Kur’an-ı Kerim Meali - fatiha Suresi Mekke’de nazil olmuştur ayettir


- Ve kim de bu dünyada kör ise, ahirette de kör olur. (Kitaplarını okuyamazlar.) Ve körlerden daha çok yollarını şaşırırlar. 73-



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə20/42
tarix20.11.2017
ölçüsü2,57 Mb.
#32304
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   42

72- Ve kim de bu dünyada kör ise, ahirette de kör olur. (Kitaplarını okuyamazlar.) Ve körlerden daha çok yollarını şaşırırlar.
73- Adımıza başka şeyler uydurman için neredeyse seni, sana vahyettiğimiz hakikatlerden caydıracaklardı. İşte o zaman seni dost edineceklerdi.
74- Andolsun! Eğer sana kuvvet ve sebat vermiş olmasaydık, onlara az bir miktar meyletmeye yanaşacaktın.
75- İşte böyle bir durumda, hayatta da ölümde de iki kat azap sana tattırırdık, sonra sen Biz’e karşı hiçbir yardımcı bulamazdın.
76- Nerede ise, seni taciz ederek yeryüzünden söküp atacaklardı. Fakat senden sonra çok az bir zaman kalabileceklerdi.
[Başlarına bela gelip yok olacaklardı.]
77- Bu, senden önce gönderdiğimiz elçilerimiz için geçerli kıldığımız yasamızdır. Bizim yasamızda hiçbir değişiklik bulamazsın.
78- Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl ve sabah namazını(*) da kıl. Çünkü sabah namazında herkes şahit olur.(**)
(*) Arap dilinde bir şeyin bir parçasının ismi, tüme verilir. Onun için Kur’anda namaza; secde, rükû, tesbih, kıraat ve zikir denilmiştir.
(**) Nesefi.
79- Gecenin bir kısmında, kendine bir ganimet olarak, Kur’an ve namaz için uykuyu bırak! Yakında Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a (en üstün makama) gönderecektir.
80- Ve de ki: “Ey Rabbim! Beni iyi bir şekilde koy ve iyi bir şekilde çıkart, kendi katından da bana yardım edecek güçlü bir delil ver.”
81- Ve de ki: “Hak geldi, batıl ezildi. Çünkü batıl, ezilmeye mahkûmdur.”
82- Ve Biz, Kur’andan müminler için rahmet ve şifa olan şeyleri indiriyoruz. Hâlbuki bu Kur’an, zalimler için zarardan başka bir şey artırmıyor.
[En büyük zulüm; insanın, verilen nimetleri görmeyip şükürsüzlük ile onları çiğnemesidir.]
83- İnsana bir nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip kendine doğru çeker. Ona bir şer dokunduğu zaman ise büsbütün ümitsiz olur.
[Bu davranışın sebebi, insanın kendini yeterli ve kâinatın merkezi olduğunu, en doğru yolda bulunduğunu görmesidir.]
84- De ki: “Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre çalışır. İşte sizi yaratan Rabbiniz, kimin daha doğru bir yolda olduğunu en iyi bilendir.
85- Senden ruhu(*) soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir. Ve size ancak az bir bilgi verilmiştir.
(*) Karakterlerden bahseden ayetten sonra ruhtan bahsedilmesi, buradaki ruhun biyolojik ruh olduğunu bildiriyor. Bir sonraki ayette ise vahiyden bahsedilmesi ve Kur’anın başka yerinde vahye ruh denilmesi, ruhtan kastın vahiy olduğu da ortaya çıkıyor. Fakat gerek biyolojik ruh gerekse vahiy, ikisi de aynı özelliğe sahiptirler. İkisi de Allah’ın emrinden geliyorlar. Biri maddi atom ve hücrelere düzen verir. Diğeri de fertlere ve ailelere düzen verir. Onun için ikisine de ruh denilmiştir.
86- Eğer istesek, sana vahyettiğimizi (silip) gideririz. Sonra, Bize karşı senin için onu koruyacak hiçbir sahip bulamazsın.
87- Fakat Rabbinin sana olan rahmeti olarak (bunları bırakıyoruz.) Çünkü Rabbinin sana olan ikram ve ihsanı çok büyüktür.
88- De ki: “Eğer bu Kur’anın bir benzerini getirebilmek için bütün insanlar ve cinler birleşse, onun eşini getiremezler. Birbirlerine yardımcı da olsalar…
89- Andolsun! Biz bu Kur’anda her örneği tekrar tekrar açıkladık. Yine de insanların çoğu, inkârcılıktan başka bir yolu kabul etmediler.
90- Ve dediler ki: “Sen yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça, biz sana inanmayacağız.
91- Veya hurma ve üzüm bağların olup aralarında nehirler akıtmadıkça,
92- Veya iddia ettiğin gibi göğü başımıza parça parça düşürmedikçe veya Allah ve melekleri gözümüzün önüne getirmedikçe,
93- Veya altın ve mücevherattan bir evin olmadıkça veya sen göğe yükselmedikçe, biz sana inanmayız. Ki bize okuyabileceğimiz bir kitap (yazılı olarak) gökten inmedikçe, senin göğe çıktığına da inanmayız.” De ki: “Rabbimi (böyle davranacağından) tenzih ederim. Ben insan olan bir peygamberden başka bir şey değilim. (Allah değilim ki, sizin bu dediklerinizi yapayım. Allah ortak edinmekten çok yücedir.)”
94- Hidayet mesajı insanlara geldiği zaman, “Allah insanlardan elçi mi gönderir?” demelerinden başka hiçbir şey, onların inanmalarına engel olmadı.
95- De ki: “Eğer yeryüzünde yerleşmiş, dolaşan melekler olsaydı, gökten onlara elçi bir melek gönderirdik.”
96- De ki: “Benim ile sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarını çok iyi gören ve onlardan çok iyi haberdar olandır.”
97- Allah kime yol gösterirse, işte doğru yolda olan O’dur. Kimi de saptırırsa, Allah’a karşı ona sahip çıkacak hiç kimseyi bulamazsın. Biz, kıyamet günü onları yüzükoyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak toplayacağız. Onların sığınakları Cehennemdir. Sönmeye yüz tuttukça, ateşini arttırırız.
98- Bu, onlar için (hak olan) bir cezadır. Çünkü onlar ayetlerimizi inkâr ettiler. Ve: “Biz kemikler ve toz toprak olduğumuz zaman mı yeni bir şekilde dirileceğiz?” dediler. (Yani, Allah’ı ve ahireti inkâr ettiler.)
99- Görmediler mi? Gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini de yaratmaya kadirdir. Ve hiç şüphe götürmeyen bir eceli, onlar için takdir etmiştir. Fakat zalimler, inkârdan başka hiçbir şeyi kabul etmediler.
100- De ki: “Eğer Rabbimin rahmetinin hazinelerine siz sahip olsaydınız, harcanır (tükenir) korkusuyla yine de cimrice davranacaktınız. Çünkü insanoğlunun eli pek sıkıdır.
101- Andolsun! Biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik. Onlara gittiği zaman, İsrailoğullarını onlardan istedi.(*) Firavun ona: “Ey Musa! Ben seni büyülenmiş bir adam olarak görüyorum” dedi.
(*) Celaleyn.
102- Musa: “Andolsun! Sen bunları açık ayet ve mucizeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini biliyorsun! Ben de seni helakette görüyorum,” dedi.
103- Firavun onları memleketten söküp atmak istedi. Biz ise, onu ve onunla beraber olanları, hepsini suda boğduk.
104- Ondan sonra İsrailoğullarına: “Yeryüzüne yerleşin, ikinci vaadimiz gelince, hepinizi bir yerde toplarız” dedik.(*)
(*) Bu surede, Yahudilerin iki kere bozgunculuk yapacaklarına, iki kere üstünlük sağlayacaklarına, yeryüzünde sürgünlere maruz kalacaklarına, nihayet hepsinin bir yerde toplanacaklarına işaret vardır.
105- Biz bu Kur’anı hak ve hakikat ile dolu olarak indirdik. (İçinde hiçbir yanlış şey yoktur.) Ve hak bir şekilde indi. (Hiçbir şeytanî sorun içine karışmadı.) Seni de ancak uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderdik. (Hakikatleri korumaktan ancak Biz sorumluyuz.)
106- Kur’anı insanlara ağır ağır okuman için, onu bölümlere ayırdık ve (ihtiyaca göre) onu parça parça olarak indirdik.(*)
(*) Vahiy, gökte yazılmış bir kitap olarak gelmez. Vahiyde acelecilik olmaz. O, ihtiyaca göre, evrendeki doğal dağılıma benzer bir şekilde peygamberlerin kalbine iner.
107- De ki: “İster inanın, ister inanmayın, ondan önce kendilerine ilim verilenlere bu Kur’an okunduğu zaman, derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”
108- Ve: “Rabbimizi acizlikten, kusurlardan tenzih ederiz. Onun verdiği söz, mutlaka gerçekleşir.” derler. (Allah’ın sözünde durmaması, -hâşâ- onun acizliğini ve kusurlu olduğunu gerektirir ki; O, böyle bir şeyden çok münezzehtir.)
109- Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Kur’an okumak, onlarda huşu ve huzur arttırır.
110- De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman. Hangisiyle dua ederseniz, işte bütün güzel isimler O’nundur. Namazında okuduklarını tam sesli okuma, tam sessiz de kalma. İkisinin arasında bir yol tut.”
111- Ve: “Bütün hamd ve nimetler, O Allah’a mahsustur ki hiç evlat edinmemiştir. Onun idaresinde hiç ortağı olmamıştır ve ihtiyaçtan dolayı hiçbir dost edinmemiştir” de. Ve O’nun büyüklüğünü, yüceliğini ilan et.

18- Kehf Suresi
Mekke’de nazil olmuştur. 110 ayettir.
Bismillahirrahmanirrahim
1,4- (Kâfirlere) kendi katından gelecek çetin bir azabı haber vermek ve iyi işler yapan inananlara, içinde ebedî kalacakları güzel bir mükâfat (Cennet) müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için kulu (Muhammed’e) doğru ve düzgün bir Kitab’ı indirip onda hiçbir eğrilik oluşturmayan Allah’a hamdolsun.
5- “Allah evlat edindi” diyenlerin ne kendilerinin ne de ecdatlarının bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan, (vebali ağır) ne büyük bir sözdür! Onlar, ancak yalan söylüyorlar.
6- Nerede ise, bu mesaja inanmadılar diye, onlara üzülerek ve peşlerine düşerek kendini helak edecektin.
7- (Hâlbuki) yerin üstündeki her şeyi, ona bir süs yaptık. Ki hangisinin amelce daya iyi olduğunu ortaya çıkaralım.
8- Sonra Biz, o yeryüzünü dümdüz ve kupkuru kılacağız.
[Bu yeryüzünde her sene binlerce kıyamet ve haşir örnekleri gerçekleşiyor. Bu yeryüzünde binlerce garip, İlahî ayetler vardır.]
9- Yoksa (sadece) Ashab-ı Kehf ve Rakim’in(*), ayetlerimizden acayip bir ayet olduğunu mu sandın?
(*) Kehf, mağara demektir. Ashab-ı Kehf, mağara arkadaşları demektir. Rakim, onların isim ve sayılarının yazılı olduğu kitabedir. (Celaleyn, Muhtarus-Sıhah.)
10- Bir vakit, bir grup genç mağaraya sığındılar. “Ey Rabbimiz! Kendi katından bize bir rahmet ver. Ve bize, doğru karar aldırarak durumumuzu ıslah et,” dediler.
11- Biz, sayıları belli yıllarca onları mağarada uykuya vurduk.
12- Sonra onları dirilttik ki; hangi grubun, onların kaldığı müddeti daha iyi kaydettiğini görelim. (Onlarca belli olsun.)
13- Biz onların haberini doğru bir şekilde sana anlatıyoruz. Onlar, sahipleri olan Allah’a inanan, hidayetlerini arttırdığımız bir grup gençlerdi.
14- Biz onların kalplerini sağlamlaştırdık. Kalktılar, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başka hiçbir şeye ibadet etmeyeceğiz. İşte o zaman (O’na eş koşarsak,) çok zulümlü, haksız bir söz söylemiş oluruz.”
15- “İşte bu kavmimiz, O’ndan başka ilahlar edindiler. Neden o ilahları için apaçık güçlü bir delil getirmiyorlar. Artık Allah’a yalan yere iftira edenden daha zalim kim olabilir?” dediler.

16- (Ve biri dedi ki:) “Siz o milletten ve Allah’tan başka ibadet ettikleri şeylerden ayrıldığınız için, şu mağaraya sığının. (Sığınmanız lazım.) Sahibiniz olan Allah, size rahmetini yayar ve işinizden faydalı bir durum sonuçlandırır.
17- Güneş doğduğu zaman, sağ taraflarından, mağaralarını sıyırarak geçer. Battığı zaman da sollarını sıyırarak (ışık değmeden) batar.(*) Onlar o mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bunlar, Allah’ın belgelerindendir. Allah kime yol gösterirse, o doğru yolu bulmuş demektir. Kimi de saptırırsa, artık sen ona doğru yol gösterici bir sahip bulamazsın.
(*) Demek onlar kuzeye bakan bir mağara içinde idiler.
18- Onları uyanık ve ayık sanırdın, hâlbuki onlar uyumuşlardı. Ve Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de kapının girişinde kollarını uzatıp durmuş idi. Eğer onların yanına varsaydın, dönüp kaçardın ve kalbin onlardan korku ile dolardı.
19- İşte böylece onları dirilttik ki, aralarında birbirlerine sorsunlar. Onlardan biri: “Ne kadar kaldınız?” diye sordu. Onlardan bir kısmı: “Bir gün veya yarım gün” dediler. Diğer bir kısmı: “Sahibiniz olan Allah sizin ne kadar kaldığınızı çok daha iyi bilir. İşte birinizi bu paranızla şehre gönderin. Bakınsın, kimin yemeği daha temiz ise, ondan size bir yiyecek getirsin. Nazik davransın, kimseyi farkına vardırmasın.”
20- “Çünkü onlar, eğer sizi görüp yakalarlarsa ya sizi recm ederler veya sizi milletlerine gerisin geriye katarlar. İşte o zaman asla felah bulamazsınız.” dediler.
21- Ve (o millet, “Ahiret var mıdır, yok mudur” diye) tartışırlarken, onları dirilttiğimiz gibi, o milleti onlardan haberdar ettik. Ki: “Allah’ın vaadinin hak olduğunu, kıyamette hiç şüphe olmadığını bilsinler. Bir grup: “Bunların üstüne bir bina yapın, (öyle bırakın.) Rableri onların durumunun ne olduğunu daha iyi bilir” dediler. İşe (duruma) hâkim olanlar: “Biz onların üstünde bir mescid yapacağız” dediler.
22- “Onlar üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler. Ve gayba taş atarak: “Beştirler, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Ve “Yedidirler, sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayısını çok daha iyi bilir. Çok az insan, onların gerçek sayılarını bilir. Zahiri bir tartışmadan başka onlarla ilgili hiç tartışma ve onlar hakkında hiç kimseden de bir bilgi sorma!
23- Ve sakın sakın, “Yarın bu işi kesinkes yaparım,” deme!
24- “Eğer Allah dilerse…” de. Unuttuğun zaman, Rabbini an ve: “Yakında Rabbim, bana bundan daha doğru bir haber verecektir,” de!
25- Ve (diyorlar:) “Mağaralarında üç yüz artık dokuz sene kaldılar.”
26- De ki: “Allah, onların ne kadar kaldıklarını çok daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizlilikleri, O’nun bilgisindedir. O ne kadar iyi görür, ne kadar iyi işitir! O’ndan başka hiçbir sahipleri yoktur. Ve O, hüküm ve yargısına kimseyi ortak etmez.”
27- Ve Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. Allah’ın yasaları için hiçbir değişiklik olmaz. O’ndan başka dayanılacak bir yer de bulamazsın.
28- Kendini, sabah-akşam, Rabbinin rızasını isteyerek Rablerine dua edip yalvaranlarla beraber tut. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan ayırma. İşi boş, isabetsiz, azgınlık olan, heva ve hevesinin peşinde koşan, kalbini zikrimizden gafil bıraktığımız kişiye sakın sakın uyma!
29- Ve de ki: “Hak ve doğru olan, Rabbinizden gelen bilgidir. Artık isteyen inansın, isteyen inkâr etsin. Çünkü Biz, zalimler için, sınırları kendilerini kuşatan bir ateş hazırladık. Yardım dileyecek olurlarsa, yüzleri kızartan, maden eriği gibi bir su ile imdatlarına gidilir. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir ortamdır o!
30- İman edip salih ameller işleyenlere gelince, şüphesiz Biz, öyle güzel işler yapanların ücretini zayi etmeyiz.
31- İşte bunlar için, altlarında nehirler akan, ebedî ikamet cennetleri vardır. Altın bileziklerle bezenirler, ince ve kalın dibadan elbiseler giyinirler. Orada koltuklara yaslanırlar. İşte en güzel mükâfat budur. Ve en güzel ortam da budur.
32- Onlara iki adamın misalini ver ki; birisine iki üzüm bağını nasip ettik. O iki bağın etraflarını hurma ağaçları ile kuşattık. Aralarında da ekin ekilecek bir saha kıldık.
33- İşte bu iki bağ, hiçbir şey eksiltmeden meyvelerini verdiler. Biz de ikisinin arasında bir nehir fışkırttık.
34- O bahçeler sahibinin bol malı vardı. Arkadaşına gösteriş yaparak ona dedi ki: “Ben servetçe, senden daha zenginim. Ve insan sayısınca da, senden daha güçlü ve şerefliyim.”
35- Ve kendine zulmettiği bir halde, bahçesine girdi. “Bu bağın asla helak bulacağını sanmam” dedi.
36- “Kıyametin kopacağını da sanmam; şayet Rabbimin huzuruna götürülsem de bundan daha iyi bir yer kaparım” dedi.
37- Arkadaşı, onu cevaplayarak ona dedi ki: “Seni topraktan meni haline (getirip,) ondan düzgün bir adam olarak yaratanı mı inkâr ediyorsun? (Nankörlük ediyorsun?)
38- Fakat ben: “Beni yaratan, sahibim olan Allah’tır” (diyor) ve hiçbir kimseyi O’na ortak koşmuyorum.
39- Bağına girdiğinde, neden “Maşaallah! Bütün kuvvet, yalnızca Allah’ındır,” demedin! Eğer beni mal ve evlat yönünden daha küçük görüyorsan:
40- İşte pek yakında Rabbim, senin bağından daha yararlı bir bağ bana nasip edecektir, seninkine de gökten bir ateş indirecek, o bağ kupkuru kaygan bir zemin olacaktır.
41- Veya o bağın suyu dibe çekilir de, onu arayıp bulamazsın.”
42- (Belalar) her taraftan (öbürünün) malını kuşattı. Çardaklarıyla beraber yerle bir olmuş o bağın karşısına geçip, yaptığı masraflara üzülerek ellerini ovuşturup: “Keşke, Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” demeye başladı.
43- Allah’a karşı, ona yardım edecek kimse olmadığı gibi, kendi kendine de yardımı dokunamadı.
44- İşte böyle bir durumda gerçekten sahip çıkmak, Hak olan Allah’a mahsustur. O, mükâfatlandırmak ve sonuçlandırmak açısından çok daha yararlıdır.
45- Onlara dünya hayatının örneğini söyle: “O, gökten indirdiğimiz bir su ile birbirine giren yeryüzündeki bitkilere benzer. Ki yeşillik ve gelişmişlikten sonra rüzgârların savurduğu çerçöpe dönüşür. Şüphesiz Allah her şeye muktedirdir. (Sizi de böylece öldürüp sonra haşir baharında diriltecektir.)
46- Mal ve evlatlar, dünya hayatının süsüdürler. Ebedî kalacak faydalı işler ise, en iyi şekilde mükâfatlandırılacak ve en iyi arzular onlardır.
47- Dağları yürüttüğümüz, yeryüzünü çırılçıplak gördüğün ve onları mahşerde topladığımız gün, hiçbirini (toprak içinde) bırakmakla mağdur etmeyeceğiz.
48- O gün sıra sıra olarak Rabbine sunulacaklardır. Rableri onlara: “İşte ilk sefer sizi yarattığımız gibi, yine Biz’e geldiniz. Hâlbuki size hiçbir randevo vermediğimizi sanmıştınız” der.
49- Ve o gün kitap ortaya konulur, suçluların içinde oldukları ortamdan korktuklarını görürsün. “Ne oluyor bu kitaba! Küçük büyük, kapsamadığı hiçbir şey bırakmıyor” derler. Ve yaptıklarını önlerinde hazır bulurlar. Ve Rabbin hiç kimseye asla zulmetmez.
50- Hatırla ki, melekler için “Âdeme secde edin!” dedik. İblis hariç, hepsi secde ettiler. O cinlerden idi. Rabbinin emrinin dışına çıktı. Onlar size düşman oldukları halde onu ve zürriyetini, Benim yerime kendinize dostlar mı edinirsiniz? Zalimler için ne kötü bir değiştirme!
51- Onları, ne göklerin ve yerin yaratılmalarına ne de kendi yaratılmalarına şahit tutmadım. Saptırıcı olanları da kendime destek edinmedim.
52- Allah’ın onlara: “İddia ettiğiniz ortaklarımı çağırın!” diye seslendiği gün, onlar şeriklerini çağırırlar. Fakat o şerikler, onlara cevap vermezler. Ve aralarına, birbirlerini helak edecek bir düşmanlık koyarız.
53- Ve mücrimler, ateşi görürler, oraya gireceklerini anlarlar. Kaçacakları, kurtulacakları bir yer de bulamazlar.
54- Biz bu Kur’anda, insanlar için her misali tekrar tekrar anlattık. Fakat en çok direnen, mücadele eden insanoğludur.
55- Kendilerine hak ve hidayet geldiğinde, insanları iman etmekten, Rablerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan tek şey, evvelkilerin başına gelen helak olma yasasını yahut çeşit çeşit azabın açıkça başlarına gelmesini beklemeleridir.
56- Biz peygamberleri, ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. O kâfirler ise, boş ve yanlış bir ideoloji ile hakkı ezmeye çalışıyorlar. Ayetlerimizi ve korkutuldukları azabı alaya alıyorlar.

57- Rabbinin ayetleri kendisine bildirildikten sonra onlardan yüz çevirip, öz yaptıklarını unutandan daha zalim kim olabilir? Biz o mesajları anlamasınlar diye kalplerine kılıflar, kulaklarına ağırlıklar koyduk. Artık sen onları doğru yola çağırsan da, onlar o halleriyle asla ve asla doğru yolu bulamazlar.
58- Fakat Rabbim çok bağışlayan ve rahmet sahibidir. Eğer yaptıklarından dolayı onları yakalasaydı, hemen aceleden onlara azap verirdi. Fakat onlara vaadedilen bir zaman vardır; ondan bir kurtuluş da bulamayacaklardır.
59- İşte bu şehirler ki, zulmettikleri zaman onları helak ettik. Biz onların helak olacakları yer ve zamanı tayin etmiş idik.
60- Bir vakit Musa, hizmetçisine dedi ki: “İki denizin birleştiği yere varmadan veya yıllarca dolaşmadan, durup dinlenmeyeceğim.
61- İki denizin birleştiği yere vardıkları zaman, balıklarını unuttular. Balık deniz içinde yol alıp gitti.
62- (İki denizin birleştiği yeri) geçtiklerinde, Musa hizmetçisine: “Yemeğimizi getir. Andolsun! Bu seferimizde ağır bir yorgunluk çektik.” dedi.
63- Hizmetçi: “Gördün mü? Kayaya sığındığımız zaman, işte ben balığı unuttum. Onu bana yalnızca şeytan unutturdu. Balık da acayip bir şekilde denizde yol alıp gitti” dedi.
64- Musa: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Ve izlerini takip ederek geri döndüler.
65- Kendi katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve kendimizden ilim öğrettiğimiz, ibadımızdan bir abdi (kulu) buldular.
66- Musa ona: “Doğru olarak öğretildiklerini bana da öğretmek üzere sana tabi olayım mı?” dedi.
67- O abd: “Sen, benimle beraber kalmaya, sabretmeye dayanmazsın” dedi.
68- “Bilgisini elde edemediğin bir şeye karşı nasıl sabredeceksin?” dedi.
69- Musa: “Allah dilerse, beni sabreden olarak bulacaksın ve hiçbir işte sana isyan etmeyeceğim” dedi.
70- O abd: “Eğer bana tabi olacaksan, ben sana hakkında bilgi anlatmadan, hiçbir şeyi benden sorma!” dedi.
71- Ve ikisi çıktılar. Nihayet bir gemiye bindiklerinde, o abd gemiyi deldi. Musa: “İçindekileri batırmak için mi deldin? Andolsun! Sen korkunç bir iş yaptın” dedi.
72- Abd: “Ben demedim mi, benimle beraber kalmaya sabredemezsin!” dedi.
73- Musa: “Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma. Fakat beni fazlasıyla zora koşturma!”
74- Ve yine ikisi çıktılar. Nihayet bir gence rastladıklarında, abd o genci öldürdü. Musa: “Sapasağlam temiz bir şahsı haksız yere mi öldürdün, ha?! Andolsun, sen çok iğrenç bir iş yaptın” dedi.
75- Abd: “Ben demedim mi, bana sabretmeye dayanamazsın!...” dedi.
76- Musa: “Eğer bundan sonra bir daha sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık yapma! Şüphesiz benden yana bir mazereti elde etmiş oluyorsun” dedi.
77- Ve yine ikisi çıktılar. Nihayet bir şehre geldiler. Ahalisinden yemek istediler. Ahali, onları misafir etmekten kaçındı. Orada yıkılmak üzere bir duvar buldular. Abd, onu düzeltti. Musa: “İsteseydin bu yaptığına bir ücret alırdın” dedi.
78- Abd: “İşte bu, ikimizin arasındaki ayrılış(ın işaret ve sebebi)tır. Ben, sabredemediğin şeylerin yorumunu sana söyleyeceğim” dedi.
79- Amma o gemi ise, denizde çalışan bazı yoksulların idi. Ben onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü peşlerinde bütün (sağlam) gemileri gasp edip alan bir sultan vardı.
80- Amma o genç ise, onun ana-babası imanlı idiler. Ana-babasını azgınlık ve küfre boğacağından ürktük.
81- İstedik ki; Rableri onlara, onun yerine daha sağlam ve daha şefkatli birisini versin.
82- Amma o duvar ise, şehirde olan iki yetim gencin idi. O duvarın altında da onların olan bir hazine vardı. Babaları da salih bir insan idi. Rabbin kendisinden bir rahmet olarak istedi ki; onlar ergenlik ve rüşd yaşlarına erişsinler, hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu, kendimden yapmadım. İşte, sabretmesine dayanamadığın şeylerin tevil ve yorumu budur.
83- Ve sana Zül-Karneyn’i soruyorlar. De ki: “Ondan size mesaj yüklü bilgiler okuyacağım.”
84- Biz onu yeryüzünde iktidar sahibi yaptık. Ve her şeyi ona, araç ve gereç olarak verdik.
85- O da bir sebep ve aracın ardına (bir yola) düştü.
86- Nihayet güneşin battığı yere ulaştıklarında, güneşin sıcak, çamurlu bir çeşmenin içinde battığını gördü. Ve orada bir toplum ile karşılaştı. Biz ona: “Ey Zül-Karneyn! Ya bunları azaplandıracaksın veya aralarında bir güzellik tutturacaksın” dedik.
87- Zül-Karneyn: “Kim zulmederse, biz onu azaplandıracağız. Sonra Rabbinin huzuruna vardığında, O da onu ağır bir şekilde azaplandıracaktır.”
88- Kim de iman edip iyi işler yaparsa, ona güzel bir mükâfat vardır. Ve işlerimizden de ona kolay şeyleri buyuracağız” dedi.
89- Sonra yine bir sebebin ardına düşüp gitti. (Yeni bir yola girdi.)
90- Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında, kendilerine güneşe karşı hiçbir örtü kılmadığımız bir toplumun üzerine güneşin doğduğunu gördü.
[Vahşi ve güneşe karşı giyim-kuşam bilmeyen bir kavim kastedilmektedir.]
91- İşte onu böylece yürüttük. Yanında ne var ne yok, hepsini biliyorduk.
92- Sonra yine bir sebebin ardına düştü.
93- Nihayet iki dağın arasına vardığında, onların önünde bir toplum buldu. Nerede ise hiçbir söz anlamayacaklardı.
[Çinlilerin dili değişik olduğu için anlaşma zor sağlanmıştır.]
Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin