2- Mucize:
Peygamberden dâvası ve tehaddisi ile vaki olandır.
3- Keramet:
Allah'ın veli kullarından, yine bir nübüvvet dâvası veya velilik iddiası olmaksızın vâki olan harikulade haldir. Kur'ân-ı kerîm'de zikredilen Süleyman Aleyhisselâm zamanında Belkis'ın tahtının getirilmesi gibi. Getiren, Süleyman (a.s.)'m veziri Asaf b. Berhiya idi.
Hazret-i Meryem'in bulunduğu mihraba Zekeriyya Aleyhisselâm'ın her girişinde yiyecek inmiş olarak görmesi, Hz. Ömer'in, Nihavend muharebesi yapılırken Medine'de hutbe okuduğu esnada onların halini görerek dağa çekilmesi emrini vermesi bu keramet kısmından sayılmalıdır. Aşağıya alacağımız iki rivayete bakınız;
Hz. Ali diyor ki:
"Bir gün Rasulü Ekrem'le birlikte Mekke haricine çıktım. Yolda her dağ ve her ağaç Rasulü Ekrem'e selâm veriyor, bunlardan herbirinin esselâmü aleyke ya Rasulallah dediğini açıkça duyuyordum."
Hazret-i Câbir de diyor ki:
"Ey insanlar sizler mucizeleri korkunç bir şey telâkki ediyorsunuz. Halbuki biz mucizeleri nimet sayarız. Biz yemekleri yerken onların Allah'ı tesbih ettiğini duyardık.236
Bu iki hâdise, Hazret-i Ali ve Cabir b. Abdullah Ensarî efendilerimiz için birer keramet, Rasulü Ekrem Efendimiz için de irhas ve mucizedir.
Keramet, aslında o velînin tâbi olduğu peygamberin mucizelerinden bir şube sayılır. Aslında o veli için, o rasule tâbi olmadan o makama yükselmesi ve keramete nail olması mümkün değildir.
Keramet veli olmanın şartı değildir. Yani her peygambere mucize lâzımdır. Fakat, her veliye de keramet lâzım değildir. Ömrü boyunca hiç kerameti görülmeyen velilerin bulunması caizdir. Esasında veli olan veliliğini isbat etmek mecburiyetinde değildir.
4- Meûnet:
Veli dahi olmayan müminlerde görülen harikulade hallerdir. Bu hâdiseler, onlar hakkında güzel zan beslenmesine sebep olur. Veli olduklarına delâlet etmez.
5- İstidrac:
Fasık veya kâfir olan bir kimsenin isteğine uygun olarak vâki olan harikulade hallerdir. Bu gibi haller, onların kemâline, yollarının doğru, kendilerinin istikamet üzere olduklarına delâlet etmez. Bu haller, onların lehine olmaktan ziyade aleyhlerinedir. Azan, fakat azgınlıkta devama azimli olan kimseye belirli bir müddet için tanınmış bir haktır. Fakat evvelce de söylediğimiz gibi, Allah Teâlâ bu gibileri azgınlıklarının son bulduğu, tanı kendilerine iyice güvendikleri zaman rezil ve perişan ediverir.
Bunların kerametten farkı, birinin sünnet-i Rasûlüîlah'a sımsıkı bağlı, bid'atlerden daima çekinen, her halinde Allah rızasını gözeten bir mü'min-i kâmilden zuhur etmesi, diğerinin ise bir kâfir veya günaha dadanmış, sünnet-i seniyyeye sırt çevirmiş, bid'ate dalmış bir kimseden görülmesidir.
6- İhanet:
Yine bir fâsıktan yahut kâfirden iradesi ve maksadına uygun olmayarak görülen harikulade hale verilen isimdir. İhanet ismi verilen bu hâdise, o kâfir veya fasıkın dâvasına yalancı olduğunu isbat eder. Olacak dediği olmaz veya dediğinin tamamen aksi zuhur ediverir.
IV- Mucize İle Sihir ve Benzerleri Arasındaki Farklar
Mucize ve mucizeden başka harikulade haller görünüş itibariyle az çok birbirine benzerler. Her ikisi de alışılagelmiş hallere ve kanunlara muhalif, görenleri hayran bırakan vasıfta hâdiselerdir. Fakat bunların arasında açık farklar vardır.
1- Sihir, onu gösterenin marifetli ve hünerli olduğu iddiasıyla ortaya atılır. Maksadı ya, dünyevi bir şöhret te'minidir veya maddi bir servet elde etmektir. Kendine inanılmadığı takdirde gelecek menfaati elde edemiyeceği için üzülür. Onun bundan ayrı olarak başkaca bir dâvası yoktur. Mucizeye gelince; o, peygamberin bir hüneri değildir. Hiçbir peygamber böyle bir hüner ve maharet davasına kapılmamış, şahsî ve dünyevi bir menfaat peşine asla düşmemiştir. Mucizenin Allah'a ait olduğunu, gösterdiği mucizenin sadece kendine inanılması için Allah tarafından verildiğini ileri sürer. Kendine inanılmadığı takdirde, menfaati elden gittiği için değil, insanlar dalâlette kaldığı için üzülür.
2- Sihirbaz ve benzerleri, yaptıklarının bir başkası tarafından yapılamıyacağını ileri süremez. Kendi yaptığının benzerini, kendi kadar maharetli bir başka insanın yapabileceğini bilir. Fakat peygamber, mucize gösterirken böyle değildir. İddia sahibidir. Meydan okumaktadır. Gösterdiği mucizenin bir mislini, hiçbir kimsenin yapma kudretinde olmadığını çekinmeden, gururlanmadan söyler. Karşısındakileri yaptığının aynını yapmağa davet eder. Bu daveti yaparken kendini bu vazifeyle gönderen Allah'ın daima desteklediğini, davet ettiklerine karşı utandırmayacağını lâyıkıyla bilir. Tarih, hiçbir peygamberin, mucizesinin benzeri yapılmak suretiyle iptal edildiğini, peygamberin mağlup duruma düşürüldüğünü kaydetmemiştir.
3- Sihirbaz ve benzerleri, umumiyetle ahlâksız, hatta din ile ilgisiz oldukları halde peygamberler zamanlarında hiçbir kimsede bulunmayan yüce bir ahlâkın temsilcisidirler.
V- Mucize Karşısında İnsanlar
Her insanın bir anlayış derecesi vardır. Hak ve hakikati ilk defa duyunca idrak ve kabul edenler olduğu gibi, çeşitli misallerle defalarca anlatıldığı halde bu anlatışların ufacık bir tesiri olmadığı kimselere de her zaman rastlarız. Okuduğunu, dinlediğini akıl ve mantık ölçüleriyle ölçerek doğrusunu ve iyisini seçen, yanlış düşünce fikir ve kanaatlerini derhal terkeden insanlar vardır, inandığından ve düşündüğünden başkasını peşinen kabul etmemek üzere sırf nezaket olsun için dinleyenler bulunur. Bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:
"Söze kulak verip dinleyen ve onun en güzeline uyan kullarımı müjdele."237
Peygamberlerin davetleri ve onların gösterdikleri mucizeler karşısında da insanları bu durumda görüyoruz. Bu bakımdan onları grublara ayırmak gerekirse:
1) Bir kısım insanlar, hak ve hakikati tanımakta güçlük çekmezler. Onu derhal tanır ve alırlar. İyi bir kuyumcunun elindeki altının değerini anlaması için üzerinde ayarının bulunmasına lüzum var mıdır? Bir manifaturacı, gözü önündeki kumaşın değeri hakkında, kenarındaki yazıya bakmadan dürüst bilgi verebilir, onun hakikî değerini takdir eder. İyi bir hattat elinden çıkan yazı, altında imzası bulunmadan da olsa bir başka hattatın takdirine mazhar olur.
Çöl ortasında susuz kalmış, dudakları çatlayacak hale gelmiş bir kimse karşısına bir sürahi ile çıkan ve su ister misin? diyen adama "evvelâ elindeki sürahide su bulunduğunu isbat et bakalım" der mi? (Asr-ı Saadet)
Böyle insanlar, karşılarına çıkan peygamberin tebliğ ettiği ahkâma, onun ahlâk durumuna ve yaşayışına bakarlar. Göze hitab edenden ziyade, akla hitab eden mucizeyi ararlar. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Hatice gibi büyükler, iman edebilmek için peygamberimizden mucize göstermesini istememişlerdir. Herakliyus, Ebu Süfyan'dan peygamberimiz hakkında sual sorup onun hakikaten peygamber olduğunu anlamağa çalışırken hissi mucizeden hiç bahis açmamış, Habeş Necaşî'sinin huzurunda konuşan Cafer b. Ebi Talib efendimiz, peygamberimizin tebliğ ettiği emirlerden ve ahlâkî yüceliklerden misaller vermiş, ama hissi mucizenin sözünü bile etmemiştir.
Peygamberlerin tebliğ ettikleri ahkamdaki yücelik, onların ahlâkındaki üstünlük, yaşayışlarındaki peygamberlere yakışır nezahet, kitaplarındaki erişilmez belagat aklî mucize ismini alır. Çünkü bunlar gözden ziyade akla hitab eder durumdadır.
2) Bir kısım insanlar anlayışlarmdaki noksanlık, hakikati ölçmekteki kusurları sebebiyle akli mucizelerden hiçbir şey anlamazlar. Bu gibi insanların karşısında alıştıkları hâdiselerden ayrı, kendilerini hayrete düşürecek, parmaklarını ısırtacak, gözlerini fal taşı gibi açacak bir olayın bulunması şarttır. Onların inanmaları için bir hayvanın konuşması, bir ağacın yerinden hareket etmesi, bir ateşin yakmaması şarttır. Bunlar ve benzeri olanlar gözleri önünde yapıldığı taktirde ancak inanırlar.
Mucizelerin bu kısmına hissi mucize veya kevni mucize ismi verilir.
Ancak bu şekildeki mucizeyle kanaat edenlerin durumu daima tehlikelidir. Bugün mucizeye inananın yarın mucizeye harikulade oluşu itibariyle benzeyen bir hâdise sebebiyle dininin reddettiği bir inanca kapılması daima mümkündür. Nitekim, bütün gayesi menfaat temin etmekten öte geçmeyen falcılara bile, talihim neymiş, istikbalim ne olacak diye fal açtıranların sayısı pek az değildir.
3) Üçüncü bir kısım insan vardır ki ne akla, ne de göze hitab eden mucizenin onlara tesir edeceği yoktur. Bunlar yaratılışlarındaki hissizlik sebebiyle değil, nefislerindeki şahsî menfaat duygularının tesiri altında, gösterilen mucizeyi reddederler. Tekrar gösterilmesinin onlarda bir te'siri olmaz, ne yapılsa inadlarmdan dönmezler, sonunda da, "Ona Rabbinden bir âyet, bir mucize indirilmeli değil mi idi?" derler."238
Dostları ilə paylaş: |