"el- Hamdulİllah"
Yine, Farsça’da "Hamd" kelimesini de tam manasıyla açıklayan bir kelime yoktur. Hamd'ın manasına yakın olan iki kelime var, hamd kelimesi genelde bu iki kelimeyle açıklanıyor, ama bunların hiçbiri tek başına "Hamd" kelimesinin manasını iletememektedir. Bunların biri, karşılığı övmek ve sena etmek olan "medh" kelimesidir. İkincisi ise karşılığı teşekkür etmek olan "Şükr" kelimesidir
Medh kelimesi "Hamd" kelimesine çok yakındır ve hatta bazıları bunların, büyük bir ihtimalle aynı kelimenin iki talaffuzu olduğunu ileri sürmektedirler. Bunun benzerleri Arapça’da birçok yerde göze çarpmaktadır; mesela "hols" ve "lohs" veya "eys" ve "ye's" bu kelimelerin harfleri aynıdır, ama harflerin yerleri değişiktir.
Medh, övme anlamındadır. Övme duygusu, insana mahsus duygulardandır. Yani, insan öyle bir idrak ve duygu seviyesine sahiptir ki kemal ve celal ile, güzellik ve üstünlükle karşılaştığında ister istemez onda övme duygusu uyanır ve bu güzelliği metheder. Bu duygu insana mahsustur, hayvanda olmaz. Hayvan, ne bu kemal, celal ve azameti idrak edebilir ve ne de bunları methedebilir.
Bazen de bu duygu insanda çirkin bir şekilde zuhur eder ve buna dalkavukluk denir; bu da çirkin sıfatlardandır. Aslı ve hakikati olmayan bir şeyi methetmek, dalkavukluktur. Allah'ın insana gerçek kemal, cemal, azamet ve güzellikleri övmesi için vermiş olduğu bu gücü insanın bir takım çıkarlar uğruna övgüye değmez asılsız ve değersiz varlıklar hakkında kullanması gerçekten de çok çirkin bir şeydir. Bu güç insanın o yüce duyguyu (kemali övmek ve methetmek duygusunu) tatmin etmesi içindir; bir nevi alçalmaya vesile olan tamah ve ihtiras duygusu doğrultusunda bu duyguyu kullanmak doğru değildir. Gerçek övgüler ihtirasa dayanmaz, insan bir güzellik sanatıyla karşılaştığında tabii ve fıtrî olarak onu över. Mesela, bir insan, yıllar önce Baysungur'un yazmış olduğu bir Kur'an sayfasını görünce onun güzelliği karşısında hayrete düşer ve ister istemez onu metheder. Şimdi biri, "Bu övgü karşısında hiç bir şey vermezler; o halde neden övüyorsun?" derse cevabımız ne olacak? "Bir şey vermeleri mi gerekir?" deriz. Ben insanım ve insan da insan olduğu için bir azamet, celal, cemal ve kemalı gördüğünde ister istemez ona karşı eğilir ve bu duygusunu överek dile getirir. İşte bu, medh kelimesinin anlamıdır, fakat hamd sadece bu değildir.
İnsanda tertemiz bir başka duygu daha vardır. Bu da insanın özelliklerindendir; bu duyguya "teşekkür etme" denir. İnsana birinden bir hayır dokunduğunda insan, insanlığının gereği ona karşılık memnuniyetini dile getirir. Otomobilinizle bir yerden geçtiğinizi düşünün; aynı yerden önce geçmeye hakkı olan başka bir otomobille karşılaşıyorsunuz böyle bir durumda eğer o durur sizin önce geçmenize müsaade ederse, insanın tertemiz fıtratından kaynaklanan insanlık vazifesi icabı "teşekkür ederim" diyerek veya başını veyahut da elini sallayarak memnuniyetinizi bildirirsiniz. Bu sıfatın bu seviyesi hayvanda olmaz; bu insana ait sıfatlardandır. Allah-u Teala'nın Kur'an'ı Kerim'de yönelttiği "İyiliğin karşısı iyilikten başka olur mu?" sorusunun muhatabı insanın sağlıklı fıtratıdır ve bunu yanıtlayacak olan da insanın tertemiz vicdanıdır.
"Kendini tanıyan herkes, Allah'ını da tanır" hadisi çok doğru ve derin içeriklidir. İnsanın kendisini tamamen tanıması Allah'ı tanımakla noktalanan bir yoldur. İnsanın kendisini tanımasının yollarından biri de teşekkür etme duygusudur. Buna emreden ise insanın vicdanıdır. Ve bu da toplumun eğitim ve öğretim kurallarıyla değişen bir şey olmayıp yöresel geleneklerden de kaynaklanmaz; özel bir bölge ve iklime de mahsus değildir. Bazı gelenekler zaman ve mekanın değişmesiyle değişir ve hatta bazen tamamen zıt bir şekil de alabilir. Mesela, insanın başından şapka çıkarması veya şapkayı başına takması her ikisi de saygı alametidir. Ama her biri bir yörenin geleneğidir. Bu gibi şeyler toplumdan topluma değişebilir. Ama iyiliğin karşısında kötülük edilmesi ve bunun da bir yöresel gelenek olarak yorumlanması hiç bir toplumda görülmemiş bir şeydir.
Hamd, ne sadece methetmektir ve ne de sadece teşekkür etmek. O halde "hamd" nedir? Bu kişinin bir araya getirilmesine hamd denilebilir. Yani, hem azamet, kemal, üstünlük ve güzellik açısından methetmeye lâyık olan ve hemde yaptığı ihsan ve iyiliklerden dolayı teşekkür edilmeye lâyık olan birisine karşı hamd kelimesi kullanılır.
HAMD ALLAH'A MAHSUSTUR
Hamd'ın manasında başka bir mananın da gizli olması mümkündür. O ise "ibadet etme" manasıdır. Buna göre Hamd kavramı üç unsurdan oluşmuş olur: Övme, teşekkür etme, ibadet etme. Başka bir deyişle, teşekkür ve ibadet edercesine övmek. Bu ayetin, "Hamd Allah'a mahsustur ve ondan başkasına hamdedilemez" demesi, hamdın ibadet boyutu olduğu için olabilir.
Bütün hamdların Allah'a mahsus olduğu hususunda müfessirler ittifak etmişlerdir. Eğer hamdın mefhumunda huşu ve ibadet boyutu olmasaydı ve sadece hamdın manası şükretmek olsaydı, Allah'ın insan için vasıta kıldığı insanlara şükretmenin ne gibi bir sakıncası olabilirdi. Allah bazı mahluklar vesilesi ile insana hayır iletir, onlara da teşekkür etmek gerek. Hatta bu hususta şöyle bir hadis de var: "Mahluka teşekkür etmeyen yaratan'a şükretmez." Baba, anne ve öğretmen gibi daima insana hayır ve ihsanda bulunan mahluklara da teşekkür etmek gerekir. Hiç kimse, ben Allah'a şükrederim ve kullarla işim yok deyip onları unutmamalıdır. Ancak şuna da dikkat etmek gerekir ki bu şükretmek, bir yerde hem kula ve hem de Allah'a şükretmek anlamına gelmez. İnsan bir kula teşekkür ettiğinde, o kulun müstakil bir varlık olmadığına ve onun yapmış olduğu iyilikten dolayı öncelikle Allah'a şükretmek gerektiğine dikkat etmelidir.
"Hamd, Allah'a mahsustur" ayetinden, hamdın manasında övmek ve ibadet etmek de saklı olduğu anlaşılmaktadır.
Kısacası; hamd, insanın tertemiz batinî duygularındandır bu duygu güzellik ve celalı methetmesi ve azamet karşısında huşu göstermesi için her insanın ruhunun derinliklerinden coşar bir duygudur. İşte bu yüzden de "Hamd" (Fatiha) suresi ilahi marifeti gerektirir. Yani, insan Allah'ı tamamen tanımadıkça "Hamd" suresini hakkıyla ve doğru-dürüst bir şekilde okuyamaz.
Şimdi çok yüce bir ruha, çok iyi alışkanlıklara ve faziletlere sahip olan bir insanla karşılaştığınızı düşünün. Böyle birine ihtiyaç duyuyorsunuz ve ihtiyacınızı gidermede hiç bir çıkar gütmeden, ihtiyacınızı gidereceğini ve hakkınızda ihsanda bulunacağını anlamış bulunuyorsunuz. Şimdi ruhunun yüceliği karşısında huşu etmiş olduğunuz böyle bir şahsın adı bir toplantıda anıldığında, gülü gören bülbül gibi aşıkçasına onu methetmeye, içtenlikle onu övmeye başlarsınız. İşte bu övgü duygusu ruhunuzun derinliklerinden coşar, hatta onu övmekle rahatlarsınız ve övmekten zevk alırsınız.
İnsan da namaz kılarken böyle bir hal alır. Defalarca dediğimiz gibi, biz şuna inanıyoruz ki ibadet etmek Allah'ı tanımanın bir gereğidir ve insan tamamen Allah'ı tanımadıkça ibadeti yücelmez, zirveye ulaşmaz.
Burada şuna da değinmek zorundayız ki, "el-hamdu lillah" cümlesinin peşinden şu dört sıfat sıralanmıştır: "Rabb-ul âlemin, er-Rahman, er-Rahim, Malik-i yevmid din". Bu sıfatların her biri Allah'ı tanımaya doğru açılan kapılardır. Bunların hepsini kendi yerinde açıklayacağız. Ancak o sıfatlar bu cümleden sonra söylenmiştir ve bu cümle ise hamdın Allah'a -ibadet ve övgüye layık olan zâta- mahsus olduğunu ve bunun da çok yüce bir makam olduğunu bildirmektedir. Yani, bu zatın sonrada açıklanan diğer sıfatlarını ve hakkımızdaki ihsanlarını göz ardı etsek bile, kendimizin ve bu koskoca dünyanın yaratılışını göz önünde bulundurmasak dahi bu zat hamd edilmeye lâyıktır ve bu yüzden de onu övmeliyiz.
Tabii ki, kimse bu dereceye vardığını iddia edemez. Bunu ancak Ali ibn-i Ebi Talib (a.s) gibi bir kimse söyleyebilir:
Allah'ım! Senin cennetine girmek veya cehenneminin azabından korktuğum için sana ibadet etmiyorum. Cennet ve cehennemi yaratmasaydın bile, ibadet edilmeye lâyık olduğun için ben sana ibadet ederdim.
Beni yarattığın için değil, bana ihsanda bulunduğun için değil, ahirette ibadet eden kullarına cennette yer vereceğin için değil, ibadete lâyık olduğun için sana tapıyor ve kulluk ediyorum.72[72]
Sa'di bu hususta şöyle diyor:
Dostunun özüne değil ihsanına göz dikmişsen
Dosta boyun eğmemişsin kendinden kopmamışsın sen
Bu evliyanın yolu değil evliyalar böyle yapmaz
Allah'tan, Allah'tan gayri katiyen hiçbir şey ummaz.73[73]
Dostları ilə paylaş: |