Dünya klasikleri : 13



Yüklə 9,99 Mb.
səhifə16/150
tarix18.06.2018
ölçüsü9,99 Mb.
#54169
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   150
Adeta kulağına ağzını yapıştırarak:
-Azizim Aleksi, diye fısıldadı. Liz’in bazı hareketleri beni şaşırtıyor, fakat ona çok acıdığım için bütün kusurlarını bağışlıyorum... Mesela, siz gidince, dün ve bugün yaptığı yaramazlıklardan ötürü, gerçek bir üzüntü gösterdi. Gerçi bütün onlar nihayet birer şaka idi. Ama, üzüldü işte... Hatta ağladığını görünce şaşakaldım. Artık büyüdü... Onu daha yumuşaklıkla idare etmek lazım. Ne kadar zeki olduğunu bilirsiniz. Siz onun çocukluk arkadaşı idiniz. Aleksi, ben iki kere zihni hastalığa tutulup iyileştim. Onda da bu türlü hastalıkların arazı belirecek diye korkuyorum. Kuzum gidin de, onu biraz avutun. Siz, isterseniz öyle tatlı tatlı avutursunuz ki...
Madam Koklakov bunları söyledikten sonra:
-Liz! Diye seslendi, sana kurbanını getiriyorum... Hiç darılmamış... Hatta böyle birşeyi aklına getirdiğine şaşıyor.
-Çok teşekkür ederim anneciğim... Giriniz Aleksi Fiyodoroviç!
Aliyoşa girince, Liz, ona utanarak baktı. Kulaklarına kadar kıpkırmızı kesilmişti. Yaptığına pişmandı. Evvelkinden bambaşka bir konu ele alarak konuşmaya başladı:
-Annem, şu zavallı yüzbaşı ile, iki yüz rublelik yardım hikayesini anlattı. Ne yürekler acısı bir şey! Nasıl bu kadar fenalık yapılabilir? O müthiş sahneyi de bana tasvire çalıştı. Fakat annem çok fena anlatıyor... Dinlerken ağladım... Bu parayı, ona götürüp verebildihiz mi barı?
-Hayır, ne yazık ki, bu para meselesiyle yeni bir olaya daha sebep olduk...
Delikanlı olay ile meşgul görünmek istiyordu. Fakat o da Liz’in yüzüne bakamıyor, gözlerini şuraya buraya dolaştırıyordu... Güçbela kendisine geldi ve ilk cümlelerden sonra açılarak Liz’e hakim bir vaziyete girdi. Zaten henüz biraz evvelki heyecanın sarsıntısı içindeydi. Bir sinir gerginliği ve iç uyanıklığı ile, hikayesi canlanarak dokunaklı bir hal aldı... Moskova’da daha Liz çocukken yine böyle gelir ona yeni yeni havadisler kurarlardı. Aliyoşa, anlatırken bilhassa yüzbaşının oğlu üstünde fazla durmuştu. İş, paranın yerlere fırlatılarak çiğnenmesine gelince, Liz, ellerini kavuşturdu ve:
-Demek parayı vermediniz ha... Neye arkasından koşmadınız? Niçin tekrar yalvarmadınız?
Aliyoşa, ayağa kalktı. Dalgın bir tavırla odada dolaşmaya başladı. Sonra birden durarak:
-Hayır, liz, dedi; böyle olduğu daha iyi!
-Bunun iyilik neresinde?... Acıdan ölecekler zavallılar...
-Hayır, ölmeyecekler... Bugün reddettiklerini yarın kabul edecekler... Ben, bir hata ettimse bile sonuç iyi çıktı.
-Nasıl iyi çıktı? Hangi hata?
-Bakınız niçin, Liz, bu zayıf seciyeli, belki iyi kalpli fakat korkak bir adamdır. Birdenbire hangi sebeple öyle çıldırdığını ben de kendi kendime sorup duruyordum. Çünkü son dakikaya kadar kendi de iyi yüz rubleyi ayakları altına alıp çiğneyeceğini bilmiyordu. Bunu kendimce birkaç sebebe bağlıyorum. Birincisi, para karşısında duyduğu sevinç onu, kendinden geçirdi, galiba. Eğer birçokları gibi yapmacıklara kalkışsaydı, sonuç asla böyle çıkmayacaktı. Hayır, o bütün sevincini olanca samimiyetle ortaya koymuştu. Belki ondan utandı. Bana kızlarının halini, ailevi felaketlerini sonuna kadar anlattı. Söylerken sesinin gülmekle ağlamak arasında gerip bir ahengi vardı. Sanırım ki, bunları bir heyecan coşkunluğu içinde söylediği için birdenbire bana düşman kesildi. Nefret etti. Çünkü ben, işte bu noktada istemeyerek bir pot kırdım. Ona eğer bu para yetişmezse, daha da verebileceğimizi söyledim. Birinci yardımım ona dokunmamıştı. Fakat ikinci teklif, onda, kinli bir hareket hissi uyandırdı. Bir talihsiz için herkesin kendisine sadaka vermeğe kalkışması kadar ağır bir şey yoktur. Ama, dava böyle çapraşık olmasına rağmen, işler yolundadır. Yarın vaziyet değişecek.
Liz, şaşkın şaşkın Aliyoşa’ya bakarak:
-Nasıl olur? Hiç buna imkan var mı? Dedi.
-Liz, eğer bu adam parayı çiğneyeceği yerde kabul edip götürse idi, eve varınca, çocuğu ile karşılaşınca ağlayacak ve yarın rubleleri getirip suratımıza atacaktı. Fakat bugün artık o muzaffer olmuş, hıncını almıştır. Yarından tezi yok, iki yüz rubleyi seve seve kabul edeceğini size ispat ederim. Belki buna da ihtiyaç kalmayacak, bana karşı takındığı gösterişli tavrından ötürü af dilemek için gelecektir. O zaman: “Gururlu bir adam olduğunuzu ispat ettiniz. Fakat hastalarınızla çocuklarınızı kurban etmeye de hakkınız yoktur. Artık kabulunüze bir mani kalmadı” diyere parayı vereceğim, alacak.
Delikanlı bu:
-Alacak!
Sözünü kendinden geçerek söylemişti. Liz ellerini çırptı ve:
-Sahi, dedi, beni de inandırdınız. Ama siz, bu kadar genç olduğunuz halde insan kalbinin derinliklerine böyle nasıl girebiliyorsunuz? Şaşıyorum doğrusu.
Aliyoşa, dalgın bir halde:
-Bütün mesele, parayı alırken, bizim seviyemizden aşağı düşmediğine, hatta kabulü ile yükseldiğine onu inandırmaktır, dedi.
-Yükseldiğine mi? Mükemmel!.. Mükemmel Aliyoşa... Ne güzel konuşuyorsunuz!... Söyleyin, söyleyin.
-Beğendiniz mi?
-Evet... Hem başka şeyler de var... Mesela ben, şimdiye kadar size karşı hürmet duymamıştım... şey... hani sanki sizi kendimle beraber tutuyordum, demek istiyorum. Bundan sonra benden yüksek olduğunuzu tasdike mecburum... Fakat bu adamdan bahsederken, biz, kendimizi ondan yüksek tutuyor gibi konuşuyoruz galiba...
-Hayır, Liz, böyle bir şey yok. Buraya gelirken, ben de bu noktayı düşünmüştüm... Ondan niçin kendimizi üstün tutacağız? Bunun için nasıl bir sebep var? Böyle bir olay karşısında onun hareketi fena değil mi? Küçük ve adi mi mesela? Stareç, bana: “İnsanlara bazen çocuk gibi, bazen de hasta gibi muamele etmek lazımdır” demişti.
-Azizim Aliyoşa, ister misin ki biz de insanlara karşı hastalara yapılan mumalelerle hareket edelim?
-Peki Liz... Fakat ben tamamıyla buna hazır değilim. Bazen sabırsızlığım tutuyor... Bazen de hallerinden anlamaz oluyorum. Siz de böyle misiniz?
-Hayır, değilim. Olmamak ne iyi, ne iyi!
-Liz, sizin böyle konuştuğunuzu işitmek de büyük bir zevk!
-Aliyoşa, sizin çok iyi bir kalbiniz var. Yalnız bazen inatçılığınız depreşiyor. Gidip şu kapıyı yavaşça açınız ve bakınız annem bizi dinlemesin. Gürültü etmeyin ama...
Liz bunları hızlı bir fısıldama ile söylemişti. Aliyoşa, kızın istediğini yaptı ve görünürlerde kimselerin bulunmadığını söyledi.
Liz, gittikçe daha fazla kızrarak:
-Aliyoşa şöyle yanıma geliniz... Elinizi de bana verin. Hah şöyle... Şimdi dinleyin, size yazdığım tezkere şaka falan değildi. Dosdoğru içimin sesi idi, Aliyoşa...
Dedi ve sonra elleriyle yüzünü kapadı. Bu itirafın ona pek pahalıya mal olduğu anlaşılıyordu. Birdenbire delikanlının elini aldı ve üç kere üstüste öptü.
Aliyoşa, büyük bir sevinçle:
-Aferin Liz, dedi... Ben de onun sahici olduğunu biliyordum.
Liz, onun elini itti, fakat bırakmadı. Nazlı bir sitemle:
-Hele şuna bakınız... Ben onun elini öpüyorum ve bunu hiç fevkalade bulmuyor da mektubumun sahici olduğunu söylüyor... Ne kendine güveniş bu böyle?
Bu kerede kızarmak sırası delikanlıya gelmişti:
-Size kendimi beğendirmeyi pek isterdim ama... Ne yapacağımı, nasıl buna varacağımı bilemiyorum...
-Azizim Aliyoşa, hiç ateşli bir genç değilsiniz... Bir yandan beni eş olarak seçiyor, bir yandan da soğuk soğuk duruyorsunuz... Küçük bey kendisini sevdiğimden emin imiş... Böyle şey olur mu hiç?
Aliyoşa gülerek:
-Emin olmak kabahat mi? Diye sordu.
-Hayır bilakis!
Elleri, birbirinin içindeydi. Delikanlı birdenbire onun üstüne kapandı ve ağzından öptü.
Liz:
-Bu ne? Bu ne? Ne yapıyorsunuz? Dedi.
-Affediniz... Soğuk soğuk durduğumu söylemiştiniz. Bilmem niçin elimde olmadan sizi öptüm... Fakat galiba münasebetsizlik etmiş oldum.
Liz katıla katıla güldü ve elleriyle yüzünü kapadı.
-Evet, hem de cübbenle... dedi, sonra birdenbire ciddileşerek:
-Hayır Aliyoşa, münasebetsizlik değil!.. Fakat öpüşmeyi sonraya bırakarak biraz akıllıca konuşalım. Bu kadar güzel, sohbetli, cana yakın ve akıllı olduğun halde, ne diye benim gibi hastalıklı bir zirzop kızla evlenmek istiyorsun? Gerçi çok mutluyum. Fakat sana layık olmadığımı da bilirim...
-Böyle düşünmek doğru değil Liz. Ben, yakında manastırdan ayrılacağım. Mürşidimin emrine uymak için evleneceğim. Senden iyisini nereden bulabilirim? Sizden başka kim beni ister? Ben bu meseleyi çok düşündüm. Siz, beni çocukluğunuzdan beri tanıyorsunuz. Sonra bende eksik olan kıymetlerden çoğu sizde var. Siz, benden daha neşeli, hele daha saf ruhlusunuz. Ben ise nihayet bir Karamazof’um. Gülseniz, alay etseniz bile ne çıkar? Ben memnunum vesselam. Siz de çok düşünerek kendinizi üzmeyiniz.
-Nasıl nasıl? Üzülüyor muyum ben?
-Evet, üzülüyorsunuz. Demin yüzbaşıdan bahsederken kendimizi ona üstün tutup tutmamaktan bahsetmiştik. Bu da gösteriyor ki, siz koltuğunuza oldukça derin meseleler düşünüp içinizi sıkıyorsunuz.
Liz, saadetten hafiflemiş bir sesle:
-Aliyoşa, neye elinizi çekiyorsunuz. Verin bana onu kuzum... Dedi.. Manastırdan çıkınca nasıl giyineceksiniz? Ama sakın gülmeyin, benimle alay etmeyin, mesele, bence pek mühimdir.
-Ne biçime gireceğimi henüz bilmiyorum. Fakat hangi kıyafet hoşunuza giderse, ben de onu seçeceğim.
-Sizi koyu lacivert kadifeden bir ceket, beyaz pike bir yelek ve kül renkli bir şapka ile görmek isterdim... Ha söyleyiniz bakayım dün mektubumu mahsus yazdığımı, alay ettiğimi söyleyince, sizi sevmediğime inandınız mıydı?
-Hayır!
-Allah’ım sen ne uslanmaz adamsın!
-Yok, yok... Beni sevdiğinizi biliyordum ama... bilmezlikten gelerek hoşunuza gitmek istedim.
-Öööf... Kaş yapayım derken göz çıkarıyorsun... Peki öyle olsun Aliyoşa... Biliniz ki, size tapıyorum... Bakın dinleyin, dün kendi kendime: “Ondan mektubumu isterim, şayet hemen çıkarır verirse, beni sevmediği, onun insafsızlığı, ahmaklığı, münasebetsizliği meydana çıkar, ben de mahvolmuş olurum” demiştim. Bereket versin ki, mektubumu, manastırda bırakmıştınız. Bu unutuş bana cesaret verdi. O mektubu bana vermemek için manastırda bırakmıştınız değil mi?
-Hayır, öyle değil. Mektup, o zaman olduğu gibi şimdi de yanımdadır. Hiç ayırmadım koynumdan onu... Nah şu cebimdedir.
Aliyoşa böyle dedi ve mektubu cebinden çıkardı ve uzaktan göstererek güldü, sonra fısıldadı.
-Ama vermem... isterseniz uzaktan bakabilirsiniz.
 
 
 
Karamazov Kardeşler 2. Cilt
 
DÜNYA KLASİKLERİ : 13
DOSTOYEVSKI
Karamazov  Kardeşler
Rusçadan çeviren :
Leyla Soykut
 
KARAMAZOV KARDEŞLER
DOSTOYEVSKI (cilt 2)
 
Çeviri: Leyla Soykut
Dizgi: Cem Yayınevi - Aralık 1997
Baskı: Umut Matbaacılık
(0212)6370934
CEM YAYINEVİ                                
Küçükparmakkapı ipek Sok. No: 11                
80060 Beyoğlu - İSTANBUL • (0212) 243 05 50 - 243 20 23 Fak: (0212) 244 15 33
cem
Yayınevi
BEYAZİT DEVLET KÜTÜPHANESİ           
Tasnif No..      Demirbaş No
891.733           361527
2988-98-891.7Besinci Kitap
SAVUNMA VE KARŞI GELME
 
TERTiP
Alyoşa'yı gene önce Bayan Hohlakova karşıladı Kadın acele ediyordu; önemli bir şey olmuştu: Katerina îvanovna'nm isteri krizi bayılma ile sonuçlanmış, sonra da genç kadına '«korkunç» bir bitkinlik gelmişti, yatağa düşmüş, gözlerini kaydırmış, sayıklamağa baş-iamıstı Şimdi de ateşi yükselmişti Hemen Hertzens-:ube'ye ve teyzelerine haber vermişlerdi; teyzeleri gelmişti bile. Hertzenstube ise hâlâ gelmemişti. Hepsi Ka-terina İvanovna'nın odasında oturuyor, bekliyorlardı Bir şeyler olacaktı. Katerina İvanovna hâlâ kendinde değildi. Ya bir de nöbet başlarsa?
Bayan Hohlakova bunları bağırarak söylerken yüzünde ciddî, korkulu bir anlam vardı. Daha önce olanlar ciddî değilmiş gibi, her sözün arkasından "Bu artık ciddî, bu ciddî!» deyip duruyordu. Alyoşa bu anlattıklarını üzüntü ile dinledi; sonra ona kendi başından geçenleri anlatmaya koyuldu. Ama bayan Hohlakova daha Alyoşa konuşmaya başlar başlamaz sözünü kesti; Vakti yoktu. Ondan Lise'in odasında oturmasını ve kendisini orada beklemesini rica ediyordu.
Aleksey'in hemen hemen kulağına fısıldıyarak: — Ah sevgili Aleksey Fiyodoroviç, o Lise yok mu? dedi. Demin tuhafıma giden bir söz söyledi, beni şaşırttı, ayni zamanda duygulandırdı da. Bu yüzden ne yapsa, onu yürekten bağışlıyorum. Düşünün bir kez; siz gider gitmez, birden dün de, bugün de sizinle alay et-mişmiş gibi içten gelen bir pişmanlık duymağa başladı. Ama o sizinle alay etmemişti, yalnız şaka etmişti. Hem o kadar ciddî bir pişmanlık duyuyordu ki, neredeyse ağlıyacaktı; o kadar üzüldü ki, şaştım kaldım! Oysa şimdiye kadar benimle alay ettiği vakit, hiç öyle ciddî bir pişmanlık duymamıştır. Hoş, bunu hep şaka--dan yapardı ya.
«Biliyor musunuz, Lise benimle her an şaka eder. Ama şimdi ne yapsa ciddî. Her davranışı ciddî oluyor şimdi. Sizin düşüncenize de çok önem veriyor, Aleksey Fiyodoroviç. Onun için eğer imkân varsa, ona darılmayın, onu suçlamayın. Ben bile ne yapsa, onu hoş görüyorum, hep öyle yapıyorum. Çünkü öylesine zeki bir çocuktur ki o! İnanır mısınız? Demin sizden söz ederken çocukluk arkadaşı olduğunuzu söyledi: «Düşünün, bir kez! En ciddî arkadaşı sizmişsiniz. Peki, ya ben ne oluyorum? Onun bu konuda aşırı denecek kadar derin duyguları, hattâ anıları var. Asıl önemli olan da söylediği o cümleler, o sözlerdir, öyle beklenmedik sözler ki. İnsanın hiç beklemediği bir anda, birden bir şey söyleyiveriyor.
«örneğin, geçenlerde bir çamdan söz etti: Bahçemizde, Lise daha küçücükken bir çam vardı. Belki de hâlâ orada duruyordun Onun için şimdi geçmiş zamanı kullanmak doğru olmaz belki. Çamlar insanlar gibi değildir; onlar uzun bir süre değişmez, Aleksey Fiyodoroviç. Lise bana : «Anne, o çamı rüyadaki gibi hatırlıyorum,» dedi. Daha doğrusu «Çamı rüyadaymışım gibi hatırlıyorum,» dedi. Bunu biraz başka türlü söylemisti. Çünkü bu işin içinde bir karışıklık var. Zaten «Cam aslında anlamsız bir söz. Ama bana bu konuda o kadar orijinal bir şeyler söyledi ki, şimdi kesin olarak söylediklerini imkânı yok anlatamam. Zaten hepsini unuttum. Her neyse! Güle güle, çok sarsıldım ben. Galiba aklımı kaçırıyorum. Ah, Aleksey Fiyodoroviç, ömrümde iki kez aklımı kaçırdım; beni tedavi ettiler. Siz Lise'in yanma gidin. Ona cesaret verin. Ona her zaman nasıl güzel güzel cesaret verirdiniz?» Kapıya yaklaştı:
— Lise! diye bağırdı, îşte o kadar  gücendirdiğin f Aleksey Fiyodoroviç'i getirdim. Hem de sana artık hiç j kızmıyor. İnan bana! Şimdi tersine, senin öyle şeyleri 'nasıl olup da düşündüğüne hayret ediyor.
— Merci, maman! Giriniz Aleksey Fiyodoroviç! Alyoşa girdi. Lise bir garip utançla ona bakıyordu;
birden kıpkırmızı oldu. Nedense utanıyordu. Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi, asıl konuyla hiç ilgisi olmayan bir şeyden söz ederek hızlı hızlı konuşmaya başladı. Sanki o anda kendisini yalnız o konu ilgilendiriyordu.
— Annem demin durup dururken, bana o iki bin rubleyi ve onlarla ilgili olarak size verilen görevi anlattı Aleksey Fiyodoroviç... O zavallı subaya  giderek yerine getireceğiniz görevi... Aynı zamanda bana o subaya yapılan hakaretin feci hikâyesini anlattı ve biliyor musunuz? Gerçi annem bir şeyi her zaman doğru dürüst anlatamaz... hep bir konudan bir başka konuya atlar... Ama ben onu dinlerken ağladım. Peki ne oldu, nasıl oldu? Paraları verdiniz tabiî. Şimdi o zavallı adam ne yapıyor?
Alyoşa sanki gerçekten zihnini asıl uğraştıran şey parayı vermemesiymiş gibi :
— İS'n kötüsü   parayı hâlâ  veremedim.  Bunun uzun bir hikâyesi var, diye karşılık verdi.
Ama Lise bu arada Alyoşa'nın gözlerini öbür tarafa çevirdiğini farketmişti; belliydi ki, o da asıl konuyla ilgisi olmayan şeylerden söz etmeye çalışıyordu. Alyoşa, masanın önüne oturarak anlatmaya koyuldu. Ama daha ilk sözleri söylediği sırada, duyduğu utanç geçti. Anlattıklarının heyecanına Lise'i de kaptırmıştı. Şiddetli bir duygunun ve biraz önceki olağanüstü izlenimlerinin etkisi altında konuşuyordu: Bu yüzden her şeyi ayrıntılarıyla birlikte çok güzel anlattı. Eskiden de, daha Moskova'da ve Lise daha çocukken, Alyoşa ona gidip ya biraz önce başından geçenleri, ya bir kitapta okuduğunu ya da çocukluğunda yaşayıp da hatırladığı herhangi bir şeyi anlatmaktan hoşlanırdı Hatta bazen ikisi hayal kurar, birlikte başından sonuna kadar hikâye uydururlardı. Ama onlar çoğu zaman neşeli, gülünç hikâyelerdi.
O sırada ikisi de o iki yıl önce Mokova'da geçirdikleri günlere dönmüş gibiydiler. Alyoşa'nın anlattığı olay Lise'i aşın derecede duygulandırmıştı. Genç adam heyecanla konuşurken, Lise hayalinde «Ilyuşeçka» tipini canlandırabilmişti. O zavallı adamın paraları nasıl ayaklarının altında çiğnediğini belirten sahneyi, bütün ayrıntılarıyla anlattığı sırada, Lise birden kollan-nı şiddetle iki yanma indirdi, bastıramadığı bir öfkeyle:
— Demek paraları vermediniz,  demek kaçıp gitmesine fırsat verdiniz! diye bağırdı.   Aman Allahım! Hiç olmazsa siz de arkasından  koşup ona yetişseydi-niz...
Alyoşa iskemleden kalkarak odanın içinde dolastı
— Hayır Lise, koşmadığım daha iyi oldu, dedi.
— Nasıl daha iyi? Ne bakımdan daha iyi? Şimdi ekmek parası bile bulamazlar, mahvolurlar!
— Mahvolmazlar. Çünkü bu iki yüz ruble nasıl olsa ellerine geçecektir.  Kendisi nasıl olsa yarın onları alır. Yarın muhakkak alacaktır onları!
Alyoşa oradan oraya dolaşarak düşünceli düşünceli konuşuyordu. Birden genç kızın karşısında durdu:
— Size bir şey söyliyeyim mi Lise? Ben bu işte bir yanlış yaptım ama, bu yanlışım durumu daha iyiye çevirdi.
— Nedir o yanlış Hem neden durumu iyiye çevirdi?...
— Nedenini söyliyeyim: Bu adam korkak ve zayıf karakterlidir.  Çek  acı  çekmiş ve o kadar iyi yürekli bir insan ki. Şimdi iste hep şunu düşünüyorum: Acaba neye gücendi de öyle birden paralan  ayaklarının altında çiğnemeye başladı? Çünkü bana inanın, kendisi son dakikaya kadar onları ayaklarının altında ciğni-yeceğini bilmiyordu.
Şimdi bana öyle geliyor ki, onu bu işte gücendiren birçok şeyler var... Zaten onun durumunda olan bir insan için başka türlü olamazdı... önce benim yanımda paraya aşırı derecede sevindiği ve bu sevincini benden gizlemediği için gururu incinmiştir. Eğer o kadar fazla sevinmeseydi, bunu belli etmeseydi, nazlanmaya kal-kışsaydı, başkalarının yaptığı gibi parayı alırken mı-nn kırın etseydi, eh o zaman belki buna dayanabilir, parayı da alabilirdi. Oysa buna pek içten sevindi, işte gururunu yaralıyan şey bu! Ah Lise! O,dürüst ve iyi yürekli bir insandır. Ama bu gibi olaylarda asıl felâket de budur!
«Hep gücünü yitirmiş, zayıf bir sesle konuşuyordu; hızlı hızlı söylüyordu sözlerini. Hem de hep incecik bir. sesle «hi hi hi» diye gülüyor, belki de ağlıyordu... Evet, doğrusu, ağlıyordu, bu işe o kadar memnun olmuştu ki... kızlarından da söz etti... başka bir kentte kendisine verecekleri işi anlattı... sonra içindekileri döker dökmez, bana ruhunu olduğu gibi gösterdiği için utanç duydu. O zaman benden hemen nefret etmeğe başladı. Çünkü o çok utanç duyan fakirlerdendir. Asıl gururunu kıran şey, beni çabucak bir dost olarak kabul etmesi, çabucak bana kendini teslim etmesiydi; daha önce üzerime atılacak gibi oluyor, beni korkutuyordu. Ama parayı görünce, birden beni kucaklamaya başladı. Hatırlıyorum, beni hep kucaklıyor, hep bana sarılıyordu. Herhalde bu şekilde davranırken, ne kadar küçük düştüğünü hissetmiştir, ben de tam o sırada bir yanlış, çok önemli bir yanlış yaptım: Durup dururken ona, başka bir kente gitmesi için para yetmezse kendisine daha da para vereceklerini, hattâ kendi paramdan bile ne kadar isterse vereceğimi söyledim. İşte bu onu birden şaşırttı: Kendi kendine: «Durup dururken neden yardımıma koşuyor?» diye soruyor gibiydi.
«Biliyor musunuz Lise? Başkalarının gururu yaralanmış bir adama, kendileri velinimetleriymiş gibi bakmaları, ona öyle ağır gelir ki! Bunu daha önce de işittim. Dede söylemişti. Ne demek istediğimi, nasıl anlatacağımı bilemiyorum; ama bunu sık sık kendim de gördüm. Ben de zaten aynı hisleri duyuyorum. Asıl önemlisi de şu: Gerçi kendisi son dakikaya kadar parayı ayaklarının altında ezeceğini bilmiyordu, ama ne olursa olsun, öyle yapacağını önceden sezmiştir: Bunu kesin olarak biliyorum. Çünkü öyle coşkun bir sevinç içindeydi ki! İçinde muhakkak bir seziş vardı.. İşte böyle. Bütün bunlar gerçi kötü şeyler, ama, ne olursa olsun sonunda daha iyi oldu. Hattâ öyle düşünüyorum ki, en iyi sonuç buydu, bundan iyisi olamazdı...
Lise iri gözlerinde derin bir şaşkınlıkla, Alyoşa'ya Iraktı:
— Neden, neden daha iyisi olamazdı?
— Çünkü parayı ayaklarının altında çiğnemesey-di, bu paralan alsaydı, evine döndükten bir saat sonra, bu kadar küçük düştüğü için ağlardı. Muhakkak öyle olurdu. Ağlardı, belki de yarın sabah karanlığı  bana gelir, paraları fırlatarak demin yaptığı gibi ayaklarının altında çiğnerdi Oysa şimdi gururu yaralanmamış olarak, üstelik «kendisini felâkete attığını bildiği halde-içinde bir zafer duygusuyla yanımdan ayrıldı. Bunun için ona aynı iki yüz rubleyi yarından tezi yok kabul ettirmekten daha kolay bir şey olamaz. Çünkü kendisi şerefini ispat etmiş oldu, paraları fırlattı, ayaklarının altında çiğnedi... Onları çiğnerken benim bunları kendisine yarın tekrar götüreceğimi bilemezdi ya. Söz aramızda, bu paralara o kadar müthiş ihtiyacı var ki. Şimdi gurur duyuyor ama, ne olursa olsun, hemen sonra nasıl yardımdan yoksun kaldığını düşünmeye başlıya-caktır. Gece bunu daha da çek düşünecektir, rüyasında bile görecektir. Yarın sabah ise, herhalde bana koşup özür dileyecek hale gelecektir. İşte o sırada ben ona gidip : «Alın buyurun! Siz gururlu bir insansınız, bunu ispat ettiniz, artık bunları kabul ediniz, bizi bağışlayınız,» diyeceğim. O zaman parayı alacaktır!
Alyoşa garip bir heyecanla : «İşte o zaman alacaktır!" diye tekrarladı. Lise ellerini çırptı:
— Ah çok doğru! Ah. şimdi bunu birden iyice anladım. Müthiş bir şey! Ah Alyoşa. nasıl oluyor da bütün bunları o kadar iyi biliyorsunuz? O kadar genç olduğunuz halde insanın içinden geçenleri biliyorsunuz... Ben olsam bunları dünyada bilemezdim...
Alyoşa kendini kaptırdığı o heyecanla devam etti:
— Şimdi asıl önemli olan şey, bizden para aldığı halde, onu bizimle eşit durumda   olduğuna   inandırmaktır. Hattâ bize eşit değil, bizden daha üstün bir durumda olduğuna inanmalı...
— Evet «üstün durumda,»   olduğunu düşünmeli! Çok güzel Aleksey Fiyodoroviç! Daha söyleyin,  söyleyin...
— Gerektiği gibi söyliyemedim... «Üstün durumda», dedim ama... Her neyse zararı yok. çünkü...
— Ah, zararı yok. zararı yok, zararı yok!... özür dilerim Alyoşa! Sevgili Alyoşa... biliyor musunuz; şimdiye kadar size karşı hemen hemen hiç saygı duymadım... Daha doğrusu size saygı duyuyordum ama, kendime eşit bir düzeyde görüyordum. Bunlan böyle ise.
Ama bunu sağlamak için ne yapmak gerektiğini bilmiyorum! diye mırıldandı.
— Alyoşacığım!  Siz  bana  karşı hem soğuk davranıyor, hem de küstahlık ediyorsunuz! Şuna bakın hele: Beni lütfen kendisine bir eş olarak seçmiş, ondan sonra da içi rahat etmiş! Daha ben söylemeden yazdığım mektubun ciddî olduğuna eminmiş! Şaşılacak şey! Bu bana karşı düpedüz küstahlıktır! Başka hiç birşey değil!
Alyoşa birden güldü:
— Ama buna  kesin  olarak  inanmam,  kötü  birşey mi yani?
Lise, ona mutlu bir anlamla tatlı tatlı baktı:
— Ah. Alyoşa! Aksine, bu müthiş bir şey! Çok güzel bir şey! dedi.
Alyoşa halâ elini Lise'in elinden çekmemişti. Birden eğildi, genç kızı dudaklarından öptü. Lise:
— A.a.a... Ne oluyorsunuz? diye bağırdı. Alyoşa büsbütün şaşırdı:
— Şey... Olmayacak bir şey yaptıysam, özür dilerim... Ben... biliyorum, belki de çok aptalca bir şey oldu.. Siz., siz bana soğuk olduğumu söylediniz, ben de sizi öptüm işte... Ama şimdi anlıyorum ki, bu aptalca bir şey oldu...
Lise gülerek elleriyle yüzünü kapadı. Kahkahalar arasında:
— Hem de sırtınızda cüppe varken! dedi.
Ama sonra birden kahkahaları kesildi ve Lise çok ciddileşti. Neredeyse sert bir tavır takınmıştı. Birden:
— Bakın Alyoşa. öpüşmelere daha vakit var, bekleyelim. Çünkü askı daha ikimiz de bilmiyoruz. Oysa daha uzun bir süre beklememiz gerekiyor, diye kararını bildirdi. İyisi mi, bana şunu söyleyin şimdi, siz ne diye benim gibi bir kızı, hasta bir küçük budalayı kendinize eş olarak alıyorsunuz? Siz ki, o kadar akıllı, herşeyin o kadar derinini düşünen, hiçbir şeyi gözünden kaçırmayan bir insansınız, bunu neden yapıyorsunuz? Ah, Alyoşa, korkunç bir mutluluk içindeyim! Çünkü ben faize eş olmağa değer bir kız değilim!

Yüklə 9,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   150




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin