Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə59/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   134

BİZANS SANATI

256


257

BİZANS SANATI

Bizans imparatorluk saraylarından günümüze kalan tek örnek olan Tekfur Sarayı. Ara Güler

nastırın ibadethanesi, ortadaki imparator ailesinin mezar kilisesi olmak üzere birbirine bitişik üç yapıdan oluşmuştur. Bunlardan güney ve kuzey kanatları, dört destekli haç planında yapılmıştır. En büyüğü olan güney yapısının tabam, çok zengin desenler meydana getiren bir mozaik ile süslenmiş; pencerelerinde ise renkli camlardan vitraylar olduğu, bulunan kalıntılardan anlaşılmış; duvarlar renkli mermer levhalarla kaplanmıştır. Tonoz ve kubbelerde ise mozaikler olduğu eski seyyahlardan öğrenilir. Herhalde 1766 depreminden sonra içindeki sütunların yerlerine kalın payeler yapılmış, mozaikler de kaybolmuştur.

Haç biçiminde mekânh ve kubbesi dört sütun tarafından taşınan kilise tipinin çok ufak ölçüde olmakla beraber, orantılı bir örneği, Çarşamba'da eski adı bilinmeyen, şimdi Ahmed Paşa Mescidi olan kilisedir. Vefa'da Molla Gürani veya Kilise Camii de aynı tipin temsilcisidir. Başlangıçta yaratılan Ayasofya'ya gerçek Bizans kilise mimarisi bir daha erişmeye çaba göstermemiştir. Plan bakımından Hıristiyan sembolizmine uygun düşen haç biçimindeki mekâna bağlı kalmıştır.

Bizans sanatının son döneminde, önce Latin işgalinden evvel yapılarak, harap bir hale gelen kiliselerin tamir ve ihyasına özen gösterilmiş ve yeni bir mimari tipin yaratılmasına çalışılmıştır. Ana kubbenin örttüğü orta mekân, kare bir kule halinde yükseltilerek, bunu üç tarafından saran daha basık tonozlu dehlizlerden oluşan bir kilise tipi ortaya çıkarılmıştır. Dış mimari ise eskiye nispetle çok daha fazla hareket ve renklilik kazanmıştır. Paleologos sülalesinin fertlerinin çoğunun gömüldükleri Lips Manastırı Kilisesi'nin güney kanadı, bu tipte olarak önceden yapılmış kiliseye 13. yy sonlarında eklenmiş, Teodora Rauleina

adlı bir kadının yeniden yaptırdığı And-reas Kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii) ve Pammakaristos Manastırı Kilisesi'nde de (Fethiye Camii) aynı mimari esaslar uygulanmıştır. Bu binaların hepsi de cami yapıldıklarında çok büyük değişikliğe uğramış olmakla beraber, esas mimari düzenlerini belli eden eleman ve izlere sahiptirler. Fakat bu dönemin en karakteristik özelliği, dış mimariye irili ufaklı nişler ve özel yapılmış çok zengin tuğla desenlerle renkli bir görünüm verilmiş olmasıdır. Hattâ bunun için kesilmiş taşlar, süs tuğlaları ve çömlekleri de kullanılmıştır.

Son dönem Bizans kiliselerinin cephelerinin nişler, ikiz (veya üçüz) pencereler, kemerler ile âdeta saray cepheleri gibi dışarı açık bir karakter alması, İtalya'dan Osmanlı Beyliği'ne kadar uzanan yeni bir sanat zevkinin belirtisidir. Aynı cephe anlayışının Türk sanatındaki en tanınmış örneği Bursa'da Çekirge imareti veya Murad Hüdavendigâr Külliyesi'dir. Bu cephe estetiği, Vefa Kilise Camii'nin, bu dönemde eklenen batı tarafındaki ek-sonartekste de (dış hol) görülebilir. Son Bizans döneminin İstanbul'daki son yapılarından olan Heybeliada'daki Kamari-otissa Manastırı'nın kilisesi (şimdi Deniz Kuvvetleri'ne ait binanın avlusunda), ölçüler bakımından son derecede ufak, üstü kubbeli ve yonca biçiminde planlı bir binadır.

Bizans abidevi resim (mozaik ve fres-ko) sanatından ise, İkonoklazma Akı-mı'ndan önceye ait olarak bir şey kalmamıştır. Aya İrini Kilisesi'nde apsis yarım kubbesini süsleyen büyük haç resminin, İkonoklazma taraftarları sadece bu dini sembole izin verdiklerinden, bu akımın hâkim olduğu döneme ait olduğu sanılır. Ayasofya da kilisenin tam zaferinden sonra, 842'yi takip eden yıllar-

da figürlü mozaiklerle süslenmiştir. Nar-teksin güneye açılan kapısı üstünde Meıyem'in iki yanında ona şehrin ve Ayasofya'nın modellerini sunan Cons-tantinus ile İustinianos görülür. Bu herhalde 10. yy'da yapılmış olduğuna göre imparatorların gerçek portreleri değil-'dir. İç holden, içeriye açılan İmparator Kapısı üstünde tahtında oturan Pantok-rator (evrenin efendisi) İsa'nın önünde secde eden VI. Leon (hd 886-912) tasvir edilmiştir. Burada İsa, ilkçağın tasvir sanatındaki baştanrı Zeus ile kurtarıcı (so-ter) sağlık tanrısı Asklepios'un görünümündedir. İsa'nın Hıristiyanlar tarafından verilen bir sıfatının "soter" (kurtarıcı) olduğu düşünülecek olursa, İlkçağ paganizminin resim sanatı yoluyla Bizans sanatında yaşamakta olduğu anlaşılır. Apsis yarım kubbesinde çok güzel bir Meryem tasviri vardır. Antik sanatın etkisi yukarı kat galerisindeki Deisis mozaiğinde bilhassa İoannes Prodromos 'tasvirinde çok belirlidir. Aynı galerideki 11. yy'da yapılan IX. Konstantinos (hd 1042-1055) ile Zoe mozaiği ile II. İoannes Komnenos (hd 1118-1143) ile Macar asıllı eşi İrene ve oğulları hastalıklı Aleksios mozaiklerinde Bizans portre sanatının gücünü belli ederler. Bu portrelerin asıllarına uygunluğu, aynı imparator ve imparatoriçelerin tarihi metinler ile sikkeler üzerindeki tasvirleri ile karşılaştırılarak daha iyi anlaşılır.

Fakat Bizans sanatının İstanbul'daki en zengin mozaik koleksiyonunu, Kora Manastırı Kilisesi'nde (Kariye Camii) görmek mümkündür. Komnenoslar döneminde 11. yy'da İsaâkios Komnenos tarafından yeniden yaptırılan kilise, Latin işgalinden sonra 1310-1320 arasında, Bizans Hazine Nazırı Teodoros Metohites tarafından genişletilerek, mozaikler ve freskolarla süsletilmiştir. Bunlar şaşırtıcı bir canlılık ve tazelik gösterirler. Bunlarda Batı'da ancak Rönesans ile beliren üç boyutluluk ve derinlik, geri plandaki mimari motifler ve Helenistik üsluptaki manzaralar ile sağlanmıştır. Bu görünümler İsa'nın ve Meryem'in hayat ve mucizelerini anlatan sahnelere canlı, insancıl ve duygulu bir hava katarlar. Kilisenin sağ tarafındaki mezar kanadında ise fres-kolar duvar, kemer, tonoz ve kubbeleri kaplar. Bunlar arasında İsa'nın Araf'a inişi ve mahşer sahneleri, resim sanatı bakımından şaheser sayılır. Pammakaristos Manastırı Kilisesi'nde (Fethiye Camii) ve Vefa Kilise Camii'nin dış holünde de yine 14. yy'a ait ve aynı üslubun belirtilerine sahip mozaikler bulunmuştur. Aya Eufemia Martirionu'nun duvarlarında da yine son Bizans döneminin üslubunda çok sayıda fresko resimler vardır. Bunlarda Kadıköylü azizenin hayatı ve inancı uğruna katlandığı işkenceler bir resimli roman gibi tasvir edilmiştir. Maalesef bu tarihi eserin korunması hususunda yeteri kadar özen .gösterilmediğinden, bu değerli resimler bulunduklarından sonra çok harap olmuştur.

İstanbul'daki Bizans el sanatları eser-

lerinin büyük kısmı Batı'ya gitmiş olmakla beraber bazı önemli örnekler burada kalabilmiştir. Avrupa'dan Osmanlı Devleti'ne gelen elçi ve seyyahların başlıca görevlerinden biri de, krallarının kütüphaneleri için Bizans elyazmaları toplamaktı. Nitekim I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) İstanbul'a gelen Elçi Busbecq, iki yüzden fazla elyazması toplayıp bunları Viyana'ya gönderdiğini yazar. Yine onun ele geçirdiği hekim Di-oskorides'in şifalı bitkilere dair elyazma eseri, 6. yy başlarında yaşayan Prenses İuliana Anikia için hazırlanarak ona takdim edilmişti. 10. yy'da İmparator II. Ba-sileios için yazılarak minyatürlerle süslenen bir Azizler Takvimi (Menologion) şimdi Paris'tedir. Bizans'ın son döneminde, 14. yy içinde, entrikaları ve acımasızlığı ile herkesi korkutan ve sonunda da linç edilerek öldürülen Aleksios Apokav-kos'a takdim edilen hekim Hippokra-tes'in minyatürlü sağlık kitabı da şimdi Paris'tedir. Bu yazmaların hepsi de Kons-tantinopolis'te yazılmış ve minyatürle bezenmiştir. Bu listeyi çok uzatmak mümkündür. Topkapı Sarayı kütüphanesinde kalabilmiş nadir yazmalardan biri Tevrat'ın ilk sekiz kitabından oluşan bir Ok-tateukos'tur. İçinde küçük boyda pek çok minyatür bulunan bu elyazması I. Aleksios Komnenos'un küçük oğlu İsaâkios Komnenos için hazırlanmıştır.

Heykel sanatı geçiş döneminde varlığını sürdürmüş, fakat ilk Bizans döneminde unutulmuştur. Beyazıt Meydanı' nın düzenlenmesi sırasında bulunan mermerden bir baş, 4. yy sonları 5. yy başlarında yaşayan Arkadios'un portresi olarak teşhis edilmektedir. Burada çok ince işlenmiş gerçekçi bir üslup açıkça belirlidir. İtalya'da Bari yakınında batmış bir gemiden çıkarıldığı bilinen ve Barlet-ta'da muhafaza edilen tunç bir imparator heykelinin de 1204-1261 arasındaki yağmadan götürüldüğü kesin olmakla beraber, kimi tasvir ettiği bilinmez. Bazılarına göre bu İmparator Markianos'tur ve Kıztaşı'nın üstünden indirilmiştir.

Mermere işlenmiş kabartma sanatı da Hippodrom'da Dikilitaş'ın kaidesinin dört yüzünde temsil edilmiştir. Genellikle burada, İmparator I. Theodosius, ortağı ve oğullan ile maiyetinin tasvir olundukları kabul edilir. Fakat her şeye rağmen kabartma sanatı, uygulama imkânı bulmuştur. 1922'de Sarayburnu kazılarında bulunan, Meryem'i tasvir eden levha, eski Yunan heykel sanatı geleneklerinin, 11. yy'da yaşadığını gösterir. Başı eksik olmakla beraber, vücudu saran elbise kıvrımlarında incelik ve zarafet belirlidir.

Arkeoloji Müzesi önünde, 4. ve 5. yy' ların imparatorlarına ait, kırmızı renkli porfir taşından yekpare olarak oyulmuş lahitler bulunmaktadır. Vaktiyle Fatih'in Sarıgüzel semtinde bulunduğu için Sarı-güzel Lahti olarak adlandırılan bir lahit ise adeta saydam bir mermerden oyulmuş olup, iki uzun yanında İsa'yı temsil eden monogramlar, dar yüzlerinde ise havarilerin kabartma tasvirleri bulunur.

Büyük Saray mozaiklerinden bir örnek. Tahsin Aydoğmuş

5. yy'a ait olarak tarihlendirilen ve başka örneğine çok nadir rastlanan bu lahtin, bir ileri geleneğe ait olduğu tahmin edilir. Bazıları önce Studios Bazilikası'nda bulunan, sonraları Fındıkzade semtindeki inşaat kazılarında da başkaları meydana çıkarılan, dış yüzleri dini konulu kabartmalarla süslü levhaların da aslında parçalar halinde birleştirilerek lahit oluşturdukları anlaşılmıştır. 1988'de içinde bu türden üç lahit bulunan bir mezar odası Silivri Kapısı dışında surlara bitişik olarak bulunmuş, fakat maalesef define arayıcılar tarafından tahrip edilmiştir.

İstanbul'daki Bizans sanatının mimari plastik dalındaki örneklerinden, Saraçhane'de Ayios Polyeuktos Kilisesi'nde ortaya çıkarılan yelpaze biçiminde açılmış tavus kuyruğu motifi ile bezenmiş yekpare mermerden bir yarım kubbe süslemesi dikkate değer. Haliç Köprü-sü'nün ayaklan yapılırken Ayvansaray dışında bulunan büyük ölçüde iki sütun başlığı da yüzeylerindeki dal kıvrımları süslemeleri ile değişik bir üsluba işaret ederler.

Lips Manastırı Kilisesi olan Fenârî İsa Camii'nin kubbesi yanındaki hücrelerde bulunan Ayia Eudokia ikonası, mermere kakma renkli taşlarla yapıldığından başka benzeri olmayan bir tekniktedir. İstanbul Patrikhane Kilisesi'nde, Pammakaristos Manastırı'ndan gelen mozaikle işlenmiş bir Meryem ikonası vardır. 11. yy'a ait olarak tarihlendirilen bu resimden başka burada bir de İoannes Prodromos' un aynı teknikte yapılmış bir ikonası bulunmaktadır. Bu iki ikona "taşınabilir mozaikler" olarak adlandırılan ve çok az örneği olan bir ikona türünün temsilcileri olduklarından Bizans sanat tarihinde özel bir yere sahiptirler. Yine Patrikhane Kilisesi'nde, Heybeliada'daki Kamariotissa Kilisesi'nden getirilmiş, 14. yy'a tarihle-nen yağlıboya ile yapılmış güzel bir İsa

ikonası bulunmaktadır. Bu ikonaların Bizans sanatının İstanbul'da meydana getirdiği ürünlerden oldukları söylenebilir.

Pek çok ipek dokumalar, fildişi oymalar, altm-mine, maden işleri, Bizans'ın bin yıl içinde bu şehirdeki atölyelerde ortaya koyduğu sanat eserleridir. Hepsi Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde bulunan bu değerli eşyadan burada bahsetmek mümkün değildir. Sadece altm-mine dalında, Venedik'te San Marco Kilisesi hazinesinde olan Pala d'Oro adı verilen bölmenin üzerindeki Bizans işi ve İstanbul'dan götürüldüğü bilinen altm-mine plakalar ile Budapeşte Müzesi'ndekı üzerinde Bizans İmparatoru IX. Konstantinos ile imparatoriçenin resimleri olan yine altm-mine plakalara işaret edilebilir. Yine Budapeşte'de olan Macar Krallı-ğı'nın kutsal tacı ise, altm-mine levhalarla süslü bir Bizans eseri olup, Konstanti-nopolis'te yapılarak İmparator VII. Miha-il (hd 1071-1078) tarafından üzerindeki yazıya göre "Türklerin kralı I. Geza"ya gönderilmiştir.

Bibi. Ebersolt, Monuments; Müller-Wiener, Bildlexikon; T. F. Mathews, The Byzantine Churches of istanbul, Pennsylvania, 1976; S. Eyice, "Leş eglises byzantines d'Istanbul du IXe siecle du XVe siecle", VIII. Corso di Cul-tura Sull'arte Ravennate e Bizantina, Raven-na, 1965, s. 109-165; ay, "Leş basiliques byzantines d'Istanbul", XXVI. Corso di Cultu-ra, Ravenna, 1979, s. 91-113; ay, "Leş eglises byzantines â plan central", XXVI. Corso di Cultura, Ravenna, 1979, s, 115-149; Th. Whittemore, The Mosaics of Ayasofya at istanbul, I-IV, Oxford, 1933-1952; H. Belting-C. Mango-D. Mouriki, The Mosaics and Fres-coes ofSt. Mmy Pammakaristos (Fethiye Camii), Washington, 1978; A. Undenvood, The Kariye-Djami, I-IV, New York, 1966-1975; R. Naumann-H. Belting, Die Euphemia-Kirche am Hippodrom zu istanbul und ibre Presken, Berlin, 1966; J. Beckwith, The Art of Constantinople. An Introduction to Byzantine Art, Londra, 1961.

SEMAVİ EYİCE



BİZANTİON

258

259

BİZANTİON

BİZANTİON

istanbul'un ilk çekirdeği olan kent. Bugünkü Sarayburnu'nda Yunan kolonist-lerinin kurdukları ve Roma egemenlik dönemine kadar yaşayan Bizantion insanlık tarihinin en büyük uygarlık merkezlerinden birinin beşiği olmuştur. Boğaz ve Halic'in kıyıları insan yaşamı için elverişli konumlarıyla İstanbul ve çevresinin birçok yerinde paleolitik çağa kadar uzanan yerleşme alanlarına olanak vermiştir. Bu yerleşmelerden bir tanesi, zamanın aşındırmasına karşı koyarak ve her defasında, kendi küllerinden kendini yeniden yaratan Phoenix (Anka Kuşu) gibi, politik ve fiziksel kabuk değiştirerek, günümüze değin gelmiştir.

Bizantion'a ilişkin arkeolojik veriler yok sayılabilecek kadar azdır. Kent hakkında bildiklerimiz antik ve daha sonraki dönemlerin yazarlarının verdikleri bilgilere dayanmaktadır. Bir hayli fazla olan ve bazıları birbirini tutmayan yazılı bilgi ve savlar vardır. Kentin Septimius Seve-rus(-0 tarafından tahrip edildiği döneme en yakın yazarların bıraktığı bilgiler ve bizzat kent topografyasının verileri değerlendirilerek, kentin fiziksel yapısının öğeleri saptanabilmekte ve tarihi genel çizgileriyle yazılabilmektedir. Bu kaynakların en eski ve güvenilir olanları Septimius Severus'un Bizantion'u tahrip etmesinden önce yazıldığı sanılan Bi-zantionlu Dionisios'un(->) Anaplus Bosp-hori adlı yapıtı, Dion Cassius'un Tarih' inin ilgili bölümleri (218-219), Herodi-on'un Tarib'i (3. yy ortası) ve kent topografyası için Dionisios'un verdiği bilgileri tamamlayan Miletli Heskius'un (6. yy) yazdıklarıdır. Kentin tanımını bir ölçüde veren bu yapıtlar dışında Ksene-fon, Strabo gibi antik yazarların Bizantion'a ilişkin gözlemleri de kentin tarihi rekonstrüksiyonunu yapmak açısından yararlıdır. Constantinus'un başkentinin kurulmasından sonra ise Notitia Urbis Constantinopolitanae'den başlayarak Bizanslı yazarlar ve patriograflar eski kente değinen bilgiler vermişlerdir.

Bizantion'u, büyük bir olasılıkla başka kolonistleıie birlikte, kurdukları düşünülen Megaralı Dorlar daha önce Hal-kedon'u da (bugünkü Kadıköy) kurmuşlardı. Kendi aralarında anlaşamayan iki grubun Boğaz girişinin iki yanında iki bölgeye yerleşmiş oldukları kabul edilebilir. Kentin kuruluşuna ve kurucusuna ilişkin efsane türünden hikâyeler vardır. Yunan geleneklerine dayanarak önce Delfi kâhinini dinleyen Megaralı grup, Halkedon'u seçenlerin karşısında1 eskiden ilkel Trak kavimlerinin oturdukları ve Haliç girişinin batı yakasına düşen tepelik yarımadaya yerleşmiş, kenti burada kurmuştur. Şeflerinin adının Bizas(->) olduğu, kentin adının da bu sözcükten türediği söylenir. İon eki ise Küçükasya yer adlarında çok rastlanan bir ektir. Bi-zantionlu Dionisios'a göre kent MÖ 660' ta kurulmuştur. MÖ 7. yy kentin tarihçiler tarafından kabul edilen kuruluş tarihidir. Bazı tarihçiler, gelen kolonistlerin

burada yaşayan yerli halkla kaynaştığını ve Bizantion'un kültürünün eski Trak halklarının kültürlerinden izler taşıdığını söylerler, Bizantion'un ünlü Zeus Hippi-os (Zeuksippos) kültünün, Trakyalı atlıların tanrısı ile Zeus'un birleşmiş şekli olduğunu ileri sürerler. Herodotos, Stra-bon ve Tacitus' gibi tarihçiler ise Bizantion'un yerleştiği sit'in (mevki, alan) özgün niteliğini vurgulamışlardır.

Kentin bundan sonraki tarihini ve fiziksel biçimini de etkileyen bu ilk yerleşme alanının o zamandan bu yana değişen topografyasının özgün durumunu yazılı kaynakları yorumlayarak tanımlamak, kent tarihi açısından büyük önem taşır. Ne var ki, yazılı kaynaklar arkeolojik verilerin çok sınırlı olması nedeniyle kesin bir fiziksel tanım yapılmasına el vermemiştir. Bütün uzmanlar bugünkü Topkapı Sarayı surlarının ve yerleşmesinin genel olarak eski Yunan kentine tekabül ettiğini kabul ederler. Kuşkusuz MÖ 7. yy'da yarımada kıyıları bugünkü çizgisinde değildi; öyle anlaşılıyor ki, şimdiki Sirkeci, Eminönü meydanları ile Halic'in batı ucunun bulunduğu -denizden 3 m yükseklikteki- alan sonradan doldurulduğu için Bizantion zamanında deniz çizgisi, şimdiki 5 m kotundan geçmekteydi.

Başlangıçta denizin günümüzdeki Gül-hane, Babıâli Caddesi başlangıcı, Mısır Çarşısı ve Uzunçarşı girişine kadar içeride olduğu ve limanın kentin oturduğu tepenin kuzeybatısına düştüğü söylenebilir. Kentin surları kuzeybatıda liman sınırlarını, Marmara kıyısında, doğuda bugünkü sur çizgisini, Ahırkapı'dan öteye ise karaya kıvrılarak, bir olasılığa göre bugünkü Topkapı Sarayı surlarını, bir ikinci yoruma göre ise daha batıdan geçen bir sur çizgisini izleyerek Sirkeci'ye ulaşıyordu. Mango'nun da dile getirdiği bu ikinci yoruma göre, genellikle Septimius Severus'a atfedilen yeni sur yapımı hiçbir zaman söz konusu olmamış, Bizantion'un surları başından bu sınıra kadar uzanmıştır. Kent sınırları ile ilgili savların arkeolojik kanıtları yetersizdir. Fakat N. Fıratlı'nın bu döneme ilişkin 232 mezar ve mezar stelini içeren kataloğun-daki 221 mezarın Çarşıkapı ve daha batısında bulunması bu tezi destekleyen bir veri olarak kabul edilmiştir. Topkapı Sarayı surları çevresinde tesadüfi arkeolojik veriler ve Topkapı surları içindeki kazılar Yunan kentinin yapısını aydınlığa çıkaracak önemli bir bilgi ortaya koymamıştır. Marmara surlarında, Ahırkapı bölgesinde, yapılışı en eski dönemden olmasa bile, kesinlikle Roma çağına atfedilebilecek temel kalıntıları vardır. Bunların eski Yunan surlarının üzerinde ya da yanında bulunmaları olasıdır. Pseudo-Kodinos'a göre Bizantion surları bugünkü ölçülerle 5 km uzunluğundaydı ve 27 kule ile berkitilmişlerdi. Antik çağ yazarları bu surların Yunan dünyasında Mes-sene ve Rodos'tan sonra gelen en güçlü kent duvarları olduğunu yazarlar. Deniz surları önünde dalgakıranlar yapılmıştı,

kara surları ise deniz surlarından daha yüksek inşa edilmişlerdi. Kentin birbirine bitişik iki limanı vardı. Dalgakıranlarla korunan ve girişinde iki yüksek kule bulunan Neorion(->) kentin ana limanıydı ve Ksenefon'un anlatımına göre, kent surları içindeydi. Onunla bitişik olan ve daha doğuda kalan Prosforion Limanı, olasılıkla bir tersane işlevi görüyordu. Bugünkü Sirkeci Meydanı ile onun Topkapı surlarına kadar olan uzantısının kabaca kentin limanlarına tekabül ettiği kabul edilir. Şimdiki Topkapı Sarayı'nın i-kinci avlusu ve civarının bulunduğu alanı içerdiği düşünülen Akropolis Platosu' nün (bak. Akropolis) kıyılara inen yamaçlarında çeşitli yüksekliklerdeki teraslar üzerinde tapınaklar, bir gimnazion, bir stadion ve diğer önemli yapılar vardı. Tarih boyunca aynı yerde benzer işlevleri gören meydanların birbirlerini izlediği düşünülerek kentin revaklarla çevrili başlıca agorasının bugünkü Ayasofya Mey-danı'nda bulunduğu kabul edilir.

Bizantion'un iki ya da üç kent kapısından batı yönüne açılan biri bu agoranın yakınındaydı, daha kuzeyde ise Trakya çıkışında en önemli kapı olan Traki-on Kapısı bulunuyordu. Bu kapıyı Ne-orion'a bağlayan yol muhtemeldir ki, birinci tepe denilen platonun batısında bugünkü Alemdar Caddesi ile Cağaloğlu arasında uzanmaktaydı. Trakion Kapısı' nın yakınında iskender döneminde kamu yapılarıyla dolu olduğunu bildiğimiz Strategion Meydanı vardı. Bu meydanın da, eğer tarihi sitlerdeki süreklilikler düşünülürse, Yerebatan Sarnıcı ile Babıâli arasındaki bir teras üzerinde olduğu ve anayolla bağlantılı bulunduğu anlaşılıyor. Deniz bugüne göre çok daha içerilerden geçtiğinden, Strategion limana çok yakındı. Osmanlı dönemi Babıâli'sinin buraya yakın bir yerde kurulması da düşündürücü bir tarihsel sürekliliktir.

Antik çağ yazarları kentin birçok ö-nemli yapılarını sayarlar. Fakat bunların ne biçimleri ne de yerleri bellidir. Akro-polis'te kral sarayı, Zeus, Atena, Apollo, Poseidon, Afrodites ve Artemis'in tapınakları vardı. Limanla Akropolis arasında, yarımadanın kuzeybatıya inen yamaçlarında bazı idare binaları yer alırdı. Stadion(-») kuzeye inen ve Boğaziçi'ne bakan yamaçlarda, Akropolis'in eteğin-deydi. Önün yanında ve Kinegion denilen amfiteatrın cavea'sı da Boğaziçi'ne dönüktü. Kentte bulunan birçok hamamın içinde en ünlüsü Strategion yakınında yer aldığı söylenen Ahilleus Ha-mamı'ydı. Bütün Yunan kentlerinde olduğu gibi Bizantion da anıtsal yapılar ve heykellerle süslüydü. Agoranın ortasında Trakya tanrısı Zeuksippos'un sütunu vardı. Kentin Tihe'si Rea'nın heykeli ve Metroon da agoradaydı. Kent halkı Boğaziçi ve Haliç (Keras) kıyılarında tanrılar için aharlar ve hieron'lar yapmışlardı. Kentin mezarlıkları bugünkü Divanyo-lu'nun iki tarafında batıya doğru uzanıyorlardı. Mango bu kentin 20.000 dolayında bir nüfusa sahip olabileceğini ve

kente Hadrianus (hd 117-138) tarafından büyük bir sukemeri ile su getirildiğim ve bu sukemerinin sonradan Valens'e atfedilen kemer (bak. Bozdoğan Kemeri) olduğunu söyler. Bu ilk kentin başlıca işlev alanlarının Türk döneminin sonuna kadar, 2.500 yıl süreyle, aynı topografik konumda olması, bir coğrafi alanın kentsel yaşama dikte ettirdiği biçimsellik açısından dünya yerleşme tarihinde özel bir önem taşır.

Bütün antik çağ sitleri için olduğu gibi, Bizantion tarihinin de mitolojiye uzanan hikâyeleri vardır. Bunlardan en ünlüsü Bosforos adıyla ilgili olanıdır (bak. Bizas).

Öte yandan, Altın Boynuz (Hrisoke-ras) adını taşıyan Halic'e ilişkin iki efsane bilinir: Birisi Halic'in biçiminin bir boynuza benzemesinden kaynaklanmaktadır. Heskios ve Prokopios(->) tarafından anlatılan ikincisi ise Zeus ile İo" nün kızlarının adı olan Keroessa'nm Keras adının temelini oluşturduğunu anlatır. Bunun coğrafi bir simgesellik olduğu söylenebilir. Haliç Boğaziçi'nin kızıdır. Bu aynı zamanda antikiteden bu yana kent folklorunun kentin eşsiz coğrafyasını efsaneleştirdiğinin de kanıtıdır.

2. yy'ın sonunda Septimius Severus tarafından tahrip edilene kadar Bizantion, dolaylı olarak Yakındoğu ve Doğu Akdeniz'in bütün önemli tarihi olaylarına karışmıştır. Darius, Anadolu'yu fethettikten sonra MÖ 513'te Trakya'ya Boğaziçi'nden geçmiş, hem Bizantion hem de Halkedon büyük krala boyun eğmek zorunda kalmışlardır. MÖ 5. yy'da her iki kent de, Atina'nın liderliğinde Pers sultasını kırmak için yapılan mücadeleye katılmışlardır. MÖ 489'da Platea'da Persleri yenen Ispartalı komutan Pausanias, Bizantion'u iranlıların elinden almıştır. Fakat Yunanlılara ihanet ettiği ve Perelerle işbirliği yaptığı kuşkusu yüzünden kentten uzaklaştırılmış, daha sonra suçsuz bulunarak tekrar kente çağrılmış ve Bizantion'a MÖ 477'ye kadar hükümran olmuştur. Atinalıların liderliğindeki Delos Birliği'nin dağılmasından sonra, kısa bir süre Bizantion bağımsız kalabilmiştir. Bir süre Alkibiades kenti ele geçirmiş, İsparta-Atina savaşları sırasında ise MÖ 405'te kent Ispartalılar tarafından işgal edilmiştir. Ksenefon'un "Onbinler"i doğu seferinden dönerken Bizantion'dan geçmişlerdir. Makedonya Kralı Filip'in muhasarasına kadar İsparta egemenliği sürmüş, Makedonyalılar kenti zapt edememişlerdir. İskender, Asya'ya Çanakkale'den geçmiş, kente uğramamıştır. Bu dönemde Bizantion bağımsız bir kent statüsünü korumuştur. Trakya Satrapı Lisimahos ve Bitinya Satrapı Antigonos arasındaki mücadelede tarafsız kalan Bizantion, sonradan Antigonos'a tabi olmakla birlikte yerel idare kentlilerin elinde kalmıştır. Bütün bu dönemler süresince bir yandan Rusya ile Akdeniz arasında, öte-yandan Balkanlarla Anadolu arasındaki ticaret kentin ekonomik yaşamım sağlamaya, devam etmiştir.

2-3. yy arasında Bizantion. Kubcın

MÖ 278'de bir Germen halkı olan Galatlar kenti ele geçirip yağmalamışlar ve haraca bağlamışlardır, Bizantion bir süre Galatyah federasyona yıllık bir haraç vermiştir. 3. yy'da kent bir yandan Bitinya, öte yandan Makedonya krallıklarının baskısı altında yaşamıştır. 202'de Makedonya Kralı V. Filip, Halkedon'u ele geçirmiştir. Makedonya baskısından kurtulmak için Bizantion, Bergama Krallı-ğı'ndan yardım istediği gibi, Kizikos ve Rodos'la birlikte Romalıları da yardıma çağırmıştır. Bu istek Bizantion'un sonunun başlangıcı olmuştur.

Romalılar Makedonya savaşlarından sonra MÖ 146'da egemenliklerini Balkanlar ve Küçükasya' ya yayarlarken, Bizantion da diğer Yunan kent-devletle-riyle (site devleti) birlikte Roma'ya tabi olmuştur. Roma' nın Pontus Krallığı'yla savaşları sırasında Bizantion Roma'ya bağlıydı, fakat idari bakımdan varlığını sürdürüyordu. Roma imparatorluk strük-türü yerleştikten sonra, Bitinya-Pontus Eyaleti'nin bir parçası olan kentin 700 yıllık kent-devleti statüsü sona ermiş oldu. Fakat stratejik konumu nedeniyle önemini yitirmedi. MS 2. yy sonunda Septimius Severus ve Pescenius Niger arasındaki savaşta bu sonuncuyla kader birliği yapan Bizantion'u Septimius Severus uzun bir kuşatmadan sonra 195-196'da ele geçirdi, tahrip etti ve halkını kılıçtan geçirdi. Muhtemelen bu kesin bir yok etme olmamıştı ki, kısa bir süre sonra Severus'un surları tamir ettirdiğini ve bazı tarihçilere göre yeni inşaatlarla

kenti büyüterek yeni bir sur yaptırdığını, kentte büyük inşaatlara giriştiğini görüyoruz. Bu tarihten sonra yeni bir Roma kentinin oluşmaya başladığı kabul edilebilir. Ne var ki, Severus'tan Constantinus'un (hd 324-337) kenti büyütüp yeniden inşa etmesine kadar geçen bir buçuk yüzyıla yakın bir dönemde kent tarihine ve yapılarına ilişkin bilgimiz sadece Severus' un yapımını başlattığı Hippod-rom'la(->) antik yazarların kısa gözlemlerinden öteye geçmiyor. Neorion Limanı kent surları içinde idi. Surların bugünkü II. Mahmud Türbesi'nden Cağa-loğlu'na inen yolu izleyerek limana ulaştığı genellikle kabul edilir. Septimius Severus döneminde eski agoranın yeniden yapılan tetrastoon'la(-0 (dört revak) çevrildiği kabul edilir. Buradan bugünkü II. Mahmud Türbesi yakınında olan batı kapısına giden yeni bir revaklı yol yapılmıştı. Bu kentin en büyük anıtı olan, Hippodrom'un dairesel güney kenarı, arazinin topografyasının olanaklarını zorlayarak, bugün de görülebilen büyük kemerli bir altyapı üzerinde denize doğru inen yamaçlara oturtulmuştu. Bazı kaynaklar Severus'un Halic'e bakan bir tiyatro ile ünlü Zeuksippos Hama-mı'm da inşa ettirdiğini yazarlar. Severus kentin adını da değiştirip Antonina koymuştu. Fakat bu ad tutmamıştır. Günümüzde istanbul'da arkeolojik çalışmalar için en elverişli yer Topkapı Sarayı'nın eski dış bahçeleridir. Burada kent tarihinin en eski katlarım ortaya çıkarmak olanağı hâlâ elimizdedir.



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin