Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə45/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   83

LÛT (A.S.) KISSASI


Bir gün İbrahim (A.S.)’e oğlan sûretinde iki melek misafir geldi. İbrahim (A.S.) çok misafirperver bir kişi olduğu için, hemen bir hayvan keserek önlerine yemek olarak koydu. Misafirler yemekten yemeyince İbrahim (A.S.) korkmaya ve endişelenmeye başladı. Onlar “Biz Allah tarafından gönderilen görevli iki meleğiz. Lût (A.S.)’un kavmi oğlancılık yapmak sûretiyle iyice azıttı. Onları helâk edeceğiz.” dediler. İbrahim (A.S.) onların içinde Lût ve ona inananların da olduğunu söyleyerek “Onlar da mı helâk olacaklar” deyince melekler “Hayır, onlar helâk olmayacaklar.” dediler. Lût (A.S.) İbrahim (A.S.)’in kardeşinin oğludur. Yani yeğeni olur. Lût (A.S.)’un kavmi, güzel birer genç oğlan sûretindeki bu iki meleğe sahip olmak için onları takip ettiler. Melekler, Lût (A.S.)’un kapısını çalarak kendilerinin Tanrı misafiri olduklarını söyleyerek içeri alındılar. Lût (A.S.)’un kavmi, o gelen oğlanların kendilerine teslim edilmesini, aksi halde Lût (A.S.)’a da zarar vereceklerini söylediler. Lût (A.S.) her ne kadar onların Tanrı misafiri olduklarını söyleyip “Beni rezil ve mahcub etmeyiniz” diye yalvardıysa da dinlemediler. Lut iki kızının olduğunu, misafirlere dokunmamaları şartıyla onları kendilerine teslim edebileceğini söylediğinde kavmi “Ya Lût, sen de iyi biliyorsun ki bizim kızlarla hiçbir ilişiğimiz olamaz.” dediler. Melekler Lût (A.S.)’a “Biz bu beldeyi helâk etmek için, Cenâb-ı Hakk’ın elçileri olarak geldik. Geceye kadar onlardan müsaade al. Gece olunca bizler arka kapıdan çıkar gideriz. Bu belde de ondan sonra helâk olur” dediler. Lût (A.S.) kavminden geceye kadar müsaade etmelerini, gece olunca o misafirleri teslim edebileceğini söyledi. Kavmi Lût (A.S.)’un bu teklifini kabul etti. Lût (A.S.) ve ona inananlar gece olunca arka kapıdan çıkıp gittiler. Geride kalanlar sabaha karşı gökyüzünden yağan çamurlu taşlar ve şiddetli bir gürültüyle beldenin göçmesi sonucu helâk oldu. Bu gün bile Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki o beldede helâk olayının yaşandığına dâir apaçık deliller mevcûddur. Lût (A.S.)’ın karısı, Lût (A.S.)’a tam inanmıyordu.”Hiçbir kimse sakın geriye bakmasın, yoksa o da helâk olanlardan olur” diye tembih edildiği halde, söz dinlemeyen karısı geriye baktı ve hemen oracıkta taş kesiliverdi. Lût (A.S.) ile inananlar da böylece o kötü kavimden kurtulmuş oldular.

İşte bu vak’a günümüzde de her an olup durmaktadır. Yeter ki, olaya Tevhîd açısından bakarak bu âyetleri günümüzde de görmeye çalışalım.

Görevli olarak gönderilen iki melek “akıl” ve “idrâk”tir. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın insanlara elçi olarak verdiği en güzel nimetlerdir. Evvelâ Tevhîd babası olan İbrahim (A.S.)’e uğradılar. Zira Tevhîdsiz, nefs-i emmâre olan süflî emellerin helâkı mümkün değildir. Melek durumunda olan lâtif varlıkların zâhir nimetlerdeki gıdaya ihtiyaçları yoktur. Vücûd ülkesi olan Lût (A.S.)’un kavmi oğlancılık ibtilâsına yakalanmışlardı. Yani nefs-i emmâre olan süflî istek ve arzular içinde bulunuyorlardı. Nasıl bir erkeğin bir erkekle cim’asıyla nesli çoğalamazsa nefs-i emmâre istekleriyle bir kişinin Rabbinin rızasını kazanması da mümkün değildir.

Nefs-i emmâre emrinde olan bütün şûbeler, elçi olarak bu ülkeye gelen oğlan sûretindeki ‘akıl’ ve ‘idrak’a sahip olmak istemektedirler. Lût (A.S.) olan insandaki rûh da, onların tanrı misafiri olduğunu söyleyerek teslim etmek istememektedir. Zira nefs-i emmâre insandaki akıl ve idraka sahip olursa o kişi, hakîkatte helâk olmuş demektir. Lût (A.S.) kavmine, misafirlerine ilişmemeleri koşuluyla iki kızını verebileceğini söylemiştir. İnsanoğlunda iki türlü amel vardır:

1- Nefsin amelleri

2- Rûhun amelleri.

Nefsin amelleri ‘kız’ durumundadır. Lût (A.S.) nefsin ameli olan kızları vermek istediğinde, onlar bunu çok iyi bildikleri için kabul etmemişlerdir. İlle de rûhun ameli olan o iki ‘oğlan’ı istemişlerdir. Çünkü çok iyi biliyorlar ki, bu iki oğlana sahip olduklarında, o vücûd ülkesi kendi istek ve arzuları doğrultusunda yönetilecektir. O iki melek durumunda olan akıl ve idrâkin, Lût (A.S.)’dan geceye kadar müsaade istemeleri, gece ülkeyi terk edeceklerini, ülkenin (nefs ülkesi) helâk olacağını söylemelerindeki anlam ise gecenin Vahdeti remzetmesidir. Çünkü bir kişi Vahdet zevkine girince, nefs-i emmârenin istek ve arzuları helâk olur. Lût ve kavminden kendisine tâbi olanlar nefs ülkesini terk etmişlerdir. Onun için arkada kalan nefslerini terk etmek sûretiyle o beldeden ayrılmışlardır. Lût (A.S.)’un karısı eski nefs bilinçlerini bırakmadığı için geriye bakmak suretiyle helâk olmuştur. Bu kıssada olduğu gibi bir sâlik de şayet Mürşid-i Kâmilin telkînlerini uygulamazsa Lût’un karısı gibi helâk olur. Lût (A.S.)’un kavmi nefs-i emmâreyi remzettiği için, kötü isteklerini dâima uygulamak isterler. Cenâb-ı Hakk da, gönlü Hakk’a dönmüş kişilerin vücûd kavminde nefs-i emmâreyi helâk eder. Lût (A.S.) olan Mürşid-i Kâmillerin etrafında toplanan sûrette inanmış görünüp sîrette inanmayan sözde sâlikler Lût kavminin helâk olanları gibidir. Bir kişinin Rabbinin bazı tâlimatlarına uyup bazılarına uymaması demek o kişinin inanmadığı mes’elelerde hakîkati idrâk etmemesi demek olup, o sıfat idraklarının taş haline dönmesi demektir. Bir sâlikin de Kâmile inanmaması aynı şeydir. Onun için hiçbir kardeşimiz vuslatında “geriye” bakmamalıdır. Hep ileriye bakmalı ve yeni tecellîlerle zevklenmelidir. Tevhîd-i ef’âl mertebesinden, Tevhîd-i sıfat mertebesine geçen bir kardeşimizin râbıta ve şühûdlarında, ef’âl şühûdunu kullanmaya devam etmemesi, yalnız bulunduğu mertebenin şühûdunu kullanmasının gerektiği söylenmektedir. Çünkü her mertebenin şühûdunda bir önceki mertebelerin râbıta ve şühûdları vardır. O halde, sâlikin eski ilmine, eski hallerine dönmemesi gerekmektedir.

Kur’ân, Lût (A.S.) kıssasında Hakk ve hakîkata vuslatın, ancak kâidelere uymak sûretiyle mümkün olduğunu anlatmaktadır. Allah hepimize uygulamayı nasîb etsin. Âmin.


MAİDE SOFRASI NEDİR


Maide ‘sofra’ demektir. Teslimiyeti olanlara indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in ilm-i ledün diye bahsettiği manevî bir sofradır. Sır ilimlerini öğrenmek anlamına gelmektedir.

M : Muhammed

A : Allah

İ : İlim


D : Dünya (her an tecellî eden mazharlar)

E : Hakk’ın emirlerini ifade eder.

Hadis-i Kudsî’de Allah Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en unefe fe halektel halka li uref” “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murâd ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim” diyerek Zâtından sıfatlarına, sıfatlarından esmâ alarak fiillerine zuhûr edip âsârıyla kendini ilân ettiğini buyurmaktadır.

Hz. Îsâ (A.S.)’ın hâvârileri bu tecellî sırrını bilmediği için peygamberleri olan Hz. Îsâ (A.S.)’ya Maide Sûresi 112. âyette “Ey Îsâ! Senin Rabbin gökten bir sofra indirmeye kâdir olur mu” dediler. ‘Rabbimizden iste’ demediler. Çünkü onların Rabbi buna kâdir olamazdı. Hz. Îsâ (A.S.) da “Eğer Allah’a inanıyor ve mü’minler iseniz Allah benim dileğimi reddetmez.” dedi.

İşte bir sâlik de, zamanın Îsâ’sı olan Mürşid-i Kâmilinden, Ahadiyet sırlarının bu mukayyed varlıklara tecellîlerinden istifade etmek istiyorsa maide sofrasını istemelidir. Yalnız kâmilinin resminden tecellî eden o hakîkat sırlarına inanmalı, sevgisinde, edebinde, teslimiyetinde zerre miktarı eksiklik olmamalı, tam inanmalıdır. İşte o zaman arzu edilen sofra iki bulut arasından yani kâmilin iki dudağının arasından ilm-i ledün olarak inmeye başlar. Yoksa inanç ve i’tikâdında eksiklik olanlar bu sofradan yeterince faydalanamazlar.

Hz. Îsâ (A.S.) duayı yaptığında iki bulut arasından bir tepsi içinde örtülü vaziyette sofra indiriliyor. Hz. Îsâ (A.S.) Besmele ile örtüyü kaldırıyor. Bakıyor ki tepsi içinde kızartılmış bir balık, başucunda tuz, balığın kuyruk tarafında sirke, ayrıca beş yufka ve her bir yufkanın üzerinde 1- Yağ 2- Bal 3- Zeytin 4- Piyaz 5- Pastırma var. Bütün buna ‘inanıyoruz’ diyenleri buyur etti. Böylece kırk gün sofra, birer gün aralıklarla indi. Kırk günün sonunda da Hz. Îsâ (A.S.)’ya vahiy geldi. Vahiyde Allah, “Bu sofradan fakirler yiyecek zenginler yemeyecek” demekteydi. Bu emri duyan zenginler isyan ettiler.”Bu açık bir sihirdir” demeleri yüzünden Allah da onları helâk etti.

Bu sofra inanan ihvâna her zaman inip durmaktadır. Bu sofranın kâmilin iki dudağı arasından indirilen ilm-i ledün dediğimiz Tevhîd ilmi olduğunu söylemiştik. Kızartılmış olan balık senin Hakk’a dönmüş olan sevgi ve aşkındır. Çiğ olmuş olsa idi balık yenmezdi. Balığın başındaki tuz iştahı açan kâmilin sana telkîn ettiği dâimî zikirdir. Balığın kuyruk tarafındaki sirke de Tevhîdi idrâk ettikten sonraki zevkidir. Salikin merâtib-i İlâhiye tahsilinde Âdem’de ve âlemde Hakk’ın tecellîsi olan ef’âl, sıfat ve Zâtın idrâkinden sonra kendinin diye bildiği bu varlıkların Hakk’ın olduğunun müşâhedesiyle manevî varlık tam olarak zuhûr etmiş olur. Sâlik beşi zâhir beşi bâtın on duygusu ile dördüncü rûh mertebesi olan Vahdâniyyet mertebesine kadar ikilikten âri olamayacağı için, kırk gün fakir de zengin de bu sofradan yer. Fakat Vahdâniyyet mertebesinde mürşidin telkînâtı gereği, sûretten sîrete geçildiği için kesâfette kendi varlığından geçemeyen zengin olanların, letâfetteki tecellîleri müşâhede etmeleri mümkün değildir. Kendi kuyularından sularını çıkaramadıkları için zevk edemezler.

Onun için kırk gün sonra Hz. Îsâ (A.S.)’ya ‘zenginler yemeyecek fakirler yiyecek’ emri, hâl ve idrâk lisâniyle tecellî etmiş olur. Zenginler dediğimiz kendi varlığından geçemeyenler, diğer kardeşlerimiz bu zevklere sâhip oldular da biz neden olamadık diye âsi olurlar. İnkâra kalkıp isyan ederlerse Allah da onları bu Tevhîd yolundan uzaklaştırmak sûretiyle helâk eder. Allah bizleri onlardan eylemesin. Âmin.

İşte fakirleşmiş olanlar da Mürşidinin himmetiyle gönül semâsından sıfatlar arzına yağ şifresiyle bildirilen ef’âl, sıfat ve Zât zevki, bal olan Cemâlullah seyri, zeytin olan fark dediğimiz tahkîk-i Şerîat zevki, piyaz denilen de celâl ve cemâl tecellîlerinin iç içe kemâlât ve Tevhîd zevki ve pastırma da kokması, bozulması olmayan Ahadiyet sır zevkinin zuhûr etmesinden ibarettir.

Bir sâlik kendi varlıklarından ihtiyarî olarak geçip vücûdunda Hakk’ı tecellî ettirip edep ve güzel ahlâkla ahlâklanırsa îmân-ı taklîdden îmân-ı tahkîke geçmiş olur. Şerîat idrakiyle de, taklîdden, mutmain olmuş tahkik-i şerîata geçmiş olur. Şerîat ikidir:

1- Şerîat-ı evvel (Taklîd şerîat)

2- Şerîat-ı sânî (Hakikî şerîat)

Bizler de bu manevî sofradan istifade etmek istiyorsak, nefs deryası olan unsûriyet idrâkinden geçip, rûh deryası olan Rûhullah’ı müşâhede etmemiz gerekmektedir.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin