmek yedik. Diyeceksinki resim öğretmeni derste ne konuşabilir.... O da cabası...

Sizin soyu öteden beri yine soycak severim. Nedenleri de içindedir. Onun için sık sık size uzun uzun mektuplar ve yazmak isterim. Yazarım da. Yanıt vermekte aristokrat davranırsın. Ben de üstelememeğe çaba veririm, ama hep içimden sana yazmak geçer.

Bu yazılarım aslında bir inceleme ve irdeleme niteliği taşıdığı için zevkle de yazarım. Okuyanın yorulacağını bıkacağını hiç düşünmem. Bu günkü konu asalet olacak. Yazın Rafet Van’la Mut’ta çalışırken, ikiniz arasında bir konuşma, asalet yargısı üzerine bir konuşma geçmiş. Şimdi ben de eleştiriye katılacağım. Ama biraz da paradoksla.

Eskice zamanlarda, beylere, padişah soyundan gelenlere, yaverlere, zenginlere, asil denirdi. Öyle olunca Sultan Abdal, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, KaracaOğlan acaba ne olurdu? Dadaloğlu, Köroğlu birer şaki, hırsız, uğursuz, soysuz mu idiler ? İşte ayırım burada çatallaşıyor, yol ayırımına geliyoruz.

Her zaman şeridinde, bir resmi yahut yarı resmi orunların asil seçimi vardı. Bir de halkın milletin jürilerinin süzgecinden geçen asiller vardı. Bunlar anonim çizgisine mertebesine ulaşanlardır. Bence birincillerdir. Öyleyse zamanımızda da bu tür insanları aramamız akılcı bir yoldur.

Müftü Nadir efendi okumuş, okuduğunu özümsemiş, insanları seven, geleceğe uzgörüyle bakabilen bir asildi.

Neşri hoca, rakısını içer, hovardalığını yapar, ama dersini çok iyi verir, insanları sever, onlara yarım etmek için çabalardı. Ve O da bir asildi. Asri hoca, Mahmut hoca, Nuri hoca birer asildiler.

Bütün askere giden dönmeyen hısım akraba çocuklarını o harp yıllarında başına toplayan, yedirip içiren, giydiren, okutan, okutamıyorsa bir sanat sahibi yapan, Cinci gölünden, Rodos bağından, Meydan mahallesinden, Gavur tepesinden devletin karşılıksız olarak kendine vermek istediği yerleri kabul etmeyen, bitişiğimizde sonraları Ömer efendilerin evi diye bildiğimiz binayı rumlar terkettikten sonra yine kendine verilmek istendiğinde “bunlar benim iyi komşularımdı, hukukumuz oldu” diye kabul etmeyen, 65 metrekare bir evi bir ömür boyu kullanan, orada ölen, dünya malına tamah etmeyen, Müderris Mustafa Efendi de asildir. Şu bizim Mut bu gibi nice asillerle doludur.

Özellikle fakir düğünlerini şenlendiren Reşit emmi, davulcu torpil Ali, gırnatacı kör Vakkas asildiler. Asil yanları hep ağır basardı. Tatlı bir masal gibi kaldı geçmişte esrik günler.

Saat ilerliyor, tavlacı arkadaşlar gelmek üzere, mektubu kesiyorum, öperim.

E. Aydın, 25Kasım1994


Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin