Muhabbetname


MUSA (A.S.) VE ASÂ MUCİZESİ



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə50/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   83

MUSA (A.S.) VE ASÂ MUCİZESİ


Cenâb-ı Allah bir gün Musa (A.S.)’ya, Tâhâ Sûresi 17. âyette belirtildiği gibi “Ya Musa sağ elindeki nedir” diye sordu. Musa (A.S.) da “Ona dayanırım, davarlarıma yaprak silkerim ve sürümü onunla yönlendirmek gibi bir çok ihtiyaçlarımı gördüğüm asâmdır.” dedi. Allah, “Onu yere bırak” diye buyurdu. Musa asâyı yere bırakınca bir ejderha olduğunu gördü ve korkmağa başladı. Allah “Ya Musa, korkma, biz onu evvelki haline getireceğiz” dedi. Musa (A.S.) asâyı yerden alınca asâ eski haline geldi. İkinci bir mucize olarak da, Tâhâ Sûresi 22. âyette “Elini koynuna sok ve çıkar. Kusursuz olarak bembeyaz olsun “ buyruldu. O da elini koynuna soktu ve çıkardığında, eli bembeyaz olmuştu.”Bu iki mucize ile firavuna git. Çünkü o çok azıttı. Ona yumuşaklıkla yaklaş, Hakk ve hakîkata davet et.” denildi.

İşte ister kendimizde kalp Musa’sının hakîkat şeriat asasıyla, davarları olan sıfatlarına, rûh yönünden gelen rûhani tecellî yaprakları olsun, isterse rûhani tecellîler doğrultusunda yönlenmesi olsun, Hakk ve hakîkat yolunda ona dayanmak sûretiyle onu kullanıyorum demesidir.



Afakta ise, Mürşîd-i Kâmilin sâliklerini taklîdi şeriat ile değil, hakîkatten sonra gelen şeriat-ı sâni ile irşâd etmesi demektir. Musa’nın asası, mutmain olmuş Musa (A.S.)’nın nefsidir. Yere bırakması ise: akıl nimeti ile onu yönlendirirse insanlarda kabulleniş olmaz. Onun için kendi kontrolünden çıkması için “bırak asanı yere” buyruldu. Yani kesbî ılımını bırak ki Allah’ın vehbî ilmi zuhûr etsin, demektir. Bir kişi aradan çekilirse kalır Yaradan. Allah’ın güç ve kudreti sonsuzdur. İşte o zaman kişilerin akıl nimetiyle düzdüğü ilim cümlelerinin yanında, Cenâb-ı Hakk’ın tecellîleri ejderha oluverir.

İkinci mucizeye gelince; bir sâlik, nisbîyetlerinden kurtulup, Hakk’ın varlığı ile var olduğunda, her ne fiil işlerse işlesin, ondan işleyen Hakk olduğu için lekesiz ve bembeyaz olacaktır. İşte bir sâlik de, Musa olarak kendine nisbet ettiği süflîyyâttaki nefsini, mutmain olan nefse tebdil ederek ona göre hareket eder ve yine Hakk’ın varlığı ile var olur ve bunu yaşantısına intikal ettirirse bütün fiil ve işleri bembeyaz olacaktır. Dolayısıyla da selamete çıkmış olarak nefis firavununun karşısına bu iki mucize ile çıktığında galip gelecektir. Musa (A.S.) mucizelerle Firavuna gider. Firavun “Senin Rabbü’l-Âlemîn dediğin nedir”diye sorduğunda Şuara Sûresi 24. âyette belirtildiği gibi Musa (A.S.) “Rabbü’l-Âlemîn, yerlerin ve göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir” dedi. Firavun çok zeki olduğu için, Musa (A.S.)’nın nübüvvet yönüyle verdiği bu cevabı hafife alarak, “Ben hakîkatini soruyorum, o ise nereden cevap veriyor” dedi. Halbuki, hakîkat yönünün kelâmla ifade edilemeyeceğini bilmiyordu. Çünkü hiçbir zaman, Zâtın sıfatla îzâhı mümkün değildir. O bir zevk-i İlâhî’dir. Ayrıca “ Rabbü’l-Âlemîn doğunun ve bâtının ve aralarındaki mevcûdun da Rabbidir”diyerek sözünü bitirdi. Firavun, Musa (A.S.)’yı sihirbazlıkla suçlayarak tayin edilen bir yerde karşılaşılmasını istedi. Musa (A.S.)'nın sihrini kim mağlup ederse, ona büyük mükafatlar vereceğini söyledi. Sihirbazlar garanti bizim galip gelmemiz görülecektir diyerek Firavuna cesaret verdiler Firavun üçyüz sihirbazla meydana geldi. Sihirbazlar Musa (A.S.)'ya “Sen mi mârifetini göstereceksin, yoksa biz mi gösterelim” dediler. Musa (A.S.) da “Siz buyurun.” dedi. Her biri ellerindeki, ipleri yere bırakınca, tabiatta ne kadar yılan çeşidi varsa (çıngıraklı yılan, kobra yılanı, . . gibi ) hepsi ortalığı istila ettiler. Musa (A.S.) da asâsını yere bırakınca, asâ ejderha olup bütün sihirbazların yılanlarını yedi. Yani Musa (A.S.) ilm-i ledün diye bilinen hakîkat şeriatını ortaya koyunca, bütün âlimim diyen kesbî ilim sahiplerine galip gelir. Yunus Emre bir ilâhîsinde “Bir sinek, kartalı aldı vurdu yere, ben de gördüm tozunu” demekle bunu îzâh etmişlerdir. Sihirbazlar, yani nefs-i emmâre firavununun âlimleri ilhamla tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın vehbî ilmi karşısında insanın gücünün olamayacağını, bunların âlemlerin Rabbinin olduğunu düşünerek “Harun ve Musa'nın Rabbine inandık.” dediler. Tabii ki, Firavun bu yenilgi karşısında hiddetlendi. Sihirbazlara “Sizin kol ve bacaklarınızı çarprazlama kestireceğim.” dedi. Bu, ‘Ef’âl ve sıfatlarınızı Allah’a nisbet etmekten men ederek, sizleri bu zevkten mahrum edeceğim. ’ anlamına geliyordu. Onlar da “Bizler inandık, sen istediğini yapabilirsin” dediler. Bir sâlikte de nefs-i emmâre olan Firavunun bu engellemesi dâima olup durmaktadır. Kişi tam inanır ve teslim olursa sihirbazlar gibi zarar görmez ve kurtulmuş olur. Firavun, Musa taraftarlarını yok etmek için ordularını toplamağa gittiğinde Musa (A.S.) da taraftarlarıyla orayı terk ederek deryaya doğru yol aldı. Cenâb-ı Hakk “Ya Musa asânı suya vur. Sana deryanın ortasından bir yol açılacaktır.”dedi. Musa da vurunca 12 yol açıldı. Deryanın ortasına geldiklerinde Firavun da ordularıyla birlikte deryanın kenarına gelmişlerdi. Musa ile birlikte olanlar Firavunun ordularıyla birlikte arkalarından geldiklerini görünce yakalanacaklar diye çok korktular. Musa (A.S.) ise onlara, “Korkmayın ! Cenâb-ı Hakk bizimle beraberdir.” dedi. Firavunun orduları deryanın ortasına gelince, suların kapanmasıyla hepsi orada helâk oldular. Musa ve taraftarları da selâmete çıktılar.

İşte bizler de Musa (A.S.) gibi bir Mürşîd-i Kâmile tâbi olur, onun Tevhîd okulunda merâtib-i İlâhiye’yi tahsil edebilirsek, asâ ve elimizi koynumuza soktuğumuzda bembeyaz olma mucizesine sahip olmamız zuhûr edecektir. Böylece, ister enfüsümüzde nefs-i emmâre Firavununa, isterse âfâkımızdaki nice Firavunlara galip gelmiş oluruz. Çünkü ebedî mutluluk, dünya ve Âhiretteki saadet ve selamet bununla mümkündür. Mevlâm cümlemize bu yolu nasîb etsin. Âmin.


MUSA (A.S.) VE HIZIR KISSASI


Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf Sûresinin 60 ilâ 83. âyetlerinde kıssa olarak anlatılan Musa ile Hızır vak’ası bizlere sayılamayacak kadar ders vermektedir. Bizim gibi Musaların, her zaman hazır ve bütün müşküllerimize devâ olabilecek Hızırlara yani Mürşîd-i Kâmillere ihtiyacı vardır. Onlar şeriat ve hakîkat deryalarının birleştiği Marec-el Bahreyn mertebesinin sahipleridir. Orda bulunurlar. Âyetlerin zâhiri aynen anlatıldığı gibidir. Zâhir olarak da ibret almamız lâzımdır. Fakat, kıssada geçen olayların bâtınını bilmezsek remzettiği mânâ ve şifreleri anlamadığımızdan, lâyıkıyle istifade edemeyiz.

Bir gün Musa'nın kavmi Musa (A.S.)’ya “Senden üstün âlim bir kimse var mıdır ” diye sordular. Musa (A.S.) “Yoktur” dedi. Çünkü âfâkta peygamberlerden üstün âlim kimse olmaz. Enfüste kişinin nefs-i emmâresi de benlik ve çok bilmişlikten mütevellit “Yoktur” diyecektir. Cenâb-ı Hakk Musa (A.S.)’ya “İki denizin birleştiği yerde bir kulum var, onunla görüş” dedi. Musa (A.S.) “Onu ben nasıl bulabilirim” diye sordu. Cenâb-ı Hakk da, sepete yiyecek olarak, koyacakları balığın bulduracağını söyledi. Arkadaşı Yuşa ile yola çıkan Musa, yollukları olan balığı alarak yürüdüler. Balık aşkı, arkadaşı Yuşa ise nefsi idi. İki deryanın birleştiği yerde mola verdiler. Musa uykuya daldı. Musa uykuya dalınca sepetin içindeki balık bir yol bularak denize gitti. Çünkü balığın denize gittiği vakit kalp Musa’sı uykudayken nefis Yuşa'sı uyanık olur. Vehim şeytanı, nefis Yuşa'sının kalp Musa'sına balığı hatırlatmasını unutturdu. Tekrar yollarına devam ettiler. Bir zaman sonra Musa (A.S.) “Yuşa balığı getir yiyelim” dedi. O da “Senin uyuduğun o iki denizin birleştiği yerde, o denize bir yol buldu gitti” dedi. Musa “İşte gitmemiz gerekli yer orasıdır” dedi ve geri döndüler. Oraya geldiklerinde, bir pîr-i fânî gördüler. Selam vererek, yanına yaklaşıp arkadaş olmak istediğini söyledi. O da “Otur bakalım, evvelâ bir yemek yiyelim, sonra bu mevzuyu konuşuruz” dedi. Yemekte Hızır'ın önünde pişmiş bıldırcın eti ve kudret helvası vardı. Musa’nın önünde de çiğ bir tavuk vardı. Musa bunun hikmetini sordu. O da “Senin gibi bu yiyeceğin de çiğ, onun için seninle arkadaşlık yaptığımda sen benim sözlerime itiraz edersin” dedi. Musa da “İtiraz etmem, çok şeyleri de sizden öğrenirim inşâallah” dedi. İşte, Hızır olan Mürşîd-i Kâmillere, Hakk ve hakîkati öğrenmek için gelen sâlikler, hiç itiraz etmeden vuslatlarını tahsil etmelidirler. İtiraz ederlerse, oracıkta kalır, bir adım dahi ilerleyemezler. Daha sonra Hızır'la Musa, bir gemiye bindiler. O beldede Hızır'ı herkes tanıdığı için, onlardan gemiye binme ücreti bile almadılar. Hızır denize açılınca gemiyi deldi. Musa itiraz ederek, ücretsiz bindikleri gemiyi neden deldiğini sordu. Hızır da kendisine itiraz etmemek üzere söz verdiğini hatırlatarak bu şekilde işlerine karıştığı takdirde ayrılacaklarını söyledi. Sonunda karaya çıktılar. Orada bir çocuk topluluğunun oyun oynadıklarını gördüler. Hızır, o çocuklardan birisinin başını koparıverdi. Bunu gören Musa tekrar itiraz ederek “Günahsız bir çocuğu ne için öldürdün” dedi. Hızır da çocuğun kürek kemiğini çıkarıp “Sen kürek ilminden anlarsın” diyerek Musa’ya verdi. Musa baktı ki çocuğun anne ve babası çok temiz insanlar, fakat çocuğun ileride bir fesatçı olacağını gördü ve anladı. Hızır Musa’ya “Bir daha itiraz edersen yollarımız ayrılacaktır.” dedi. Tekrar yollarına devam ederek bir şehre geldiler. Orada bunlara hiç kimse yiyecek vermedi. Buna rağmen Hızır yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltti. Musa “Bu işimizin karşılığında ücret alır ve yiyeceğimizi de temin ederdik” deyince Hızır “İşte bizim arkadaşlığımız buraya kadardır. Ben onu ücret karşılığı değil, fîsebilillah yaptım. Hem ben bu üç olayı Cenâb-ı Hakk’ın emirleriyle yaptım. Kendiliğimden yapmış değilim” dedi. Musa “Madem Cenâb-ı Hakk’ın emriyle yaptınız, bana bunun hikmetlerini söylerseniz memnun olurum” dedi. Hızır “Gemiye bindikten sonra, gemiyi delmemdeki hikmet, o gemi on yetimin malı idi. Yakında seferberlik ilân edilecek, ülkenin zalim padişahı bu delik gemiyi emrine almak istemeyecek. Yetimler de gemi ticaretiyle uğraşmaya devam ederek mağdur olmalarını önlemek için yaptım” dedi.

Mürşîd-i Kâmiller de kendilerine tâbi olan sâliklerin beş zâhir beş bâtın duygularının Hakk ve hakîkat yolunda irfâniyetlerini sağlayabilmeleri için varlık gemilerini delerler. Çünkü zalim hükümdar olan nefs-i emmâre, bu duyguların malı olan o varlığa sahip çıkmasın. Bir sâlik de, Kâmilinin verdiği zikirden sonra Tevhîd-i Ef’âl’i aldığında, bütün fiillerin fâilinin Allah olduğunu anlayınca, varlık gemisine su girdiğini görecektir. Yani, o ilim nûru olan suyun, varlık gemisine ef’âl deliğinden girerek gemiyi istilâ ettiğini anlayacaktır. Tabii ki Musalar da o güne kadar kendine nisbet ettiği bütün fiillerin fâili Allah’tır denince itiraz edecektir. Çünkü hemen kabullenmek çok zordur.

Hızır çocuğun başını koparılması ile ilgili olarak “Anne ve babası çok temiz insanlar olduğu halde, bu çocuk büyüyünce fesatçı olacağı için Cenâb-ı Hakk’ın ilhamı ile başını kopardım.” dedi. Bu, o güne kadar nefs-i emmârenin doğrultusunda zâhir olan kin, gadap, şehvet vb. gibi sıfatların öldürülmesidir. İnsanlarda baş, sıfatların tecellî mahalli olduğu için ‘başı koparıldı’ denmiştir. Anne ve babanın temiz kişiler olması da, rûh ve onun tecellî sıfatları olan nefsin, aslında Rabbimin emirlerinden olmasındandır. Ne zaman emmâre nefse uydu, o zaman fesat çıkarır.

Duvarın yıkılıp tekrar yapılması konusunda Hızır “O duvarın altında iki yetimin hazineleri vardı. O yetimler henüz küçük oldukları için, akıl baliğ olmadan duvar yıkılıp o hazineleri başkaları almasın diye duvarı yeniledim. Çünkü o zamana kadar çocuklar büyüyecek, hazineler duvarın altında olduğu için de hiç kimsenin haberi olmasın diye yaptım” dedi. Duvardan murâd senin diye bildiğin vücûdundur. Bazı zevât “Duvarın altındakilerden biri ‘lâ ilâhe illallah’, diğeri de ‘Muhammeden resullullah’dır.”, bazıları “Biri öz, biri de söz hazine küpleri”, bazıları da “O duvarın altındaki hazineden kasıt, biri celâl biri de cemaldir” demişlerdir.

Sendeki bu hazine biri ten, biri de candan ibarettir. Hızır gibi Kâmillerden aldığın telkînâtla, vâriyetini, ef’âl burgusuyla delmeli ve harap etmeli, sıfatlarından zuhûr eden nefsinin, kendine nisbîyet isteklerinin başını koparmalı ve vücûdun Vücûdullah olduğu idraki ile mülkünde O’ndan başkasını bırakmayarak, dâima Zâtından sıfatlarına tecellî ile sıfatlardaki fiilleri müşâhede etmen gerekir. Peygamber Efendimiz, “Musa (A.S.) Hızır’a biraz daha sabretmiş olsa idi daha çok şeyler öğrenecek idi.” demiştir. Dikkat edilirse, Musa her seferinde itiraz etmiş ve sonunda da özür dileyerek kendini levm ( kınama) etmiştir. Bu da bir sâlikin her Hakk’ın doğru tecellîlerine itiraz etmesi doğarsa da, Kur’ân-ı Kerîm terazisiyle tartınca hemen levm etmesi, yani hata yaptığını kabul edip tövbe etmesi gereklidir. Kişinin vuslatını bu levm etmeler yükseltecektir. Bu kıssa bir sâlik ile bir Mürşîd-i Kâmilin arasındaki olaydan ibâdettir. Yukarıdaki kıssada gemiden murâd kişinin vâriyetidir. Variyet gemisini delmeli, harab etmeli, yani vâriyeti bırakmalıdır. Öldürülen erkek çocuğundan murâd ise insanın kendine nisbet ettiği nefsidir. Eski duvarın yıkılması da insanın kendi vücûdudur. Eskiden vücûd senindir zannederdin, sonra onu düzeltip Hakk’ın olduğunu anlamış oldun. Rûh Makâmı, Cem Makâmıdır. Bir kimse Kâmilden aldığı tahsille, kesreti tabiyeden kurtulur. Çünkü ef’âl, sıfat ve vücûdun Hakk’ın olduğuna vâkıf olunca kesreti tabiyye kalmaz. Vahdâniyyet deryası olan rûh Makâmı yani Makâm-ı Cem’e vuslat bulmuş olur. Cenâb-ı Allah cümle ihvâna bu kıssayı lâyıkıyla idrâk etmek nasîb etsin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin