Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə58/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   134

Bibi. Tarih-i Selânikî, 255-256; Evliya, Seyahatname, I, 514-515, 616; Arif Bediî, "Bitpazarı", Yeni Adam, S. 64 (14 Mart 1935), s. 10-11; Cezar, Yangınlar, l, 10, 68; ISTA, V, 2826-2829; R. E. Koçu, "Bitpazarı", Cumhuriyet (18 Eylül 1961); A. Kaynardağ, "Tarihi, Değişen Yönleri ve Gizli Diliyle istanbul Bitpazarı", Folklor ve Etnografya Araştırmalan-1984, ist. 1984, s. 267-283; A. Uğur, Osmanlı Siyâset-Nâmeleri, Kayseri, 1992, s. 136; F. Solak, "Esnaf Şehri istanbul", iktisat ve iş Dünyası Bülteni, S. 6 (Kasım-Aralık 1992), S. 55-59; Ahmed Efendi, Ruzname, (haz. V. Sema Arıkan), Ankara, 1993, s. 2.

İSTANBUL


BİZANS SANATI

Bizans İmparatorluğu, Büyük Roma İm-paratorluğu'nun doğudaki parçası olmakla beraber, Boğaziçi kıyılarında yeni bir başkente sahip olmuş ve 4. yy'dan itibaren de Hıristiyanlığın yasaklanmaktan kurtulup, serbest bir inanç olarak kabulü ile Hıristiyan bir devlet olmuştur. Önceleri Roma İmparatorluğu'nun dili olan Latince, doğudaki topraklarının birleştirici dili olan Grekçe ile birlikte kullanılırken, 6. yy'dan itibaren yalnız Grek dili hâkim olmuş ve böylece kalmıştır.

Bizans medeniyeti, Akdeniz'in doğu bölgesinde, Roma İmparatorluğu'ndan miras kalan devlet sistemiyle yönetilen, Hıristiyan inancında ve eski Grek dilini kullanan bir topluluğa dayanır. Bizans sanatı da bu topluluğun Doğu Akdeniz çevresindeki yerlerde meydana getirdiği çeşitli sanat ürünleridir. Bizans, ortaçağın en önemli dünya devleti olduğuna göre, yakın ilişkisi bulunan çevreler ve ülkelere etkileri ve aynı çağın başka sanat çevreleri ile karşılıklı sanat alışverişleri vardır. Bizans sanatı adı verilen ve Bizans İmparatorluğu'nun medeniyet tarihindeki varlığını gösteren sanat, Ro-ma'dan miras kalan gelenekler, eski Yunan medeniyetinin Helenistik çağının estetik bilgileri, Hıristiyan inancının mistik duyguları, Anadolu insanlarının yaratıcı gücü ve tecrübeleri, nihayet Yakındoğu'dan sızan çeşitli teknik ve estetik örneklerin az veya çok karışımı ile meydana gelmiştir. Bütün bu akımların birleşip toplandıkları ve bir sentezden geçerek uygulandıkları yer ise imparatorluğun başkenti Bizantion (Konstantino-polis) şehri olmuştur. Dolayısıyla Bizans sanatının en mükemmel örnekleri burada ortaya konulmuştur. Bizans sanatının çizgi ahengi, şekil güzelliğine önem veren estetiğine başkentte yaratılan ürünlerde rastlandığından, bunlarda hâkim üsluba "başkent üslubu" denilmiş, dış çevrelerde daha ilkel sanat eserleri ise "eyalet üslubu"nun temsilcileri olarak kabul edilmiştir. Bizans sanatına hâkim olan bu "dualisme" (ikilik) bu sanatın ana özelliklerinden en başta geleni olarak sonuna kadar yaşamıştır. Bu yüzden de Bizans sanatında bir "Konstantinopo-lis ekolü"nden bahsetmek mümkündür.

Hıristiyanlığın 4. yy'ın ilk yarısında serbest bir inanç durumuna girmesiyle, 4. ve 5. yy'larda bu sanat, kökleri Ro-ma'dan gelen bir geçiş dönemi geçirmiş ve Yunan-Roma dünyasının sanat geleneklerini yeni inanca uydurmaya çalışmıştır. Bu dönemin eserleri, gerek ölçüleri, gerek biçim ve süslemeleri bakımından ilkçağın Roma sanatına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ancak, Hıristiyanlık buna değişik bir anlam vermiştir. Bu yüzden de Bizans sanatının başlangıcı kesin bir çizgi ile ayrılamaz.

Bizans sanatının ait olduğu medeniyetin bin yıl süren uzun yaşamı boyunca üç büyük ve birbirinden değişik özellikleri olan dönemleri olmuştur. Geçiş dö-

Bizans


döneminden

günümüze


kalan

en önemli

yapılardan

surların


Silivrikapı

bölümü (üstte)

ve kara tarafı

surlarındaki

Mevlevihane

Kapısı'ndan

bir ayrıntı

(yanda).


Hazım Okurer,

1993 (üst), Ara

Güler, 1990 (yan)

neminin arkasından gelen ilk veya erken Bizans dönemi, 5. yy'ın sonlarından, 726' da İkonoklazma • (tasvirkırıcılık) Akımı'-nın başlamasına kadar sürer. Bu ilk parlayış dönemi (bazıları bunu "birinci altın dönem" olarak adlandırırlar), İmparator I. İustinianos zamanında (527-565) başta Ayasofya olmak üzere önemli ve büyük eserlerini verdiğinden bu imparatorun adıyla da anılır. Bu dönemde Bizans sanatı, ilkçağın Helenistik ve Roma sanat geleneklerinden alınan teknik bilgilerle motifleri kullanmaya ve geliştirmeye devam etmekle beraber, Yakındoğu'nun bazı bilgi ve duygu unsurlarıyla, estetik zevklerinin kendi bünyesine sızmasına açılmıştır.

Bizans İmparatorluğu 7. yy sonlarında çok önemli iç ve dış bunalımlar içine girmiştir. 8. yy'da kilise ve manastırların baskısına karşı bir tepki belirdi. Bunda Anadolu'dan gelen bazı Hıristiyan mezheplerinin de katkıları olmalıydı. Her türlü dini resimlere (tasvirlere) karşı olduğu için, 726'da başlayan bu akıma İkonoklazma denilmiştir. Kilisenin ve manastırların güçlerini kırarak Bizans sanatında önemli değişikliklere yol açan bu akım 775-811 arasındaki kısa bir aralıkla 842'ye kadar sürdü. İkonoklazma dönemi, sanıldığı gibi sanat-

sız değildi. Ancak bunda dini resimlerin yerlerini Helenistik üslupta bezeme motifleri almıştır; bu akımın sona ermesiyle de bütün eserleri yok edildi.

İkonoklazmaya karşı kilisenin zaferiyle başlayan orta Bizans dönemi 842'den 1204'e kadar sürer ve Bizans sanatının ikinci parlak dönemini, kendine özgü karakterini bulduğu bir safhayı meydana getirir. Bu dönemde önce Makedonyalı denilen Basileios sülalesi, sonra da Kom-nenos sülalesi Bizans İmparatorluğu'nu idare etmiştir. Bu dönemde Bizans medeniyetinin İslam medeniyeti ile birlikte, "karanlık çağ" denilen ortaçağ içinde, ilkçağın bilgi ve geleneklerini, Yakındoğu'nun sanat zevkiyle karma biçimde sürdürdüğü görülür. Orta Bizans döneminde Bizans sanatı kendi gerçek kişiliğini almış ve eserlerini bu kişiliğin prensipleri içinde vermiştir.

Bizans İmparatorluğu, 1071'de Malazgirt Savaşı ile Anadolu'ya giren ve burada Selçuklu devletini kuran Türkler ö-nünde topraklarının büyük kısmım kaybetmiş, bu arada iç huzursuzluklar ile de sarsıntılar geçirmeye başlamıştır. 11. ve 12. yy'larda sanatın parlak bir gelişme içinde olmasına rağmen 12. yy'ın sonlarına doğru imparatorluk ciddi bir sarsıntı içine girmiş bulunuyordu. Kardeşi tara-



BİZANS SANATI

252


253

Bİ2ANS SANATI

Senatör Filoksenus'un sarayının su deposu olan Binbirdirek Sarnıcı. Ara Güler

fından tahtından düşürülen II. Isaakios Angelos'un daveti üzerine Haçlı seferlerinin dördüncüsü, 1203'te Konstantino-polis önüne gelmiş, fakat tahtını yeniden elde eden II. İsaakios ile oğlu, Haçlılara verdikleri vaatleri yerine getiremedikleri için Latinler Konstantinopolis'i işgal ederek Bizans Imparatorluğu'nu dağıtmışlardır. 1204'ten 126l'e kadar süren Haçlı işgali sırasında şehir bir Latin imparatorluğunun başkenti olmuş, dağılan Bizans devleti küçük prenslikler halinde yaşamını sürdürmüştür. 13. yy'da bu bakımdan Bizans sanatı başkentte bir duraklama geçirmiş ve ancak 1261'de İznik'teki (Nikaia) prens Mihail Paleologos'un Konstantinopolis'i geri alarak Bizans Imparatorluğu'nu ihya etmesiyle Bizans sanatı burada tekrar canlanmıştır.

Bizans sanatının Konstantinopolis'teki (istanbul) son dönemi bu dağılmanın bitimi olan 126l'den başlayarak, imparatorluğun kesin sonu olan 1453'e kadar sürer. Paleologos sülalesinin hüküm sürdüğü bu dönemde, Bizans sanatı 1261' den yaklaşık 14. yy'ın ilk yarısına kadar yeni bir canlanış gösterir. Hattâ bu yüzden de bu döneme "Paleologoslar röne-sansı" da denilir. Fakat Bizans sanatının bu son parlayışı kısa sürmüş ve yaklaşık 1350'den 1453'e kadar hiçbir varlık gösterememiştir.

İstanbul, Bizans sanatının bu dönemlerinden kalmış mimari ve mozaik eserlere sahip bulunmaktadır. Fakat aynı dönemlerde burada yaratılan küçük sanat eserleri çeşitli sebeplerle Batı'mn müze ve koleksiyonlarına gitmiştir. Bunlardan İstanbul'da yapılmış olanlar, üsluplarında imparatorluğun başketindeki

sanat özelliklerini belli ederler. Bizans mimarisi burada teknik bakımdan önceleri Roma yapı sanatını devam ettirmiş, ancak orta Bizans döneminde kendisine has bazı duvar örgü tekniklerim geliştirmiştir. Bu dönemin sonlarında ve bilhassa 126l'den itibaren özel yapılmış tuğla desenleri ile yapıların dış yüzlerini süslemek eğilimi belirmiştir.

İstanbul'da geçiş dönemi mimarisi II. Teodosios (hd 408-450) tarafından yaptırılan kara tarafı surlarında temsil edilmiştir. Bunlar çok eski askeri tahkimat mimarisindeki (Hitit mimarisinin Hattuşaş-Boğazköy surları gibi) esaslara kadar inmektedir. Askeri bir eser olmakla beraber, bu surların estetik karakterleri de vardır. Burada yüzeyler muntazam yontulmuş taş sıralarından ve aralarındaki tuğla hatıllardan meydana gelmiştir. Mazgallar ise tuğla kemerler ile çevrelenmiştir. Böylece kara tarafı surları renkli bir görünüm almıştır. L Constantinus'un 330' a doğru yeniden kurduğu şehir, o dönemin bir Roma yerleşiminden değişik değildi. İki tarafı direkli yaya kaldırımlı anacaddeleri, başka Akdeniz şehirlerindeki gibiydi. Bu caddeler, bazı yerlerde büyük meydanlara (forum) kavuşuyordu. İmparator Septimius Severus döneminde (193-211) yapımına başlanan ve araba yarışlarına mahsus olan Hippodrom'un^) ortasında anıtlar sıralanıyordu. Bu yarış pistinin bugün yalnız Marmara tarafındaki kavisli ucu Roma duvar tekniğini gösteren heybetli mimarisi ile ayaktadır. Şehrin çeşitli semtlerini süsleyen meydanlardan Constantinus Foru-mu'nun ortasında yükselen porfir taşından Constantinus Sütunu, Çemberlitaş

Hippodrom'un

Marmara

Denizi


tarafındaki

kavisli ucu

Roma duvar

tekniğinin tüm

görkemini

yansıtır.



Ara Güler, 1990

olarak tanınmıştır. Buna benzeyen, fakat mermerden ikinci bir anıtın varlığı ise, Topkapı Sarayı ikinci avlusunda yapılan kazıda ortaya çıkarılan başlığı ve gövdesinin bir parçasından anlaşılır. Vali (pra-efectus praetorio) Tatianus'un 452'e doğru İmparator Markianos (hd 450-457) i-çin diktirdiği anıt ise Fatih'te bugün Kız-taşı(-0 olarak adlandırılan sütundur. Sa-rayburnu'jıda görülen bir kaide, gövde ve başlıktan ibaret basit anıt, sonraları nedense kazınmış kitabesine göre "Got-lara karşı kazanılan zaferden dolayı Tanrıça Fortuna'ya adanmıştır". İmparator Arkadios'un (hd 395-408) forumunun ortasında yükselen, 47 m boyundaki, dışı kabartmalarla süslü anıtın ise bugün Cerrahpaşa'da sokak içinde yalnız kaidesi kalmıştır. Bu anıt Roma'da Traianus (hd 98-117) ve Marcus Aurelius (hd 161-180) için dikilen anıtların bir benzeri ve sonuncusu idi. Aynı tipte bir anıt daha Beyazıt'ta Tauri Forumu'nda I. Theodosius için dikilmişti. 1509 depreminde yıkılan bu anıtın parçalan Bayezid Hamamı'nın temellerinde görülür. Bu meydanı süsleyen bir zafer takı veya kapısının (tetrapi-lon) kalıntıları ise önce 1928'de bulunmuş, sonra 1955'te cadde genişletilirken başka parçaları ortaya çıkarılmıştır. Şehrin ortasında L Theodosius (hd 379-395) adına inşa edilen ve açılışı 393'te yapılan forumun bu abidevi girişi, son araştırmalara göre her biri dört dev ölçüde sütundan (boyları 14 m kadar) oluşmuş dört ayağa oturan, üç gözlü bir zafer takı biçiminde idi. Bunun da kalıntıları bugün Beyazıt Meydanı kenarında, eski Simkeş-hane'nin önünde görülür. Ayasofya'mn güneybatı tarafında büyük bir anıt daha

vardı. Atlı bir imparatoru tasvir eden bu anıtın genellikle İustinianos'u tasvir ettiği ileri sürülür. Bunun I. Theodosius olduğunu iddia edenler de vardır. İstanbul' daki erken Bizans dönemi şeref anıtlarının sonuncusu olan bu heykel ortadan kalkmış olmakla beraber, Topkapı Sarayı ikinci avlusunda mutfakların önünde bulunan dev ölçüdeki kare mermer başlığın, bu anıta ait olması kuvvetle muhtemeldir.

Hippodrom'un bir kenarından Marmara kıyısına kadar uzanan geniş araziyi kaplayan Büyük Saray'ın esası 4. yy'da yapılmış ve 10. yy'a kadar yeni bölümlerin ilavesiyle genişletilmiştir. Fakat 11. yy'da artık ihmal edilmeye başlanan Büyük Saray yavaş yavaş harap olmuş, yıkılmış ve toprak üstünde kalan izleri silinmiştir. Bugün bu saray kompleksinden, Sultan Ahmed Camii'nin güneyinde eski Karacehennem (şimdi Kutluğun) Sokağı'nda -bir merdiven kulesi kalıntısı ile deniz kıyısında sur duvarı üstünde bir pavyonun kalıntısı kalmıştır. İustini-anos'un evi, Hormisdas Sarayı, Bukoleon Sarayı gibi adlarla tanınan bu pavyon, geniş kemerlerle ayrılmış tuğladan yapılmış bölümler halindedir. Bunların önlerinde evvelce boydan boya bir balkonun uzandığı anlaşılmaktadır. Bu pavyonun yanında, ileri taşkın bir burcun, sonraları içleri doldurulmuş büyük kemer içinde evvelce imparator iskelesine inen merdiven veya rampa bulunuyordu. I. Dünya Savaşı yıllarında Th. Wiegand ve E. Mam-boury tarafından yapılan araştırmalarda bu bölgede Büyük Saray'ın çeşitli binalarının mahzenleri bulunmuş ve bunların rölöveleri çıkarılmıştır. Son olarak da 1981'lerde, İustinianos Evi'nin hizasında demiryolunun kenarında, belki Faros'ta-ki (Fener) Meryem Kilisesi'nin kalıntısı olan tabanı mozaiklerle süslü bir yapının harabesi bulunmuştur. Büyük Saray ile ilgili başka bir buluntu ise Sultan Ahmed Camii'nin güneyinde, arasta ile Torun Sokağı arasında 1930'lu yılların ikinci yarısında meydana çıkarılan büyük bir avlunun mozaiklerle süslü taban süsleme-sidir. 4-5. yy'lara tarihlenen bu avlunun sarayın hangi kısmına ait olduğu bilinmez. Bu mozaiklerin bir kısmı söküldükten sonra yerlerine tekrar konularak güya bir "mozaik müzesi" oluşturulmuş, bir kısmı ise Ayasofya'mn dış narteksinde plakalar halinde istiflenerek bırakılmıştır.

Bizans imparatorları 12. yy'dan itibaren, şehrin kuzeybatı köşesinde surların komşusu olarak, semtin adından dolayı Blahernai (Vlaherne) Sarayı olarak gelişen yeni bir sarayı tercih etmişlerdir. Önceki gibi pek çok pavyondan meydana gelen bu sarayın, Ayvansaray-Eğrikapı arasında mahzen kalıntıları bulunmaktadır. Surlara bitişik olan Anemas Zinda-nı(->) denilen tonozlu ve kemerli altyapının da bu saraya ait olduğu sanılır. Blahernai saray kompleksinin en önemli yapısı ise Bizans imparator saraylarının yeryüzünde günümüze gelebilmiş tek örneği olan Tekfur Sarayı denilen pavyon-

dur. Genellikle Porfirogennetos Sarayı olarak adlandırılan ve 9. yy'dan 14. yy'a kadar çeşitli tarihler yakıştırılan bu binanın I. Manuel Komnenos'un (hd 1143-1180) "hem şehre, hem denize ve hem de dışarıdaki araziye hâkim yerde" yaptırdığı "Yüksek Saray" olması mümkündür. Öndeki avluya açılan bir zemin katın üstünde iki katı olan bu saray binasının en üst katının her tarafında pencereleri ve hattâ Halic'e bakan dar tarafında bir de balkonu vardı. Ayrıca bu katın şehre dönük cephesinde dışarı taşkın, tek kişilik bir ibadet yeri (şapel) kalıntısı da görülür. Tekfur Sarayı'nın cepheleri açık renkli taşlar ile tuğlalardan oluşan geometrik motiflerle bezenmiştir. Böylece burada Bizans sanatının son döneminde çok yaygınlaşacak olan tuğla süs-lemeli dış cephe mimarisinin başlamış olduğu görülür.

Evvelce Sarayburnu-Ahırkapı bölgesinde, Topkapı Sarayı'nın deniz tarafında bulunan ve ancak 11. yy'da çok kısa süre kullanılan Mangana Sarayı'ndan sadece mahzenler kalmıştır. Sultanahmet Meyda-m'na komşu olan Antiohos ve Lausos özel saraylarının da temel kalıntıları bulunmuştur. Belediye binası yapılırken Şehzadebaşı'nda ortaya çıkan 6. yy başlarında yaşayan Prenses İuliana Anıkla' nın özel sarayının kalıntıları ise korunmamış, çeşitli ürünleri ile Trakya köylülerini tasvir eden taban mozaikleri de bir-iki istisna dışında sökülüp denize dökülmüştür. Babıâli'de Acımusluk (şimdi Cemal Nadir) Sokağı'ndaki mahzenin, 11. yy'da yaşayan Nikeforos Botaniates' in sarayına ait olduğu sanılır.

Şehir dışındaki yazlık ve av saraylarından 11. yy'da IV. Romanos Dioge-nes'in Aretas Sarayı'mn(->) Büyükçek-mece yakınında olduğu sanılır. Bugün burada hâlâ bir Bizans yapı kalıntısı vardır. Son günlerde belediye tarafından

tahrip edilmekte olan Samandra'daki büyük yapının da belki bir saray belki de bir kervansaray olabileceği düşünülebilir. Ne yazık ki, bu büyük binanın bir rölövesi bile çıkarılamadan yok edilişi, İstanbul'daki Bizans sanatı bakımından büyük bir kayıptır. İmparator Teofi-los'un (hd 829-842), Emevi ve Abbasi saraylarının bir benzeri olarak Bostancı-Maltepe arasında Brias'ta yaptırdığı yazlık sarayın ise bugün Küçükyalı semtinde görülen büyük mahzenlerin üstünde yükseldiğine ihtimal verilir. Bu mahzenler evvelce üstlerindeki esas saray binasının plan düzeni hakkında yeteri kadar açık bilgi verirler.

İlkçağın başlarında Bizantion'un su ihtiyacı sarnıçlarla sağlanmıştı. Trakya' daki kaynaklardan suyolları ve sukemer-leri aracılığı ile şehre bol su sağlanması ancak Roma imparatorluğu yıllarında mümkün olmuştur. Roma İmparatoru Hadrianus (hd 117-138) ilk su tesislerinin yapımını başlatmış, şehrin içinde Fatih ile Süleymaniye arasındaki vadiyi aşan sukemeri ise daha sonraları Valens (hd 364-378) tarafından 368-373 arasında yaptırılmıştır. Bazı eksik parçalarıyla u-zunluğu 971 m'yi bulan bu sukemeri Türk döneminde Bozdoğan Kemeri(->) olarak adlandırılmıştır. Altta kalınlığı 5,56 m, üstte ise 3,40 m olan bu sukemeri düzgün kesme taşlardan inşa edilmiştir. Bazı kemerlerde görülen değişik malzeme ve teknik, sonraki dönemlerin tamirlerine işaret eder. Trakya'da Gümüşpı-nar, Keçigerme vb yerlerde görülen irili ufaklı birçok sukemeri, geç Roma döneminin su şebekesinin parçalarıdır. Hepsi de özenli teknikte, düzgün yontulmuş kesme taşlardan yapılan bu kemerlerin, kilit taşlarına işlenmiş haçlar, bunların en erken olarak 4. yy'da yapıldıklarını belli eder. Eyüp'ün yukarılarında olan ve Türk döneminde de yeni su şebekesine bağla-



BİZANS SANATI

254

255


BİZANS SANATI

Orta Bizans döneminin en büyük dini binası, 12. yy ortalarında kurulan Pantokrator Manastırı Kilisesi'dir (bugün Zeyrek Kilise Camii). Ara Güler

Kariye

Müzesi'nde



mahşer

sahnesini

betimleyen

bir fresk.



Ara Güler

nan Mazul veya Mazlum Kemeri de geç Roma-erken Bizans dönemi su sisteminin parçası olarak yapılmıştır.

Batıdan şehre akıtılan sular, büyük açık hava haznelerinde veya havuzlarında toplandıktan sonra yeraltı kanalları ile şehrin içine dağıtılıyordu. Bu haznelerden üç tanesi şehrin içinde, dördüncüsü ise surların dışında Hebdomon'da (Bakırköy) bulunmaktadır. 127x90 m ölçülerinde ve 11 m derinliğinde olan bu hazne, suyun dışa basıncını karşılamak için bir sıra kemerli nişlerle güçlendirilmiş bir cepheye sahiptir. Şehir içindeki haznelerin hepsi de 5. yy içinde yapılmıştır. Bunlardan Sultan Selim Camii yanında olanı 5,20 m kalınlığında bir duvarla çevrili, 152 m kenarı olan, 11 m derinliğinde bir karedir. Karagümrük'te olanı 244x85 m ölçüsünde ve 15 m kadar derinliktedir. Altımermer semtinde olanı ise 170x147 m ölçüsünde ve 12 m kadar derinliktedir. Bunların duvar örgüleri, kara tarafı surlarının duvar tekniği ile benzerlikler gösterir.

Trakya'dan gelerek Konstantinopolis surlarına dayanan akınlar yüzünden bu suyollarını ve tesislerini korumak, yaşatmak gittikçe zorlaştığından şehir içinde kapalı sarnıçlarda su biriktirme yoluna gidilmiştir. Bu sarnıçlar esas görevleri dışında, engebeli bir araziye sahip olan istanbul'da teraslar oluşturduktan başka, üstlerinde bulunan alanın daha yüksek ve gösterişli olmalarını da sağlıyordu, iç duvarları, su geçirmez çok sert horasanharcı ile sıvanan, muhakkak bir duvarı kenarından taş bir merdivenle dibine kadar inilebilen ve üstünü örten kubbeli veya çapraz tonozları taşıyan kemerleri, mermer sütunlara oturan bu kapalı sarnıçların en muhteşemi, İustini-anos'un yaptırdığı Bazilika Sarnıcı'dır. Türk döneminde Yerebatan Sarayı olarak adlandırılan bu su deposu yaklaşık 140x70 m ölçülerinde olup, tuğla kemer ve tonozları 336 sütun taşır. Bunların bazılarının gövdelerinin işlenmiş oluşu

ve dip kısımda bir Roma dönemi anıtından alınarak kaide olarak kullanılmış dev ölçüde mermer Medusa başları, burada devşirme malzemeden de faydala-nıldığını gösterir. Halbuki Constantinus' un Roma'dan göç ettirdiği senatörlerden Filoksenus'un sarayının su deposu olduğu sanılan diğer büyük sarnıç ise Binbirdirek Sarnıcı' dır(->). Bu 64x57 m ölçüsündedir. Tonozları taşıyan kemerleri, hepsi de burası için yontulmuş 224 mermer sütuna oturur. Sütunların gövdeleri iki parçalı olup, bu parçalar taşkın birer bilezikle gizlenmiştir. Başlıklar ise çok sade, kesik piramit biçimindedir. Böylece gözlerden gizli kalacak yeraltında bulunan bir su haznesinde bile estetik bir kaygının hâkim olduğu dikkati çeker. Atatürk Bulvarı kenarında, 12. yy'da yapılan Pantokrator Manastı-rı'nın suyunu depoladığı anlaşılan Zeyrek Sarnıcı ise, arazi eğimlerinden dolayı bulvar kenarındaki cephesi bir dizi niş ile güçlendirilmiş ve çok yüksek bir haznedir. Burası sütunların düzenlenişi ve içinin mekân olarak heybetli yüksekliği bakımından bir sanat eseri hüviyetindedir.

Özenli biçimde işlenmiş başlıklarla süslü sütunlara sahip sarnıçların yanında, daha eski yapılardan toplanmış devşirme malzeme ile yapılmış sarnıçlar da vardır. Bunlardan Karagümrük'te Kasım Ağa Camii yanında bulunan bir sarnıç, gerek başlıkları, gerek toplama sütun gövdelerinin boylan yeterli olmadığından ve kaide olarak üst üste konulan başka başlıklara sahip olduğundan adeta bir sütun başlıkları müzesi görünümü almıştır. Maalesef son yirmi yıl içinde bu çok değerli eski eser, içine çöp ve moloz doldurulmak suretiyle kapatıldı. Yedikule dolaylarında üstünde, 46l'e doğru yapıldığı bilinen Studios Manastırı olan sarnıç ise İstanbul'un bu tür yapılarının en eskilerinden biri idi ve bütün mimari elemanlar burası için yapılmıştı. Son yıllarda atölye olarak kullanı-

lirken bu değerli eski eser de bir patlama sonunda mahvoldu.

Son dönemde, Bizanslılar hemen hemen bütün binaların altlarındaki mahzenleri su sarnıcına çevirmek zorunda kalmışlardır. Böylece iç duvarları, bir harçla sıvanarak sarnıç haline getirilen mezar odaları, kilise mahzenleri, manastır ve konut altyapılarına rastlanır, istanbul'da Bizans döneminden kalan su sarnıçlarının sayısı tam olarak bilinmez. Bunlardan bazıları son yıllarda büyük inşaatlar yapılırken ortadan kaldırılırken, bu arada birçok bilinmeyenleri de ortaya çıkmıştır. Bilhassa Sarayburnu'na uzanan kesimdeki sarnıçlarının çokluğu şaşırtıcıdır. Bunlardan muntazam planlı bir tanesi Gülhane Parkı içinde "akuarium" olarak kullanılmaktadır. Yakın tarihlerde Topkapı Sarayı birinci avlusunda, Arkeoloji Müzesi ek yapısı kazısında çok büyük ölçüde bir sarnıç daha bulunmuştur. Fatih'te Atpazan denilen yerde de şimdiye kadar bilinmeyen büyük bir sarnıç ortaya çıkarılmıştır. Bunun planı, evvelce üstünde apsisli üç nefli bazilika tipinde bir dini yapı olduğunu ve ancak sonradan bu bodrumun su haznesine dönüştürüldüğünü belli eder. İlkçağın sarnıç mimarisi geleneğini sürdüren Bizanslıların tuğla ve harcı yeni terkiplerle ustalıklı bir biçimde kullanarak, su hazneleri hususunda ileri bir tekniğe ulaştıkları bir gerçektir. Bu sarnıçların suyunun kullanılabilmesi için zaman zaman temizlendikleri ve içlerinin yalnız yağmur sızıntıları ile değil, başka yollardan da doldurulduklarına ihtimal verilir.

Hıristiyanlık resmen serbest bırakıldıktan sonra ilk kiliseler, öncüsü ilkçağ mimarisinde olan bazilika tipinde yapılmıştı. Bunlar batı-doğu ekseni üzerinde gelişen üstü ahşap, çift meyilli çatı ile örtülü olan ve Hıristiyanlığın zaferini simgelemek istercesine çok büyük ölçülerde inşa edilen uzunlamasına yapılardı. Ahşap çatı iki dizi halinde sıralanan sütunlar tarafından taşınıyordu. 4. yy'da

inşa edilen ilk Ayasofya ile şimdiki Fatih Camii'nin yerindeki ilk On İki Havari Kilisesi'nin bu mimari tipte oldukları bilinir. Sonraları 6. yy'da her iki kilise de değişik planlarda olarak yeniden yapılmıştır. Erken Hıristiyan çağının İstanbul'da bazilika tipindeki bir eseri Yedikule yakınında 461'de yapılan Shedios Manastırı'nın İoannes Prodromos adına sunulmuş olan kilisesidir (sonra İmrahor İlyas Bey Camii). Bu tip yapılar, erken Bizans mimarisinin orantıları en dengeli ve ilkçağ sanatı mimari unsur ve motiflerinin en başarılı biçimde kullanıldığı temsilcisidir.

Bu tip dini yapıların Konstantinopo-lis'te çok sayıda oldukları tahmin edilebilir. Bunlardan birinin temel kalıntıları 1936'larda, Topkapı Sarayı'nın ikinci avlusunda, Akağalar Kapısı yakınında yapılan kazıda bulunmuştur. Aynı tipte cilan Teotokos (Meryem) Halkoprateia Kilisesi'nin yalnız doğudaki mihrap ucunun mescide çevrilen parçası (Acem Ağa veya Lala Hayreddin mescidi), Alemdar Yokuşu alt başında yeni binalar arasına sıkışmış durumdadır. Harabe halindeki parça, sanat üslubu bakımından bir ipucu veremeyecek derecede önemsizdir.

Erken Hıristiyanlık döneminde dini binaların yapımında kullanılan ikinci yapı tipi ise merkezi planlı binalardır. Bunların da öncülerini ilkçağın abidevi mezar binaları ile Roma hamamlarının bir bölümünün oluşturduğu tahmin edilir. Bazilikaya nispetle mimari bakımdan daha zengin çeşitlemelere imkân sağlayan ve üstü kubbe ile örtülü olan bu tür binalardan biri, İmparator I. İustinianos tarafından yaklaşık 530'a doğru yapılan Sergios ve Bakos Kilisesi'dir (Küçük A-yasofya Camii). Bu mimari tip burada, kare bir dış duvar sınırı içinde sekiz paye ve aralarındaki ikişer sütundan meydana gelen bir halkanın üstünün dilimli bir kubbe ile örtülmesi suretiyle oluşmuştur. Ortadaki paye ve sütun halkasını saran çevre dehlizinin üstünde bir galeri vardır. Bu iki katı ayıran bezemeli

silmeler, tamamen ilkçağ mimarisinden alınan motiflerle süslenmiştir. Alt kattaki sütun başlıkları ise, Yakındoğu sanatlarının ilhamı ile Bizans sanatında yaratılan 6. yy'ın kuvvetli gölge-ışık etkisine sahip, aralarında derin çukurlar olan, sepet biçimi başlıklardandır. Bazilika ile merkezi yapı tipinin kubbesini bağdaştıran "kubbeli bazilika" demlen kiliselerin en büyüğü ve en iddialısı olan Ayasofya, I. İustinianos tarafından, yanmış olan Ayasofya'nın yerinde 532-537 arasında yaptırılmıştır (bak. Ayasofya). Burada uzun yapı sistemine göre düzenlenmiş dev ölçülerde bir yapı, çok büyük bir merkezi kubbe ile örtülerek, mimarlık tarihinde hiç denenmemiş bir dini bina uygulaması ortaya konulmuştur. Bizans, Ayasofya'nın büyüklük ve kubbesinin göz alıcı cüret ve haşmeti karşısında onu olağanüstü bir yapı olarak görerek, öylece değerlendirmiş, fakat onun mimari özelliklerini geliştirerek yeni çözümler aramak ve denemek yoluna gitmemiştir. Bu bakımdan Ayasofya, Bizans sanatının içinde benzersiz ve tek kalmıştır.

Ayasofya'nın komşusu, Aya İrini Kilisesi de(->) 6. yy'da yapılmış, fakat 8. yy' da önemli bir tamir ve yenileme geçirmiştir. Burada yapı, esas mekânın dört beşik tonozla desteklenen ana kubbesiyle, Bizans mimarisinde esas kilise tipini oluşturan haç biçimli plan sisteminin bir öncüsü olarak belirlenmektedir.

Belki Roma çağının bir mezar binası iken Bizans döneminde başka bir fonksiyon verilen Şeyh Süleyman Mescidi, üstü kubbeyle örtülü, altı kare, üstü sekizgen bir binadır. Altında ise bir mezar odası vardır. Bunun yanındaki Pantok-. rator Manastırı'nın (Zeyrek Kilise Camii) kütüphanesi olduğu yolundaki hipotez dayanaksızdır. 1894 depreminde yıkılmışken, son yıllarda yeniden yapılan, Samatya'da Sancaktar Mescidi de sonraları şapele dönüştürülmüş bir erken dönem yapısı, belki de bir mezar binasıdır. Burada dıştan sekizgen olan binanın içi,

dört kolu eşit bir haç biçimindedir. Adliye Sarayı'nın duvarı dibinde, 1941'de bulunan Ayia Eufemia Martirionu aslında 5. yy'a ait merkezi planlı bir yapıdır. Burada mekânın altıgen biçiminde tasarlandığı görülür.

Orta Bizans döneminde, 842'de İko-noklazma Akımı'mn, kilisenin kesin zaferi ile sona ermesinden sonra ibadet yerlerinin Hıristiyanlığın kutsal sembolü olan haç biçiminde yapılması hız kazanmıştır. Bunlarda ana mekân kolları tonozlar ile örtülü bir haç biçiminde olup, tam ortada gökyüzünü ve semavi âlemi temsil eden kubbe bulunur. Bu tipin ilk örneği Aya İrini Kilisesi'dir. Haç şeklini ağır payeler halindeki köşe duvarlarının oluşturduğu kiliselerden eski adı kesinlikle tespit edilemeyen Kalenderhane Camii, belki Ayios Tekla Kilisesi olan Atik Mustafa Paşa Camii(->) ve Ayia Te-odosia Kilisesi olan Gül Camii örnek gösterilebilir. Haç biçimli mekânın gelişmiş şeklinde ise kubbeyi destekleyen büyük tonozlar, dört sütuna (veya destek payelerine) dayanır. Öncekine nazaran yapının içine daha hafif bir görünüş veren bu plan, Laleli semtinde I. Roma-nos Lekapenos'un (920-944) yaptırdığı Mirelaion Manastırı'nın kilisesi olan Bodrum (Mesih Paşa) Camii'nde uygulanmıştır. Vatan Caddesi kenarındaki 910'a doğru kurulan Lips Manastırı Kilisesi'nin kuzey kanadında (Fenârî İsa Camii) ve 11. yy sonlarında İmparator I. Aleksios Komnenos'un (hd 1081-1118) annesi An-na Dalassena tarafından yaptırılan Pan-tepoptes Manastırı Kilisesi'nde de (Eski İmaret Camii) aynı planın esasları görülür. Yalnız bütün bu binalarda deprem ve yangınlar yüzünden binaların iç bünyelerinde, taşıyıcı unsurlarında önemli değişiklikler yapılmış olmakla beraber, ana esaslar açıkça belirlidir. Orta Bizans döneminin en büyük dini binası 12. yy' in ortalarında II. İoannes Komnenos ile eşi İrene tarafından kurulan Pantokrator Manastırı'nın kilisesidir. İçinde elli yataklı bir de hastanesi olan bu büyük ma-


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin