İSTANBUL' DA İLK BİSİKLETLER
Türkiye'ye bisikletin girişi yüz yılı aşkın bir tarihe sahiptir. Tarik gazetesinde 31 Ağustos 1885 tarihinde yer alan bir habere göre, "Mösyö Tomas Stefans" adlı Amerikalı "velosiped ile" önce İstanbul'a gelmiş, buradan da İzmit'e geçmiştir. İzmit'ten beş günlük bir yolculuktan sonra Ankara'ya ulaşan Stefans'ı, kentte vali paşa hazretleri, memurlar ve bini aşkın Ankaralı yollara çıkarak seyretmişlerdir. Gazete, Mr. Stefans'ın daha sonra vali ve görevlilerle vedalaşıp, Yozgat'a doğru hareket ettiğini yazmaktadır.
Türkiye'ye bu (büyük ihtimalle ilk) bisikletli seyyahın ziyaretinden hemen sonra, bisiklet firmaları da ilan yoluyla ilk nabız yoklamalarını yapmaya başlarlar. Örneğin 1886'da Paris'te yayımlanan De Paris a Constantinople adlı rehberde bisiklet ilanları da yer almaktadır. Hemen ardından, 1889-1890'da İstanbul'da yayımlanan Annuaire Oriental adlı almanakta da benzeri ilanlar görülüyor. İlanlardan Securitas bisikletlerinin Türkiye'de acentesi olmadığı, siparişlerin doğrudan Paris'e yapılabildiği anlaşılıyor.
Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi de, İstanbul'a ilk bisikletin 1890'da geldiğini söyler. Aynı yıllarda Servet-i Fünun dergisinin koleksiyonları incelendiğinde, bisikletle ilgili gravür ve haberlerin sık sık yer aldığını görülür.
Servet-i Fünuriun sahibi ve başyazarı Ahmed İhsan Bey dergisine bisikletle ilgili haberleri koymanın ötesinde bazı başyazılarım da yeni taşıt aracına ayırmaya başlar. Örneğin bir "sermakale"sinde İstanbul'da bisiklet meraklılarının sayısının hızla arttığına ve bazı Beyoğlu tüccarlarının Avrupa'dan on kadar velosiped ithal ederek dükkânlarında sergilemeye başladıklarım söyler.
Bu yazıya göre, önceleri sadece Beyoğlu'nda görülen bisikletlilere, giderek İstanbul yakasında da rastlanmaktadır. Bisikletli gezi mekânları olarak da Kadıköy, Kuşdili ve Fenerbahçe mesireleri öne çıkmaya başlar.
Aynı yıllarda, Malûmat dergisinde, "Şehir Mektupları" köşesinde yazan Ahmed Rasim ise, okuyucularının bisiklet haberlerine ilgi gösterdiğini görünce, bazı yazılarım yarı şaka yarı ciddi bir üslupla bu konuya ayırır. Maslak ve Zincirli-kuyu dolaylarında arabalara koşulu atları ürküten ve sokak köpeklerinin peşlerine takılıp kovulduğu alafranga kılıklı bisiklet meraklılarının olduğunu bu yazılardan öğreniriz. Ayrıca Ahmed Rasim, sık sık, oturduğu semt olan Bakırköy'ün "monden" tiplerim, bisiklet heveslerinden dolayı alaycı bir edayla anlatır.
İstanbul'daki -gayrinizami de olsa!- ilk bisiklet yarışının 1893'te yapıldığını yine Ahmed İhsan'ın Servet-i Fünuria yazdığı haftalık bir sohbet yazısından öğreniriz. Bu yarış Tepebaşı Bahçesi'nde yapılır. "Fernand isminde bir ehli zevk", bahçenin çevresini bir saat için 120 defa devrederek birinci olur. İstanbul'da bisikletin bir taşıt ve eğlence aracı olarak benimsenmesinin ardından, tören ve şenliklerde de kullanılmaya başlandığına tanık oluruz. Tekerlekleri süslenmiş bisikletler, resmi geçitlerin en ilgi çekici öğelerinden biri olarak boy gösterir. Okulların düzenlediği yıl sonu şenliklerinde de bisiklet gezinti ve yarışları programlarda yer alır. Örneğin Saint Joseph Lisesi'nin 1925 Spor Bayramı'nda bu tür bir bisiklet gezisi yapıldığını biliyoruz. 1935'ten sonra yapılan İstanbul festivallerinde de Beyazıt-Bentier-Taksim güzergâhının kullanıldığı bir mukavemet yarışı düzenlendiğini görüyoruz. Ama bu tür etkinliklerin en ilginci Büyü-kada Çiçek Bayramı'ndaki bisiklet yarışlarıdır. Bayram programının yedinci maddesinde: "Süslenmiş bisikletlerin geçişi" duyurulmakta ve parantez içinde şöyle bir not bulunmaktadır: "En yavaş giden bisiklet mükâfatlandınlacaktır!"
İstanbul'daki ilk bisiklet ithalatçısı konusunda ise elimizdeki en eski bilgi, 1894 tarihli Saadet gazetesindeki bir ilandır. Bu ilana göre, Galata'da Şişli tramvay hattı mevkiinde Voyvoda Karakolhanesi yanında bulunan Mösyö Edmon Karvana'nın İngiliz mağazası, meşhur "Anglo Amerikan" şirketinin "velosi-ped"lerini ithal etmektedir. İlk bisiklet tüccarları hakkında bilgi edinmenin bir diğer yolu da İstanbul kütüphanelerinde bulunan Annuaire Oriental nüshalarını taramaktır. Bu almanakların İstanbul kütüphanelerinde bulunan 1889-1929 arasında çıkmış olan nüshalarında ve gazete ilanlarında, İstanbul'daki ilk bisiklet tüccarları hakkında genel bir bilgi sahibi olabiliyoruz.
GÖKHAN AKÇURA
İzmir bölgeleri de bu spor dalında gerçekleştirdikleri önemli hamlelerle İstanbul'a denk güce ulaşmışlar, milli takıma da sporcu vermeye başlamışlardı.
1936 Berlin Olimpiyat Oyunları'nda 100 km'lik yol yarışında İstanbul'dan yetişip parlayan bir bisikletçimiz olan Talât Tunçalp 49 rakibine karşı fevkalade bir yarış çıkarmıştı. Tunçalp, varış çizgisine 50 m kala Alman bisikletçiden şiddetli bir dirsek darbesi yemesine ve soluğunun kesilmesine rağmen tekerlek farkıyla sekizinci olmuştu ki, bu da Türk bisiklet sporunun 1930'lardaki en büyük başarılarından biriydi. Dünyanın en seçkin 50 bisikletçisi arasında ilk sekize girmek ve adını olimpiyat şeref kütüğüne yazdırmak da büyük bir başarıydı. 1937' de Sovyetler Birliği'nde yapılan yarışmalarda da Talât Tunçalp Moskova'da ikinci, Leningrad'da ise birinci oldu.
Araya giren II. Dünya Savaşı yıllarında (1939-1945) bisiklet sporu yalnız yabancı temasların kesilmesiyle değil, yedek parça ve lastik sıkıntısıyla da durgun bir döneme girdi.
1948 Londra Olimpiyat Oyunları sonrasında yemden canlandı. Ancak bu dönemde üstünlük artık İstanbul'dan tamamen uzaklaşmış durumdaydı. Yine de Fuat Ramazanoğlu ve onu takiben Ünal Tolun'un gayretli çalışmalarıyla İstanbul' da bisiklet sporu canlılığını sürdürdü. Bu arada bazı müesseselerin bu spora yatırım yaptıkları görüldüyse de bu devamlı olamadı. 1970'li yıllardan sonra İstanbul' da bisiklet sporu canlılığını iyice yitirmeye başladı.
CEM ATABEYOĞLU
BİTKİ ÖRTÜSÜ
Bir yerin doğal bitki örtüsünü iklim, toprak ve jeomorfolojik özellikler gibi faktörlerin bir araya gelerek oluşturdukları yetişme şartları şekillendirir. İstanbul'un yetişme şartlarının olanak verdiği asli bitki formasyonu ormandır. Orman formasyonunun dışında İstanbul İli sınırları içinde maki ve psödomaki (maki benzeri) toplulukları ile kıyı bitkileri yer alır. Orman örtüsünün tahribi sonucu meydana gelen maki ve psödomakinin çoğu yerde ormanla yan yana ve iç içe bulunuşu bu iki formasyonun sahasını ayırmayı güçleştirir. Maki formasyonu ilin daha çok güney kesimlerinde, psödomaki ise kuzey kesimlerinde yaygındır. İstanbul İli sınırları içinde kalan sahadaki bitki örtüsü, psödomakinin içinde bulunduğu "nemli ormanlar sahası", makinin içinde bulunduğu "kuru ormanlar sahası" olmak üzere iki büyük ünite içinde incelenebilir. Ancak İstanbul gibi büyük bir kentin binlerce yıllık varlığı nedeniyle, çoğu yerde bitki örtüsüne insan elinin değmesi, bitki örtüsünün gerçek karakterini değiştirmiştir.
Ana hatları ile iklim ve toprak şartlan bakımından çok büyük farkların görülmediği İstanbul'un Asya ve Avrupa yakalarında, ormanın karakterini rölyef tayin etmiştir. Bütünüyle Kocaeli Yarımadası rölyefindeki disimetrinin, iklim elemanlarından özellikle yağışın dağışılmda neden olduğu farklılaşma, orman formasyonunun ana karakterini belirlemiştir. Kuzey kesimde sıcaklık şartlarının elverişliliği yanında, yağış miktarı güney kesimden daha fazladır. Bu özellik kuzeyde
toprağın daha aktif olmasına, daha çok humus oluşumuna olanak sağlamıştır. Buna karşılık güney kesimlerde don devresinin kısalığı ve kurak devrenin daha uzun oluşu, ana kayanın ayrışmasının ve humus oluşumunun daha az olmasına yol açar. Kuzey kesimlerde nemli ormanlar gelişirken, güney kesimde daha farklı bir orman formasyonu olan kuru ormanlar gelişmiştir. Nemli ormanların ağaç katını, doğu kayını, sapsız meşe, saplı meşe, Isıranca meşesi, adi kızılağaç, ova ak-çaağacı, çınar yapraklı akçaağaç, çiçekli dişbudak, doğu gürgeni, Anadolu kestanesi, gümüşi ıhlamur, küçük yapraklı ıhlamur, titrek kavak; ağaççık katını çaka-leriği, adi fındık, sarı çiçekli kızılcık, muşmula, akçaağaç yapraklı üvez, mor çiçekli ormangülü, sırımbağı, adi porsuk, çobanpüskülü oluşturur. Kuru ormanların hâkim elemanını mazı meşesi, ağaççık katım ise çoğunlukla maki elemanları meydana getirir. Kuru ormanlar ile nemli ormanlar arasındaki sınır, kabaca, Karadeniz'e dökülen akarsular ile Marmara Denizi'ne dökülen akarsular arasındaki su bölümü hattına denk gelir (bak. akarsular). Su bölümü hattının Marmara Denizi'ne yakın olarak geçmesi dolayısıyla nemli orman sahaları kuru orman sahalarına nazaran daha geniş yer kaplar.
Nemli orman elemanları Karadeniz kıyılarından itibaren su bölümü hattına kadar sokulurlar ve korundukları yerlerde, özellikle kabul havzalarında, vadi içlerinde ve tepelerin kuzey yamaçlarında tam bir gelişme halindedirler. Karadeniz ile Marmara Denizi arasındaki su bölümü hattının kuzeyinde kalan sahanın, Karadeniz'e dökülen kısa boylu fakat çok sayıdaki akarsuyla oldukça derin bir şekilde parçalanmış olması, Karadeniz'in nemli havasının bu vadiler boyunca sokulmasına imkân hazırlamıştır. Karadeniz Bölgesi'ne özgü nemcil bitki türlerinin özellikle bu vadiler boyunca güneye sokulabilmesi bunun sonucudur. İstanbul'un doğu bölümünün yer aldığı Kocaeli Yarımadası'nda, su bölümünün kuzeyinde kalan saha, bitki örtüsünün çeşitliliği, nemcil bitkilerle kurakçıl bitkilerin bir arada ve iç içe bulunuşu ile dikkati çeker. Karadeniz ve Akdeniz etkilerinin birbirine karışmış olduğu bu sahanın (bütünüyle Kocaeli Yarımadası'nın) alçak bir plato oluşunun, bu özellikte önemli payı vardır. Su bölümü hattının güneyinde kalan sahada Karadeniz etkisinin kayboluşu bu kesimdeki bitki örtüsünün yeknesak olmasına yol açmıştır. Kuru ormanlar sahası olarak beliren güney kesim, kurakçıl meşe türlerinin yayılış alanıdır. İnsanın müdahalesiyle gerçek karakterini kaybetmiş olan bu sahada, meşe toplulukları dışında bitki örtüsüne çeşitlilik katan, Akdeniz etkisini yansıtan maki elemanlarıdır.
İstanbul'un Anadolu yakasında doğal bitki örtüsünün bu özelliği, ana hatları ile Avrupa yakasında da görülür. Aynı şekilde Çatalca Yarımadasındaki tepelik alanların kuzeye bakan yamaçları nemli
BİTKİ ÖRTÜSÜ
248
249
BİTPAZARLARI
orman sahaları, güneye bakan yamaçları ise kuru orman sahalarıdır. Anadolu kesiminin karakteristik türleri olarak bilinen ağaç ve çalılardan ova akçaağacı, adi kızılağaç, adi gürgen, adi fındık, doğu kayını, mor çiçekli ormangülü, muşmula, Çoruh meşesi, Istranca meşesi, saplı meşe ve akçaağaç, yapraklı üvez İstanbul'un hem Trakya hem de Kocaeli Yarımadası kesimlerinde görülen ortak bitki türleridir.
istanbul'un Trakya'da ve Kocaeli Ya-rımadası'nda kalan her iki kısmının güney kesimlerinde yer alan kuru orman sahaları da benzerlik gösterir. Kuru orman sahalarında hâkim eleman mazı meşesi ve Macar meşesidir. Kuru ormanların tahrip sahalarında büyük ölçüde maki elemanları yer tutar.
istanbul'un Karadeniz kıyılarında yayılış gösteren nemli ormanların tahrip edildiği yerlerde maki elemanları türce daha az, fakat nemli Karadeniz etkisiyle çok gürdür. Çoğu yerde kocayemiş, defne ve akçameşe gibi maki elemanları a-ğaçlaşmışlardır. Nemli orman sahalarında maki elemanları yanında, yine Karadeniz'in etkisiyle kışın yapraklarını döken elemanlar geniş yer tutar. Bunlardan bazıları sarı çiçekli kızılcık, adi fındık, geyikdikeni, muşmula, çakaleriği, adi böğürtlen, kurtbağrı ve ayıüzümüdür. Karadeniz ikliminin etkisi altındaki yerlerde, Akdeniz ikliminin temsilcileri olan ve yaz kış yaprağını dökmeyen çalı türlerinin oluşturduğu maki elemanları ile kışın yaprağını döken ve daha nemcil olan çalı türlerinin bir arada bulundukları bir bitki formasyonu olan psödomaki, İstanbul'un Avrupa yakasının kuzey kıyıları
boyunca batıya doğru dar bir şerit halinde devam eder. Psödomakinin içindeki maki elemanlarının bu sahada en fazla yoğunlaştığı yerler bu şeridin doğu kesimidir. Ancak maki elemanları, Karadeniz kıyılarından iç kesimlere doğru gidildikçe yavaş yavaş ortadan kalkar. Terkos Gölü'nün güneyinde 200 m yükseklikteki kalker plato ve tepeler üzerinde psödomaki, akçakesme, katranardıcı, yasemin, adaçayı, yapraklı laden, kocayemiş, sarı çiçekli kızılcık, adi fındık, kermez meşesi, dikenli mersin gibi türlerden oluşur. Kermez meşeleri Terkoz Gölü' nün güneyinde İhsaniye-Gökçeli hattına kadar inerler ve buradaki kalker yüzeyler üzerinde birlikler oluştururlar.
Podima (Yalıköy) civarında maki elemanlarından akçakesme 100-110 m'den, kocayemiş 140-150 m'den itibaren ortadan kalkar. Bu yükseltilerden sonra meşe ormanları yayılış gösterir. Bu ormanların alt katında funda ve adaçayı yapraklı laden hâkimdir. Trakya'da Çilingöz Vadisi'ndeki longos ormanlarının devamında doğuya doğru yayılış gösteren nemli ormanlar, Danamandra Köyü ile Tarfa Köyü arasında, yerini kuru ormanlara bırakır. Buradaki kuru ormanlar Terkos Gölü çevresindeki psödomaki formasyonunu kesintiye uğratarak daha doğuda Belgrad Ormanı'na kadar devam eder. Karacaköy-Danamandra hattında son bulan nemli ormanlar Çatalca Yarı-madası'nın kuzeydoğusunda Belgrad Or-manı'nda yeniden meydana çıkar.
Belgrad Ormanı geniş ölçüde bir meşe sahası olmakla birlikte, bu orman i-çinde adacıklar halinde kayın ve kestane toplulukları da vardır. Meşe türleri içinde
Belgrad
Ormanı
İstanbul
yöresinin
en önemli
nemli orman
alanlarından
biridir.
Ali Hikmet Varlık,
1993
en yaygın olanlar Macar meşesi ve saçlı-meşedir. Kayın ve kestane daha çok küçük birlikler halindedir. Gürgen ise genellikle dere tabanlarında, nemli yerlerde bulunur. Meşe ormanlarının Belgrad Ormanı içinde batı sınırım Barakalar Tepesi, Öküzbağırtan Tepe, Kuyularbara-kası Tepesi ve Söğütlüçeşme Tepesi gibi yükseltileri 110-130 m arasındaki tepelerin doğu yamaçları; kuzey sınırını Bey-likkoru Mevkii, Beşağaç Tepesi, Kızılcık-tepe, Hocabahçesi Tepesi, Küçükkartal-tepe gibi yükseltileri 150-180 m arasındaki tepelerin güney yamaçları; güney sınırını Kavaklıgöl Tepesi ve Kunduz Te-pesi'nin kuzey yamaçları; doğu sınırı da kabaca Kömürcübendi Deresi oluşturur. Bu sınırlar içinde meşe ormanlarının hâkim elemanını Macar meşesi ve Istranca meşesi meydana getirir. Bu ormanlar içinde, tek tuk saçlımeşe, saplı meşe ve vadi içlerine bağlı kalan doğu kayını ve adi gürgen görülür. Bunlardan sadece doğu kayını, Büyükbelgrad Bendi'nden itibaren 2 km kadar kuzeyde Bentlerüs-tü, Kokmuştepe, Kokmuş Bayırı ve bunların eteklerinde Kömürcübendi ve Kızağa derelerinin kabul havzalarında yoğunluk kazanarak küçük birlikler oluşturmuştur. Belgrad Ormanı içinde diğer bir doğu kayını birliği sahası, Kemerburgaz'ın kuzeyinde Aşağıkumlutepe, Yukarıkumlutepe ve Elmalıtepe arasındaki Ortadere'nin yukarı çığırında yer alır. Doğu kayını ormanlarının alt katında çobanpüskülü, Hedera helix, sırım-bağı, dikenli mersin, böğürtlen gibi türler görülür.
İstanbul gibi büyük bir kentin varlığı, ulaşım kolaylıkları ve çok eski bir yerle-
sim tarihine sahip oluş gibi özellikler, İstanbul kenti çevresinde ormanların gerçek karakterini bozmakla kalmamış, onların tamamen yok olmasına da neden olmuştur. Bununla beraber, il sınırları içinde yerleşmelerin nispeten daha az olduğu Karadeniz kıyıları, nemli ormanların parçalar halinde korunabildiği yerlerdir. İstanbul'un Kocaeli Yarımada-sı'nda bulunan parçasında Riva Deresi ile Ağva'da denize dökülen Gökdere arasındaki geniş alanda hâkim bitki türü meşedir. Bu alanın batı kesimi saplı meşenin, doğu kesimi ise, araya doğu kayını, saçlımeşe ve Anadolu kestanesi girmekle beraber, Macar meşesinin hâkimiyet sahasıdır. Bu saha içinde Macar meşesi daha çok Gökdere ile Şile'de denize dökülen Uludere arasındaki yerlerin; saplı meşe ise Uludere ile Boğaz arasındaki yerlerin hâkim meşe türleridir. Bu sahalarda dağınık olarak yer alan saçlımeşe, Riva Deresi vadisinin batısında saf topluluklar oluşturur. Meşe toplulukları içinde önemli bir diğer ağaç cinsi kestanedir. Meşe ve kestane ormanlarının tahrip edildikleri sahaları ise psödomaki toplulukları kaplamıştır. Bu durum özellikle Polonezköy-Ömerli Barajı arasındaki sahada görülür. Bu sahalar geniş ölçüde tahribe uğramıştır. Uludere ve bunun doğusundaki Gökdere kabul havzaları arasındaki sırt, bitki örtüsü bakımından sahanın değişik bir yöresini oluşturur. Bu kesimde yükseltisi 350-400 m arasında değişen tepelerin güney yamaçları kızılcam kümeleri ile kaplıdır. Kuzey yamaçlara geçilince kızılcam ortadan kalkar ve yerini, içinde doğu kayını, titrek kavak ve ova akçaağacının bulunduğu, meşe hâkimiyetinde daha nemli bir bitki formasyonu alır.
Nemli ormanların yayılış gösterdiği yerlerde kıyının hemen gerisinde başlayan psödomaki topluluğu Anadolu yakasının bütün Karadeniz kıyısı boyunca uzanır. Bu formasyonun elemanları, daha gerideki ormanlık sahaya sokuldukları gibi, orman açmalarım da kaplar. Ancak buralarda, türce azalmış ve dağınık oldukları halde, kıyıya yakın yerlerde büyük bir çeşitlilik ve devamlılık gösterirler. Karaburun'dan Ağva'ya kadar o-lan kıyı şeridinde hareket halindeki kumulların üzeri kıyı bitkileriyle, özellikle kum sazı, zambak ve sütleğen ile kaplıdır. Daha eski kumul sahalarında akçakesme, defne, dikenli mersin, katranardıcı yayılış gösterir. Maki elemanlarının çoğunlukta olduğu bu formasyon, psödomaki karakterini, kumul sahasının gerisinde kazanır. Bu kesimde yukarıdaki maki elemanlarının arasına sarı çiçekli kızılcık, yabani kızılcık, çakaleriği, adi böğürtlen, geyikdikeni ve muşmula katılır.
Ağva-Şile arasındaki psödomakinin içinde yapraklarını kışın döken türlerden çok, maki elemanları yer tutar. Fakat bu topluluk içinde sırımbağı ve boylu gıcır gibi türler de yaygın olarak bulunur. İm-ralı-Akçakese arasındaki yeşil kayaçlar
üzerinde bodur süpürgeçalıları görülür. Kabakoz'un batısında 100-120 m'lik volkanik sırtların üzeri meşe, kestane, gürgen ve fındıklıklarla kaplıdır. Bunların tahrip edildikleri yerlerde, kocayemiş, funda ve süpürgeçalısından oluşan cılız bir formasyon gelişmiştir. Tepe ve sırtlar arasındaki vadi içleri ile yer yer tahripten kurtulmuş yerlerdeki meşe ve kestane kümelerinin varlığı, psödomakiden önce bütün bu sahaların hâkim bitki formasyonunun meşe ve kestane ormanları olduğunu yansıtır. Psödomaki topluluğu kıyıdan içerilere doğru deniz etkisinin hissedildiği ve orman örtüsünün ortadan kaldırıldığı her yere sokulmuştur. Şile' nin hemen güneyindeki kalker yamaçlar üzerinden başlayan psödomaki Ömerli Köyü'ne doğru devam eder.
İstanbul İli sınırlarının en güney ucu Armutlu Yarımadası üzerindedir. Samanlı Dağları'nın batı uzantılarını oluşturan Karlık Dağı'nın (921 m) kuzey yamaçlarında da nemli ormanlar yayılış gösterir. Nemli ormanların hâkim elemanı doğu kayınıdır. Doğu kayın ormanları Karlık Dağı'nın kuzey yamaçlarında yaklaşık 500 m'den itibaren bir kuşak halinde u-zanır. Doğu kayını ormanlarının içine dağınık olarak sapsız meşe, adi gürgen, gümüşi ıhlamur, titrek kavak, karaçam, Anadolu kestanesi ve dere içlerinde de adi kızılağaç gibi ağaç türleri karışır. Doğu kayını ormanlarının alt katında sırımbağı, ayıüzümü, akçaağaç, yapraklı üvez, çiçekli dişbudak ve daha çok dere içlerinde sarı çiçekli kızılcık ve taflan görülür.
Doğu kayını ormanlarının yayılış gösterdiği seviyelerden (yaklaşık 500 m) daha aşağılarda (300-500 m) nemli orman elemanları bir mozaik gibi iç içe girmiş parçalar halindedir. Sapsız meşe, Anado-
Topkapı'daki bitpazarında bir eski eşya satıcısı. Erdal Yazıcı, 1991
lu kestanesi ve gümüşi ıhlamur, bu toplulukları oluşturan türlerdir. Bu türlerin içinde en yaygın olanı doğu kayını ormanlarıdır. Fakat doğu kayını ormanları çoğu yerde tahrip edilmiş ve yerini psödomaki formasyonu almıştır. Bu ormanlar batıda İstanbul il sınırları dışında kalan Arnavutköy'den doğuda Yalova civarında denize dökülen Balabandere Vadisi arasındaki sahada yayılış gösterirler. Bu ormanlar kıyıya yakın yerlerde, psödomaki formasyonu içinde dağınık olarak; _ psödomaki sınırının üzerinde kalan yerlerde, yani tahrip edilmedikleri yerlerde ise parçalı fakat saf kestane birlikleri halinde görülürler.
Bir sahil kenti olan İstanbul'da bitki örtüsünün önemli parçaları olan kıyı bitkileri de, özellikle Podima (Yalıköy), Terkos Gölü ve Kilyos arasındaki kumul sahalarda çeşitlilik gösterir.
Bibi. Y. Dönmez, Trakya'nın Bitki Coğrafyası, ist., 1968; ay, Kocaeli Yarımadasının Bitki Coğrafyası, İst., 1979; M. Güngördü, "Güney Marmara Bölümünün (Doğu Kesimi) Bitki Coğrafyası", (basılmamış doktora tezi), İÜ Edebiyat Fakültesi, İst., 1982,
MERAL AVCI
BİTPAZARLARI
Bitpazarları, taşınabilir her türlü eski eşyanın, daha çok eski ev ve giyim eşyasının alınıp satıldığı yerlerdir. Her büyük şehirde bitpazarları bulunmakla birlikte, İstanbul bitpazarları, bunlar içinde de Kapalıçarşı'mn Fesçiler Kapısı'ndan girilince karşılaşılan ve eski giyim eşyası alım satımı yapılan, sağlı sollu dükkânlardan oluşan bitpazarı ünlüydü.
İstanbul'da bitpazarlarmın fetihten öncelere kadar inen bir geçmişi olduğu sanılıyor. Ancak konuyla ilgili herhangi bir bilgi yoktur. İstanbul bitpazarlarıyla ilgili
BİTPAZARLAKI
250
251
BİZANS SANATI
eserinde kaydetmiştir. 1894'te meydana gelen depremde de Kapalıçarşı'nın Yağlıkçılar, Çadırcılar ve bitpazarı tarafları tamamen yıkılmıştır.
Evliya Çelebi, Seyahatnamede "Es-nâf-ı Hilekâr-ı Bitpazarı" başlığı altında 400 dükkânda, 700 kişinin çalıştığım kaydeder. Bitpazarı, zamanla Kapalıçar-şı dışına taşmış, Beyazıt yanındaki Çadırcılar ve Bakırcılar caddelerine, Çarşı-kapı ile Mercan'a, Tahtakale'nin ara sokaklarına dağılmıştır. Hattâ 19601ı yılların sonundan başlayarak arasında zaman zaman Beyazıt Meydanı ile İstanbul Üniversitesi'nin kapısına kadar yayılan bitpazarı, eski elbise ve ev eşyası dışında her türlü hurdanın alınıp satıldığı bir yer haline gelmiştir.
Bitpazarlarında yeni ve kullanılmamış eşya alınıp satılmaz. Başka çarşı ve pazar yerlerinde olduğu gibi bitpazarmda satıcılar yalnız buranın esnafı değildi. Evlerden getirilen, semtlerde kurulan küçük bitpazarlarından toplanan ya
Topkapı'daki bitpazarmda çeşitli eski eşya satan bir satıcı. Erdal Yazıcı, 1988
görülebilen en eski kayıtlar 16. yy'dan kalmadır. Gelibolulu Mustafa Âli (1541-1600), Nasihâtü's-Selâtin adlı eserinde Kostantiniye, Bursa ve Edirne'nin nahiye ve köylerinde oturup "raiyet" ve "evlad-ı raiyet" iken "vatanlarını terk-edüb" bu şehirlere gelerek çeşitli sanat öğrenmeye ve nzıklarını kazanmaya başlayan bazı kişilerin arka hamallığı, pişmiş kestane satıcılığı ve "bitpazarı tellallığı" yaptıklarım yazmaktadır. Bu tespit, bitpazarımn yerli esnaf yanında gurbetçiler için de bir ekmek kapısı olduğu sonucunu doğuruyor. Burada daha çok eski giyim eşyası alım satımı yapıldığı düşünülürse bitpazarımn müşterileri arasında gurbetçilerin de bulunması doğaldır.
Kapalıçarşı'daki bitpazarı, çarşıda çıkan birçok yangında tamamen yanmıştır. Bu yangınlardan ikisi 16. yy'da 40 yıl arayla vuku bulmuştur. III. Selim'in sırkâtibi Ahmed Efendi de 1791'de Ka-palıçarşı'da çıkan yangında bitpazarımn da tamamen yandığını Ruzname adlı
da çalıntı olduğu için elden çıkarılması gereken eşya buralara getirilir ve satılırdı. Bitpazarı esnafı asıl kazancını mal satarken değil satın alırken yapar, dağılan ya da yenilenen bir evden gelen eşyanın artırma ile satışından kendi aralarında anlaşarak yaptıkları türlü hileler yoluyla büyük paralar kazanırlardı. Bu hileler Evliya Çelebi'nin 17. yy'da bitpazarı esnafını "hilekâr" olarak nitelemesini haklı çıkaracak ölçüdeydi.
Bitpazarlarını besleyen esnaf gruplarından biri de arayıcı esnafıydı(->). Bunlar, topladıkları her türlü malzemeyi genellikle bitpazarı bağlantılı olarak satarlardı.
İstanbul'da Kapalıçarşı'dakinden başka en büyük bitpazarı, Topkapı'da sur dışında kurulurdu. Son yıllarda buraya da sabit dükkânlar yapılmasıyla "Eski El-biseciler Çarşısı" ortaya çıkmış, bunun etrafında da her türlü eski eşyanın alınıp satıldığı gerçek bir bitpazarı oluşmuştur. Ayrıca Üsküdar, Kadıköy, Tophane, Ku-ledibi ve Kasımpaşa'da da eskiden beri bitpazarları kurulmakta, buralarda satışa çıkarılan inallar gezici meraklılar, ayakçı tabir edilen ve böyle yerlerden topladığı mallan diğer yerlerdeki esnafa satan bir başka esnaf grubu tarafından değerlendirilmektedir. Semt bitpazarları şehrin hızla değişen yapısına ayak uydurmak i-çin sık sık yer değiştirmektedir. Eskiden, esnafının çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu Kuledibi'ndeki bitpazarı zamanla dağılmış, esnaf da 1980'li yılların ortalarında Dolapdere'ye ve Aksaray Horhor'da bir işhanına taşınmışlardır.
Bitpazarı esnafının, yabancıların anlamasını önlemek için kendi aralarında oluşturdukları bir gizli dilleri vardı. Bu dil aslında günlük konuşma dili arasına sıkıştırılmış özel kelimelerden oluşmaktaydı. Böylece esnaf kendi arasında anlaşırken her zaman kandırılacak insan gözüyle görülen alıcı ve satıcılar söylenilenlerin farkına bile varamazlardı. Mesela "Anadolu etmek" aldatmak, "bitlemek" yeni alınan bir malı karıştırmak, "çay içmek" bir alışverişten vazgeçmek, "imşa olmak" topluca alman mala ortak olmak, "tahtakurusu" mal sahibi, "turna" hileyi anlayıp malı geri getiren müşteri anlamına gelirdi.
Bitpazarları, kendilerine özgü esnafı, alıcısı, satıcısı, iç düzeni ve özel dili ile eski yapılarını koruyamamışlarsa da varlıklarını günümüzde de devam ettirmektedirler.
Dostları ilə paylaş: |