SEKİZ KOCADAN ARDA KALMIŞ BAKİRE
İkinci günün yedinci hikayesinde, yine Kıbrıs'a rastlamaktayız. Bu hikayede, Babil Kralı, kızını Garbo Kralına verir. Yazar, Babil diye Mısır'dan söz ederken; Garbo diye andığı ülke de Fas'taki Oran bölgesidir. Kocasına gitmekte olan kız, içinde bulunduğu geminin fırtınaya tutulması sınucunda, Mayorka adasında, soylu bir adamın eline düşer. Bu soylu adamla mercimeği fırına veren prenses, o kadar oynaktır ki, bir süre sonra, sevgilisinin kardeşi tarafından kaçırılır. İki sevgili, gemi ile Mora'ya gitmekte iken, gemi sahipleri kıza göz koyup, sevgilisini denize atarlar. Prensesimiz, biraz ağladıktan sonra, tam yumuşamışken, gemi sahipleri yatma sırası yüzünden kavgaya tutuşurlar. Biri ölüp, öteki de yakalanınca, gemi kıyıya yanaşır. Burada, Mora prensi kızımızla ilgilenip, prensesi o elde eder. Bu defa, prensin akrabası Atina dükü kıza aşık olur, prensi öldürüp, prensesi kaçırır. Yeni Mora Prensi, ağabeyine bu kötülüğü yapan Atina Dükü'nün cezasız kalmasına isyan ederek, bir ordu toplayarak, onun üstüne yürümeye karar verir. Bu haberi duyan dük, Bizans'tan yardım ister. İmparator da iki oğlunu yardıma gönderir. İmparator'un oğullarından biri, prensese aşık olur ve onu dükün elinden alıp, önce Kos Adası'na götürür.
Bir süre sonra, İzmir'e gelmiş olan Türkler'in hükümdarı "Oschbeh", ( bu, Osman Bey olmalı ama o da İzmir'e gitmiş değildir. Boccacio yine tarih konusunda yanılmaktadır) , kızın ününü duyup, Kos'u basar ve prensesi İzmir'e götürür. Burada hatunu ok beğenen Oschbeh, onu nikahlar. ( Tarihte böyle bir olay, yok!) Olayı duyan Bizans İmparatoru, Kapadokya Kralı ile bir olup, Oschbeh'e saldırmaya karar verir. Oschbeh, prensesi arkadaşı Antioch'a emanet edip ( bu da kim ola?), Kapadokya ile savaşa tutuşur, yenilir ve öldürülür. Kız, Antioch'un sevgilisi olur.
Antioch, Kapadokya kralından korktuğundan, İzmir'I terkedip, Rodos'a gitmeye karar verir. Yolda, hastalanıp ölünce de prenses, gemide tanıştığı Kıbrıslı bir tüccar ile al takke ver külah, işleri yoluna koyup, adaya kaçar. Baf'ta yaşamaya başlar. Sevgilisinin alış veriş için Ermenistan'da olduğu bir gün, pencerede otururken, prenses eskiden beri tanıdığı birini görür:
Mağusa'lı Antigone...
Antigone, eskiden babasının da hizmetşnde bulunmuştur. Prensesin hikayesini dinleyen Antigone, hemen Mağusa'ya giderek, kralın huzuruna çıkar ve onun yardımı ile, kızın babasına kavuşmasını, sağlar.
Fettan kız, babasına türlü yalanlar anlatarak, namusunu koruduğuna onu ikna eder. Mısır Sultanı, Kıbrıs Kralına elçiler ve türlü hediyeler gönderir.
Ve Boccaccio'nun deyimiyle, "sekiz bin kez" erkek tatmış prenses, kızoğlan kız diye Garbo Kralı ile evlendirilir. Yazar, hikayeyi, " Dudak öpülmekle eskimez, ay gibi yeniden doğar" diye bitiriyor.
Bu hikayede de tarihle bağdaşmayan kimi şeyler bulunmakla birlikte, Kıbrıslılar'ın bir tacir ile sembolize edilmesi, ilginçtir. Kralın Mağusa'da oturması da ilgi çekici. Zira, Boccaccio'nun çağdaşı olan Lüzinyan kralları, Lefkoşa'da oturmaktaydılar. Mağusa'da oturan Venedik Vali'leri ise Boccaccio'dan yüzelli yıl sonra Kıbrıs'a gelmişlerdir. Bu, Mağusa'da oturan kral, acaba yine ta Salamis Krallığı zamanından kalma bir hikayenin, orta çağa uyarlanmış bir versiyonunu mu ifade etmektedir? Bu, bilinmez...
AŞK APTALI AKILLANDIRIR
Beşinci günün ilk hikayesi, doğrudan doğruya, Kıbrıs'ta geçiyor. Kıbrıs'ın en zengin adamının mankafa oğlu, bir kıza tutuluyor. Bu tutku, o mankafa oğlanı adam ediyor. Ne var ki kız Rodos'lu bir genç ile nişanlıdır. Kıbrıslı oğlan, kızı Rodos'a götüren gemiyi denizde çevirip, kızı kaçırıyor. Ama çıkan bir fırtına, onları, Rodos'a atınca yakalanıp, müebbed hapse mahkum ediliyor. Bu arada, Rodos yargıcı da bizim Kıbrıslı'nın rakibinin, kardeşinin nişanlısına aşıktır. İki kardeş tek düğün yapmaya karar verince, Kıbrıslı oğlanı müebbede mahkum eden yargıç, onunla bir olup; kızların ikisini birden kaçırarak, Girit'e götürüyorlar. Orada, Kıbrıslı'nın akrabaları, kaçakları saklıyorlar ve yıllar sonra, herkes kendi adasına dönüp, mutlu yaşamlar sürüyor.
Yazarın, bu hikayeyi eski bir Grek - Bizans masalından aldığı bilinmektedir.
Kıbrıslı'nın Girit'te akrabalarının olması, dikkat çekici. Ama bizce asıl önemli olan, eski Bizans söylenceleri arasında, böyle doğrudan doğruya Kıbrıs'I konu alan bir masalın da bulunmasıdır. Adanın, Bizans döneminde, kenarda kalmış bir yer olmadığını gösterdiği için...
SELAHADDİN EYYUBİ
Ve nihayet, son gün, sondan bir önceki; yani onuncu gün dokuzuncu hikayede de yine Kıbrıs adı geçer. Buna göre, Üçüncü Haçlı Seteri'nin yapılacağını öğrenen Selahaddin Eyyubi, gerekli hazırlıkları yapmak Iain, düşmanın hazırlığını kendi gözleri ile görmek ister. Bu amaçla, kılık değiştirip, İtalya'ya gider. Orada, Milano dolaylarında, bir gece bir soylunun evine konuk olmak zorunda kalır. Kimliği sorulduğu vakit, Selahaddin Eyyubi, der ki:
" Kıbrıslı tacirleriz. Paris'e alış veriş etmeye gidiyoruz!"
Orta çağın bu en önemli yazarının eserinde adanın adının sürekli ticaretle birlikte anılıyor olmasından, Kıbrıs'ın ok eski zamanlardan beri Akdeniz ticaretinin önemli merkezlerinden biri olduğunu anlamaktayız. Bu da tarihsel bilgilerle uyuşuyor.
ÜÇ KÖYÜN HİKAYESİ
BODAMİA KÖYÜ'NÜN KAŞIKLARI
Bodamya, Lefkoşa ilçesinin güzel köylerinden biridir. Necmi Sagıp Bodamyalızade, belki soyadı dolayısıyla öne çıkmıştır ama köyün, Kıbrıs Türk düşün, sanat ve politika yaşamına, pek çok değer kazandırdığı da bilinen bir gerçektir.
ÇOK ESKİ ZAMANLARDAN BERİ
Bilinen bir diğer gerçek, buranın 15. yy'da Lüzinyan krallarının, yazlık sarayı olduğu ve sarayın, 1426'da adayı istila eden Memlüklerce, yakılıp, yıkıldığıdır. Ne var ki, köyün tarihinin çok daha eskilere gittiğine dair önemli ipuçları bulunmaktadır. 1933'te burada yapılan küçük bir kazıda, gerçek ölçülerde, kireçtaşından bir Apollon başı heykeli bulunmuştur. Muhtemelen burada da bir zamanlar bir Apollon Tapınağı bulunmaktaydı. Sarayı, şu sıralarda dilimize doladığımız, Kraliçe Eleonara'nın oğlu, Kral ll. Peter yaptırmış olup, Lüzinyan döneminin sonunda, köy Kraliçe Catherina Cornaro'nun ve sonra da ailesinin şahsi mülkü olarak kullanılmıştır. Venedik döneminde ise, Bodamya köyü, Venedik senatörü ve Kıbrıs valisi Fransesco Prioli'nin ve sonra da öteki valilerin, şahsına ait kraliyet mülkleri arasına katılmıştır. Osmanlı adaya geldiğinde, burası Venedik Vali'sinin, şahsi mülkü olmayı, sürdürmekteydi.
Dostları ilə paylaş: |