Muhabbetname


MUHARREM AYININ TAŞIDIĞI MÂNÂ



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə49/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   83

MUHARREM AYININ TAŞIDIĞI MÂNÂ


Muharrem ayı hicrî ayların birincisi ve Hicrî yılbaşıdır. Bu ay Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicreti olarak kabul edilmiştir. Bu ayda Âdem (A.S.)’in Cennet’ten çıkarıldıktan sonraki duasının kabulü, Nuh tufanının sona ererek Nuh (A.S.)’un gemisinin Cudi dağında selâmete çıkması, Musa (A.S.)’nın firavundan kurtulması, İbrahim (A.S.)’in Nemrud’un ateşinde yanmayıp kurtulması, Yunus (A.S.)’un balığın karnından selâmete çıkması gibi bir çok vak’alar gerçekleşmiştir. Hicrî ayların altısı bâtın, altısı zâhirdir. Bâtın tecellî ayları 1- Muharrem 2- Safer 3- Rebîu’l-evvel 4- Rebîul-âhir 5- Cemaziye’l-evvel 6- Cemaziye’l-âhir’dir. Altı zâhir aydan Receb, Şaban, Ramazan ayları, kulların kendi insan-ı asliyelerini öğrenme ayları olup, ef’âl şirkinden, sıfat şirkinden, vücûd şirkinden kurtulma tahsilini yapma aylarıdır. Tin Sûresindeki “En üstün bir biçimde yaratıldıktan sonra aşağıların aşağısına indirdik” âyeti gereğince, aşağıların aşağısı olan bu dünyadaki emmâre nefsinden, Hak Mürşidinin himmetiyle kurtulanlar, ihtiyarî olarak, ölmeden evvel ölme mutluluğuna erdikleri için, dostla bayram yapmağa hak kazanmışlardır. Şevval ayının birinci günü Fıtır bayramıdır. Şevval, Zilkade ve Zi’l-hicce ayları ise Hakk’ın mülkünde Hakk’tan başkasının kalmamasıdır.”Bu mülk kimindir” nidasına, kendisinden başkası kalmayınca “Bu mülk Vahid-ül Kahhâr olan Allah’ındır” cevabını yine kendisinin vermesidir. İşte bu üç ay, O’ndan başka bir şeyin olmadığının, Zâtının sıfatlarına ve sıfatlarından da fiileriyle kemâlât tecellîlerinin bu kesret âlemindeki şerhi olmaktadır.

Muharrem ay’ı, kullar için Hakk Mürşide henüz yeni biat etmiş bir sâlike zikir ay’ı, Allah’ın gizlilikten bilinmekliğini murâd edip henüz açığa çıkmadığı Ahadiyet ay’ı da diyebiliriz. Bir sâlikin zikir dersi elbette onun yılbaşısıdır. Çünkü yeni bir dönem ve yeni bir hayata başlamaktadır. Bir âyet-i kerîmede “Siz ölü idiniz diriltildiniz, tekrar öldürülüp tekrar diriltilecek ve Rabbinize döndürüleceksiniz” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi, cehâlet ve gaflet uykusunda iken, Hak Mürşidi bizleri zikirle diriltti. Böylece yeni bir hayata başlamış olduk. Tevhîddeki temkin zikrinde, bütün mertebelerin zevki gizli olarak mevcuttur. Onun için “zikir Ahadiyeti vurur” denmiştir. Nasıl bir ağacın çekirdeğinde, o ağacın gövdesi, dalları, yaprak ve meyveleri gizli olarak mevcutsa, aynen onun gibi, zikir de merâtibin içindeki bütün mertebeleri bünyesinde cem etmiştir. Günü ve vakti geldiğinde, merâtib-i İlâhinin mertebelerindeki şühûdî zevklerin kişide tecellî etmesi gibi, her peygamberin başından geçen olaylar Muharrem ayında olmuştur diye cem sigasıyla ifade edilmiştir. Yoksa tek bir ay olan Muharrem ayında bütün olayların olması düşünülemez. Muharrem ayı çok değerli bir ay olduğu için, peygamberimiz “Ramazan ayında tutulan oruçtan sonra en üstün oruç Muharrem ayında tutulan oruçtur.” buyurmuşlardır. Oruç uruc etmektir. Yani kişinin ikilikten birliğe yükselmesi, ihtiyarî olarak şirklerinden kurtularak Hakk’ın varlığı ile varlıklanmasıdır. Biz kulların, hakîkatteki Ramazan orucunu tutmadan Muharrem ayındaki orucu tutmamız mümkün değildir. Her ibâdetin bir taklîdi, bir de tahkikî olduğu gibi, bunu da elbette yapmamızda fayda vardır. Yeter ki yerini bilelim. Ramazan ayındaki oruç bizlere farzdır. Muharrem ayı orucu ise sünnettir. Oruç ikilikten birliğe yükselmektir. İkilikten birliğe yükselemeyen bir kişi nasıl olur da “dâimî birlikte kalmak” olan nevâfil orucu tutabilir. Biz kullar, evvelâ farz olan Ramazan orucunu mutlaka tutmalı, ondan sonra da sünnet olan Muharrem ayı orucunu tutmaya gayret göstermeliyiz.

Melamîler, elhamdülillah hakîkat ehli oldukları için, zâhir ve bâtın ibâdetlerini beraber yaparlar. Zâhiri bâtından, bâtını da zâhirden hiçbir zaman ayırmazlar. Çünkü zâhir bâtınsız eksiktir. Bâtın da zâhirsiz zevk edilemez. Onun için bu zümre, daha zikirde iken her nefeste “Allah Allah Allah” demekle Allah’tan başka bir şeyle meşgul olmadan dâimî zikir birliğine erdikleri için baştaki Muharrem orucunu tutmuş olurlar. Çünkü Allah’ın zikir birliğine nâil olanlar gafletten, vehimden, vesveseden uzak kalırlar. Zira her nefeste zikirle meşgul olmaları, onları gaflet vâdisinden uzaklaştırır. Zâhiren sünneti uygulamak isteyenler, şeriat-ı evvel ahkâmına göre bu ayda oruç da tutabilirler. Bu tutulan oruç taklîdi oruç olur. Melamîler, Receb ayında da oruçludurlar. Yalnız herkesin tuttuğu gibi bu bedenin gıdasını vermemekle değil, fiilerin fâilinin Allah olduğunun şühûd ve râbıtasıyla, fiiller birliğine ermekle ef’âl orucunu tutmaktadırlar. Şaban ayında da henüz vücûd kokusu duymayan bu Tevhîd ehilleri sıfatların mevsûfunun Allah olduğunun birliği ile oruçlu olmuş olurlar. Ramazan ayı gelmesiyle o güne kadar bâtınî olan zikir birliği, ef’âl birliği, sıfatlar birliği oruçlarını bu ayda vücûdların da vücûdullah olduğunun bilinciyle bâtınî ve zâhirî birliğe erme olan orucu tutarlar. Toplum bunların yalnız zâhirlerini gördüğü için bedenen tutulan oruçlara “oruç tuttu” demekte, bâtınî olan oruçlara itibar etmemektedir. Bâtınî oruç tutma hasletine sahip olamayanlar, nefislerinin ıslah ve terbiyesi için, şerîatın emrettiği bedensel oruçlarını mutlaka tutmalıdırlar.

Muharrem ayının on gününün oruçlu olunmasının hikmeti ise, ef’âl-i İlâhiyenin, sıfat-ı İlâhiyenin, Zât-ı İlâhiyyenin zâhir ve bâtın (zâhirde: işitme, görme, koklama, dokunma, tad alma; batında: hafî, rûh, nefs, kalb, sır) on duygu ile zevkinden ibarettir.

İşte Muharrem ayının üstün ay olmasındaki hikmet böylece anlaşılmış oluyor. Onun için Ramazan’da bir ay sûret ve sîret orucu tutmak bizlere emredilmiş, Muharrem ayındaki oruç ise, herkesin bu zevke nâil olamayacağı için nevâfil olmuştur. Zâten Hakk’ın mülkündeki bütün tecellîler nevâfildir. Allah, bütün kardeşlerime Muharrem ayının getirdiği hikmet ilimlerini nasîb etsin.

MUHKEM, MÜTEŞABİH ÂYETLERİN ZUHÛRU


Muhkem âyetler sağlam, sıkı sıkıya kuvvetli, değiştirilemeyen, an tecellisi anlamlarına gelmektedir. Her türlü ibâdetlerin emirler kaynağı anlamına gelmektedir.Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden uzak durmak yani şerîat-ı ahkâmiyeye uymak diyebiliriz.

Müteşabih âyetler ise birbirine benzeyen, açık olmayan, te’vilâta muhtaç (çeşitli mânâlar vermek) âyetlerdir. Bu âyetler bâtın mânâlar remzetmektedir. Zâhir ifade edilse de mânâsı bâtındır. Bu tür âyetleri ancak Allah ve Allah yolunda ilimde râsih olanlar bilebilir.”Elif, Lâm Mim”, “Tâ-Hâ”, “Yâ-Sin”, “Vel Asr” gibi âyetler müteşabih âyetlerdir. Bunların zâhirlerinden hiçbir şey anlamak mümkün değildir. Te’vilâta ihtiyaç vardır.

Bir de hem muhkem hem de müteşabih âyetler vardır ki hem zâhir mânâsı hem de bâtın mânâsı vardır. Mesela İslâmın şartı diye bildiğimiz oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekât vermek, kelime-i şehadet getirmek gibi ibâdetlerin hem zâhir hem de bâtın mânâsı ve îzâhı vardır.

İnsanlar, ilim ve irfâniyetleri derecesinde bu üç türlü Hakk’ın tecellîlerini yerinde görür ve kullanırlarsa hem layıkiyle Allah’a kul olmuş olurlar hem de mutluluğu yakalamış olurlar. Şerîat âyetlerini hakîkatte, hakîkat âyetlerini de şerîatta kullanmak nasıl insanları çıkmaza sokuyor ve ondan layıkiyle faydalanamıyorlarsa aynen onun gibi muhkem âyetleri yerinde, müteşabih âyetleri yerinde, hem muhkem hem de müteşabih âyetleri de zâhirini zâhire göre, bâtınını da bâtına göre mütalaa ve zevk edersek mutluluğa ermiş oluruz.

Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetler nasıl yerli yerinde mütalaa ediliyorsa, âlem-i kübra dediğimiz âlem ve Âdemde de bu âyetler öylece mütalaa edilmelidir. Âyet, delil demektir. Allahü Teala bu âlemde ve Âdem’de delilleriyle her şeyi zuhûra getirmiştir.”Nefsinizde ve ufkunuzda âyetlerimizi göstereceğiz” âyetiyle hem nefsimizde hem de ufkumuzda âyetlerini göstereceğini söyleyen Allah İsra Sûresi 14. âyette de "Oku kitabını! Hesap görücü olarak bugün sana nefsin yeter!" demekle nefs kitabımızı okumamızı emretmektedir. İnsanlarda bu âyetlerin yerli yerinde enfüs ve âfâkımızda okunmasıyla görerek yaşama geçirmek gerektiği anlaşılmaktadır.

Bizler Kur’ân’ı yalnız satırlarda okuyup mütalaa ettiğimiz için bir türlü yaşama geçiremiyoruz. Halbuki bu ilim ve irfâniyet, bizlerin yaşama geçmemiz ve onun yaşam zevkine sahip olarak mutlu olmamız içindir. İnsanların çoğu Kur’an âyetlerini tamamen muhkem olarak mütalaa ettikleri için huzursuzluktan kurtulamıyorlar. Peçeli ve tamamen şekli benimsemiş topluluklar plajlardaki insanları kâfirlikle, dinsizsizlikle suçlarlarken o kâfirlikle, dinsizlikle suçlanan topluluklar da İslâmiyeti dar çerçevede mütalaa ettikleri kendilerini suçlayanları yobazlıkla, gericilikle suçlamaktadırlar. Biraz evvel söylediğimiz gibi bu iki topluluğa göre de Kur’ân-ı Kerîm ufkumuzda yazılmış âyetlerden ibarettir.

Sen kemâlât sahibi isen her iki toplum âyetlerini yerinde görmeye bak. Her varlık yerinde hoş ve güzeldir. Sen onları yerinde göremiyorsan, bil ki çirkinlik sendedir. Allahü Teala Âl-i İmrân Sûresi 191. âyette “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azâbından koru” buyuruyor. Allah bâtıl hiçbir şey yaratmamıştır. Hal böyle iken sen nasıl birini iyi, birini kötü görebilirsin. İyilik ve kötülük görmek, her şeyi yerinde görmemekten olur. Mukayese edildiğinde ortaya çıkar. Ayrıca Allahü teâlâ kişileri başkasından sorumlu tutmuyor. Seni, sana soracak. Sana “O mütalaa ettiğin toplumların hesabını ver” demeyecek. Onun için bizlerin en çirkin olarak gördüğümüz şeyin kendi nefislerimiz olması gerekir. Allah şeklinize ve amelinize bakmaz, kalb ve niyetinize bakar. Hepimiz Allah’ı sevdiğimizi söyleriz. O’nun yarattıklarını da sevmemiz gerekmez mi. Mecnun Leyla’nın mahallesindeki köpekleri bile ‘Leyla’nın mahallesinin köpekleri’ diye severmiş.

Onun için toplumumuzdaki her türlü inanç ve şekilde bulunan insanlar Allah tarafından o yerler için yaratılmışlardır. Allah Âlim’dir, bizler ise ma’lûmuz. Bizlerin ilm-i ezeliyette isti’dâdlarımız Allah’a nasıl ma’lûm olduysa, O da bizlerde, yaratılma yerimiz neresi ise o şekilde tecellî etmektedir. Kimimiz meyhane için, kimimiz kumarhane için, kimimiz inkârcı olarak yaratılmışız. Sen onu yerinde görüp ona göre hareket edebiliyorsan o zâhir olan âyetleri yerinde kullanmaktan mütevellit huzurlu ve mutlu olursun. Kullanamazsan mutsuz olursun.

Bu zâhir ve bâtın âyetleri nefsinde zevk eden ve iç içe olma zevkiyle nefsinde yaşayanlar kâmillerdir. Onlar oruç tutarlar, namaz kılarlar. Fakat bedenen zâhir, rûhen bâtın zevkiyle bu ibâdetlerin sırlarını yaşarlar. Hiçbir zaman zâhiri bâtından, bâtını da zâhirden ayırmadan her şeyi yerli yerinde kullanarak mutlu olurlar. Onun için Kur’ân-ı Kerîm’deki bu âyetleri yerli yerinde kullandığımızda doğruyu ve zevki bulmuş oluyoruz.

İslâmiyeti dar çerçevelere sıkıştırıyor, zümreleri tenkit ediyor ve kerih görüyorsak âlemdeki Kitab-ı Furkanın âyetlerini okuyamamışız demektir. Allahü teâlâ her türlü âyet tecellîlerini yerli yerinde okuyup yaşayan kullarından eylesin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin