Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə33/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   54

Çığlık atmaya başlayınca George koca eliyle ağzını kapattı. "Kes şunu!" diye hırladı ortağına. "Kahrolası bir caddedeyiz, unuttun mu?"

Callahan gözlerini neredeyse kör eden acıyla kıvranmasına rağmen bir gerçeğin farkına vardı. Patron olan Hitler Kardeş Lennie değil, George'du. Zeki olan Hitler Kardeş George'du. Steinbeck'in tasarlayabileceği türde bir durum olmadığı muhakkaktı.

Sağ taraflarından aniden bir mırıltı yükseldi. Callahan önce çınlamalar olduğunu düşündü, ama bu mırıltı çok tatlıydı. Aynı zamanda çok da güçlü, "fmltıyı George ve Lennie de duydu. Ve duydukları hiç hoşlarına gitmedi.

"Bu da ne?" diye sordu Lennie. "Bir şey duydun mu?" "Bilmiyorum. Haydi herifi yerimize götürelim. Ellerini adamın apış ara-sından çek. Daha sonra toplarını istediğin kadar çekiştirebilirsin. Şimdi bana yardım et."

İki yanına geçtiler ve Callahan İkinci Cadde'den yukarı doğru sürükle-nircesine ilerlemeye başladı. Yüksek tahta perde sağ taraflarında kalıyordu. O tatlı, güçlü mırıltı çitin arkasından geliyordu. Çitin arkasına geçebilsey-dim kurtulurdum, diye düşündü Callahan. Orada bir şey var. İyi ve çok güçlü bir şey. Ona yaklaşmaya cesaret edemezler.

Belki öyleydi ama hayaları Mors alfabesiyle kendilerine özgü mesajlar vererek deli gibi zonklayıp şişmiyor olsa bile üç metre yükseklikle bir çitin üzerinden atlayabileceğinden şüpheliydi. Başını öne eğdi ve yarı sindirilmiş yemekleri gömleğiyle pantolonunun önüne kustu. İdrar gibi sıcak kusmuğun giysilerine işleyip tenine değdiğini hissedebiliyordu.

İki genç çift, onlara doğru ilerliyordu. Genç adamlar oldukça iri yarıydı. Kafa kafaya verdikleri takdirde Lennie'yi paspas yapıp George'u kaçırabilecek tiplere benziyorlardı, ama o an yüzlerinde tiksinti dolu ifadeler vardı. Kız arkadaşlarını Callahan'dan mümkün olduğunca çabuk uzaklaştırmak istedikleri anlaşılıyordu.

"İçkiyi biraz fazla kaçırdı da," dedi George yüzünde bir gülümsemeyle. "Sonra bu ufak kaza oluverdi işte. Ara sıra hepimizin başına gelebilir."

Bunlar Hitler Kardeşler! diye bağırmaya çalıştı Callahan. Bu adamlar Hitler Kardeşler! Arkadaşımı öldürdüler, şimdi de beni öldürecekler! Polis çağırın! Elbette sesi çıkmadı (böyle kâbuslarda insanın sesi asla çıkmazdı) ve genç çiftler yanlarından uzaklaştı. Lennie ve George, Callahan'ı aralarında sürükleyerek Kırk Altı ve Kırk Yedinci sokaklar arasındaki blok boyunca ilerlemeyi sürdürdü. Callahan'ın ayakları beton zemine neredeyse değmiyordu. Chew Chew Mama's'ta yediği hamburgerden geri kalanlar gömleğinin önünü kaplamıştı. İçine koyduğu hardalın kokusunu bile alabiliyordu.

"Eline bakayım," dedi George bir sonraki araya yaklaşırlarken. Lennie, Callahan 'in sol elini yakaladı. "Hayır salak, öbür eli," dedi George.

Lennie, Callahan'ın sağ elini tutup kaldırdı. Callahan istese de ona engel olacak durumda değildi. Karnı sıcak, ıslak betonla dolu gibiydi. Midesiy-se boğazının hemen gerisinde ürkmüş bir hayvan gibi titriyordu.

George, Callahan'ın elindeki yanık izine baktı ve başını salladı. "Evet, bu o. Emin olmaktan bir zarar gelmez. Haydi gidelim, rahip."

Kırk Yedinci Sokak'a vardılar. Caddenin en işlek bölümü geride kalmıştı. Sol taraftaki tepenin altından parlak ışıklar yayılıyordu: Home. Köşede durup omuzları çökmüş halde Program 'ı konuşarak sigara içen birkaç kişinin siluetini bile görebildi. Belki aralarında tanıdıklarım bile vardır, diye düşündü Callahan kafası karışmış bir halde. Kahretsin, muhtemelen var.

Ama o kadar uzağa gitmediler. Blokun dörtte birlik bölümünü geride bırakmışlardı ki George, Callahan'ı kâğıtlarla kaplanmış camları üzerinde SATILIK VEYA KİRALIK yazan boş bir dükkânın eşiğine doğru çekti. Lennie yavaş hareket eden iki ineğin etrafında heyecanla koşturan bir köpek gibi etraflarında dönüyordu.

"Seni becereceğiz, zenci sever köpek," diyordu şarkı söylercesine. "Senin gibi binlercesini becerdik. İşimiz bitene kadar daha milyonlarcasının icabına bakacağız. Ne kadar iri olursa olsun bir zenciyi halledebiliriz. Yazdığım şarkıda böyle bir satır var. Şarkının adı,'Bütün Zenci Severlere Ölüm.' Bittiğinde şarkımı Merle Haggard'a göndereceğim çünkü o en iyileri. Tüm o hippilere çömelip kendi şapkalarının içine sıçmalarını söyleyen o. Bir Mustang 380'im ve Hermann Goering'in Luger'ı var, ne olduğunu biliyor musun, zenci âşığı?"

"Kapa çeneni, kuş beyinli," dedi George, ama aklının elindeki anahtarla dolu halkada olduğu belliydi. Boş dükkânın anahtarını arıyordu. Lennie, onun için bir oto tamirhanesinde, bir mutfakta veya bir hazır yemek restoranında sürekli çalan radyo gibi, diye düşündü Callahan. Artık onu duymuyor bile. Sadece arka plandaki seslerin bir parçası haline gelmiş.

"Tamam, Nort," dedi Lennie ve lafına kaldığı yerden devam etti. "Lanet Goering'in kahrolası Luger'ı, evet öyle. Onunla sıçtığım toplannı havaya uçurabilirim, çünkü senin gibi zenci âşıklarının bu ülkeye neler yaptığını bili. yoruz, değil mi, Nort?"

"Sana isim kullanmamanı söylemiştim," dedi George/Nort ama sesinde aldırmaz bir ton vardı. Callahan sebebini biliyordu; işler bu ikisinin planladığı gibi giderse asla polise isim verebilecek durumda olmayacaktı. George/Nort, onun için rahattı.

"Bağışla Nort, ama siz zenci âşıkları, siz akıllı Yahudi pislikleri bu ülkeyi mahvediyorsunuz. Ben o lanet olası toplarını hayalarından koparırken bunu iyi düşün, tamam mı..."

"Toplarla hayalar aynı şey, aptal," dedi George/Nort bir öğretmen edasıyla. "İşte! Buldum."

Kapı açıldı. George/Nort, Callahan'ı içeri itti. Gölgeler içindeki tozlu dükkân oldukça ufaktı. İçerisi çamaşır suyu, sabun ve kola kokuyordu. İki duvardan kalın kablolar ve borular çıkıyordu. Callahan madeni parayla çalışan çamaşır makinelerinin bir zamanlar durduğu yerlerde boyaların daha açık renk olduğunu görebiliyordu. Yerde, loş ışıkta güçlükle seçebildiği bir yazı vardı: KAPLUMBAĞA KOYU ÇAMAŞİRHANESİ, YİKAYAN siz DE OLSANİZ

BİZ DE, ÇAMAŞIRLARINIZ TEMİZLİKTE HEP ÖNDE!

Bir temizliğe niyetlendikleri kesin, diye düşündü Callahan. Arkasını döndüğünde George/Nort'un üzerine bir tabanca doğrulttuğunu gördü ve pek şaşırmadı. Hermann Goering'in Luger'ı değildi. Şehrin üst kısmında bir bardan altmış dolara-alınabilecek ucuz bir .32'liğe benziyordu. Ah, ama iş göreceğine şüphe yoktu. George/Nort gözlerini Callahan'dan ayırmadan bel çantasının fermuvarını açtı (bunu daha önce de yapmıştı, her ikisi de bu işlere uzun zaman önce bulaşmış eski kurtlardı) ve bir koli bandı çıkardı. Callahan, Lupe'un bir keresinde koli bandı olmasa Amerika'nın bir hafta içinde çökeceğini söylediğini hatırladı. "Gizli silah," diyordu ona. George/Nort, bandı Lennie'ye uzattı. Bandı alan Lennie, aynı böceksi süratle Callahan'a yaklaştı.

"Ellerini arkanda birleştir, zenci âşığı," dedi Lennie.

Callahan söyleneni yapmadı.

George/Nort tabancayı suratına doğru salladı. "Söyleneni, yap yoksa kamına kurşunu yersin, rahip. Daha önce öyle bir acı duymamışsındır. Seni temin ederim."

Callahan ellerini arkasına götürdü. Başka seçeneği yoktu. Lennie bir ok gibi arkasına geçti.

"Ellerini birleştir, zenci âşığı bok herif," dedi Lennie. "Nasılyapıldığını bilmiyor musun? Filmlerde hiç görmedin mi?" Deli gibi güldü.

Callahan bileklerini üst üste koydu. Lennie bandın ucunu çekerken çıtırtıya benzer bir ses duyuldu ve sonra bandı bileklerinin etrafına sıkıca doladı. Callahan derin nefesler almaya çalışıyordu. Burnuna toz, çamaşır suyu ve yumuşatıcının rahatlatıcı, neredeyse çocukça kokusu geliyordu.

"Sizi kim tuttu?" diye sordu George/Nort'a. "Sığ adamlar mıydı?"

George/Nort cevap vermedi ama Callahan, adamın gözlerinde bir şeyin parlayıp söndüğünü görür gibi olmuştu. Dışarıda trafiğin tüm yoğunluğuyla ilerlediğini duyabiliyorlardı. Birkaç yaya, eski çamaşırhanenin önünden geçip gitti. Hay kırsa ne olurdu? Eh, bunun cevabını biliyordu galiba, değil mi?

"Gözleri kırmızı mıydı, Nort?"

Nort'ın gözleri yine bir anlığına ışıldadı ama tabancanın namlusu, Cal-lahan'ın üzerinden ayrılmadı.

"Büyük, lüks arabalar mı kullanıyorlardı? Kullanıyorlardı, değil mi? Pekişence senin ve şu kuş beyinlinin hayatının değeri onlar için..."

Lennie yine hayalarını yakaladı. Sıkıyor, büküyor, çekiştiriyordu. Callahan bir çığlık attı ve dünya grileşti. Bacaklarında güç kalmadı ve dizleri büküldü.

"Ve yere DÜŞTÜ!" diye neşeyle bağırdı Lennie. "MUHAMKOCA-KAFA ALİ YERE DÜŞTÜ! BÜYÜK BEYAZ SAVAŞÇI KAHROLASI ZENCİ KÖPEĞİN İŞİNİ BİTİRDİ! GÖZLERİME İNANAMIYORUM!" Bir Howard Cosell taklidiydi ve o kadar iyiydi ki tüm acısına rağmen Callahan'ın içinden gülmek geldi. Bandın ucunun tekrar çekildiğim duydu ve bu kez ayak bilekleri sıkıca yapıştırıldı.

George/Nort köşeden bir sırt çantası alıp getirdi. Açıp içinde bir süre arandıktan sonra bir Polaroid fotoğraf makinesi çıkardı. Callahan'ın üzeri-ne eğildi ve dünya aniden göz kamaştırıcı bir şekilde aydınlandı. Callahan gözleri ani değişime ayak uydurmaya çalışırken önlerinde oynaşan mavi bir topun gerisindeki hayaletimsi şekillerden başka hiçbir şey göremez oldu. Şekillerin arasından George/Nort'un sesi geldi.

"Daha sonra hatırlat da bir tane daha çekeyim. İkisini de istediler." "Tamam, Nört, tamam!" Ufak tefek olan, duyduğu heyecan yüzünden kudurmuş gibiydi. Onu duyan Callahan canının asıl şimdi yanmaya başlayacağını anladı. Bob Dylan'ın "A Hard Rain's A-Gonna Fall" şarkısını hatırladı ve çok uygun, diye düşündü. 'Someone Saved My Life Tonight'tan daha iyi olduğu muhakkak.

Etrafını bir anda bir sarımsak ve domates kokusu bulutu kapladı. Biri yemekte İtalyan yemeği yemiş olmalıydı. Muhtemelen o hastanede tokatlandığı sıralarda. Hayaletimsi şekillerden biri yaklaştı. İriyarı olandı. "Bizi kimin tuttuğu seni ilgilendirmez," dedi George/Nort. "Evet, bizi tuttular ve seni ilgilendiren kısım şu: sen de o Magruder denen herif gibi bir zenci aşığısın ve sonun da tıpkı onun gibi olacak, rahip. Hitler Kardeşler işini bitirecek. Çoğunlukla ideallerimiz için eylem yaparız, ama ara sıra her iyi Amerikalı gibi para karşılığı çalışmaya hayır demeyiz." Duraksadı ve ardından o inanılması zor saçmalık geldi. "Queens'de çok popüleriz, biliyorsundur."

"Bok canınıza," dedi Callahan ve yüzünün sağ tarafında korkunç bir acı hissetti. Lennie, onu çelik burunlu çizmeleriyle tekmelemiş ve daha sonra anlaşılacağı üzere çene kemiğinin dört ayrı yerden kırılmasına sebep olmuştu.

"Aman ne güzel bir konuşma tarzı," dedi Lennie Tann'nın kesinlikle ölmüş ve yağmalanmış cennetinde yatıyor olduğu çılgın bir evrenden. "Bir rahibe hiç yakışıyor mu?" Sonra sesi yükselip şımarık bir çocuğunki gibi tizleş-li "İzin ver, Nort! Bırak yapayım! Ben yapmak istiyorum!"

"Olmaz," dedi George/Nort. "Alınlara gamalı haçları ben kazıyacağım. Sen beceremiyorsun. Ellerine sen yaparsın, tamam mı?"

"Ama elleri bağlı!Ayrıca o iğrenç şeye bulaşmış..."

"Öldürdükten sonra," dedi George/Nort korkunç bir sabırla. "Öldükten sonra ellerini çözeriz ve sen de..."

"Nort, lütfen! O beğendiğin şeyi yaparım. Hem dinle bak ne diyeceğim!" Lennie'nin sesi muhteşem bir şey keşfetmiş gibi heyecanlıydı. "Ne ya-panz, biliyor musun? Ben düzgün yapamazsam hemen bırakırım ve geri kalanı sen tamamlarsın! Lütfen, Nort? Olmaz mı?"

"Şey..." Callahan daha önce bu ses tonunu da duymuştu. Geri zekâlı çocuğunun isteğini kıramayan hoşgörülü babanın ses tonuydu. "Pekâlâ."

Görüşü netleşiyordu. Ama netleşmemesini dilerdi. Lennie'nin sırt çantasından bir el feneri çıkardığını gördü. George bel çantasından bir ustura çıkarmıştı. Ellerindeki aletleri değiştiler. George el fenerini Callahan'ın süratle şişmekte olan yüzüne çevirdi. Callahan yüzünü buruşturarak gözlerini kıstı. Bu arada Lennie'nin ince, fakat hızlı elleriyle usturanın katlanmış bıçağını açtığını hayal meyal görebilmişti.

"Bu çok iyi olacak!" diye bağırdı Lennie. Heyecandan yerinde duramı-yordu. "Hem de çok iyi olacak!"

"Elineyüzüne bulaştırma sakın," dedi George.

Bu bir film olsaydı, süvariler tam bu sırada içeri girerdi, diye düşündü Callahan. Veya polisler. Ya da H. G. Wells'in zaman makinesi içinde kahrolası Sherlock Holmes.

Ama Lennie önünde diz çökmüştü bile. Bacaklarının arasındaki kaba-nklık iyice belirginleşmişti. Süvariler gelmedi. Lennie elinde usturayla Callahan'ın üzerine eğildi. Polisler gelmedi. Lennie'den sarımsak ve domates değil ter ve sigara kokuları yayılıyordu.

"Bir dakika, Bill," dedi George/Nort. "Aklıma bir fikir geldi. Önce senin için çizeyim. Cebimde tükenmez kalem var."

"Bos ver," dedi Lennie/Bill. Usturayı kaldırdı. Callahan jilet keskinliği^ deki usturanın heyecan yüzünden titrediğini bir anlığına gördü ve sonra alet görüş alanından çıktı. Soğuk bir şey kaşının üzerinden geçti, peşinde alevler. den bir iz bıraktı ve Sherlock Holmes gelmedi. Gözünün içine kan doldu ve görüşünü engelledi. James Bond, Perry Mason, Travis Mcgee, Hercule Poirot ve Bayan Kahrolası Marple da gelmedi.

Barlow'un uzun, beyaz yüzü gözlerinin önünde belirdi. Vampirin saçları başının etrafında uçuşuyordu. Barlow, ona doğru uzandı. "Gel, imansız rahip," diyordu. "Gel ve gerçek bir dini tanı." Vampir annesinin hediye ettiği haçı kırarken çıkan çıtırtıları duydu.

"Ah, seni kahrolası salak," diye inledi George/Nort. "O bir gamalı haç değil, bildiğin lanet olasıca alelade bir haç! Ver onu bana.1"

"Dur Nort, bana bir şans ver! Daha bitirmedim!"

Hayaları zonklar, kınk çenesi ağrır, alnından akan kanı görüşünü perdelerken iki adam önünde çocuklar gibi kavga ediyordu. Yetmişli yıllarda yapılan, Tanrı'nın varlığına dair onca tartışmayı hatırladı. Şu halini bir gören olsa hâlâ şüphe duyar mıydı acaba? Nasıl duyabilirdi?

Ve bu sırada süvariler geldi.


9

"Tam olarak ne demek istiyorsun?" diye sordu Roland. "Bu bölümü çok iyi anlamak istiyorum, peder."

Hâlâ verandadaki masanın etrafında oturuyorlardı ama yemek faslı bitmiş, güneş batmış ve Rosalita fenerler getirmişti. Callahan o sırada hikâyesine ara verip onu birlikte oturmaya davet etmiş, kadın da bir sandalyeye ilişmişti. Paravanların ardındaki karanlık avludan, ışığa aç böceklerin sesleri geliyordu.

Jake, Silahşor'un aklındakine dokundu. Sonra tüm bu gizlilikten bıktı ve sabırsızlanarak soruyu kendi sordu. "Süvariler biz miydik, peder?"

Roland önce şok içinde ona baktı. Sonra, duydukları hoşuna gitmiş göründü. Callahan ise sadece şaşırmıştı.

"Hayır," dedi. "Sanmıyorum."

"Onları görmedin, değil mi?" diye sordu Roland. "Seni kurtaranları hiç görmedin."

"Hitler Kardeşler'in bir el feneri olduğunu söylemiştim," dedi Callahan. "Ama diğerleri, süvariler..."


10

Her kimseler, projektörleri vardı. Çamaşırhaneyi ucuz fotoğraf makinesinin flaşından çok daha güçlü bir ışıkla doldurdu ve ışık bu kez sabitti. George/Nort ve Lennie/Bill ellerini gözlerine siper etti. Elleri bantlı olmasaydı Callahan da aynısını yapacaktı.

"Nort, tabancayı bırak! Bill, sen de usturayı!" Parlak ışığın gerisinden gelen ses korkutucuydu çünkü sahibi korkuyordu. Her an her şeyi yapabilecek birinin sesiydi. "Beşe kadar sayıp ikinizi de layık olduğunuz gibi vuracağım." Sonra saymaya başladı ama yavaşça değil, panik içinde sayıyordu. "Bi-rikiüçdört..." Sesin sahibi ateş etmeyi, şu formaliteleri bir an önce sonlandır-mayı istiyor gibiydi. George/Nort ve Lennie/Bill'nin seçeneklerini gözden geçirecek zamanı yoktu. Tabancayı ve usturayı yere attılar. Tabanca, tozlu zemine çarptığı an ateş aldı ve kulakları çınlatan bir patlama sesi duyuldu. Callahan'ın kurşunun nereye gittiğine dair en ufak fikri bile yoktu. Vücuduna saplanmış bile olabilirdi. Kurşun yemiş olsa hisseder miydi? Emin değildi.

"Ateş etme, ateş etme!" diye haykırdı Lennie/Bill. "Yapmayacağız, yapmayacağız, yapmayacağız..." Ne yapmayacaklardı? Lennie/BiU'in bir fikri yok gibiydi.

"Ellerinizi kaldınnF' Bir başka sesti ama önceki gibi göz kamaştıran Parlak ışığın gerisinden gelmişti. "Haydi, kaldırın sizi hanım evlatları!"

Ellerini kaldırdılar.

"Şimdi soyunun," dedi ilk ses. Bunlar çok iyi adamlar olabilirdi ve Callahan, onları Noel kartları göndereceği kişilerin arasına memnuniyetle katardı ama daha önce böyle bir şey yapmadıkları çok belliydi. "Ayakkabılarınızı çıkarın! Pantolonlarınızı da! Hemen! Şimdi!"

"Neler olu..." diye başladı George/Nort. "Sizpolis misiniz? Polisseniz bize kahrolası haklarımızı okumak zorundasınız..."

Göz alıcı ışığın gerisinde bir silah ateşlendi. Callahan kızıl alevi görebilmişti. Muhtemelen o da bir tabancaydı, ama Hitler Kardeşler'in .32'liği onun yanında şahinin yanındaki sinekkuşu gibi kalıyordu. Çıkan ses gök gürültüsü gibiydi. Hemen ardından dökülen sıvaların sesi duyuldu ve bayat toz kokusu havayı sardı. George/Nort ve Lennie/Bill aynı anda çığlık attı. Callahan kurtarıcılarından birinin (muhtemelen ateş etmeyen) de çığlık attığını duyar gibi oldu.

"Ayakkabılarınızı ve pantolonlarınızı çıkarın! Hemen! Şimdi! Ben otuza sayana dek çıkarmış olun yoksa ölürsünüz. Birikiüçdörtbeş..."

O kadar hızlı sayıyordu ki itiraz bir tarafa, düşünmeye bile fırsat kalmamıştı. George/Nort yere oturacak oldu. "Oturursan ölürsün," dedi İki Numaralı Ses.

Bunun üzerine Hitler Kardeşler sırt çantası, fotoğraf makinesi ve el fenerinin etrafında sekerek üzerindekileri çıkarmaya başladı. Bir Numaralı Ses bu arada son sürat saymaya devam ediyordu. Ayakkabılar çıktı ve pantolonlar indirildi. George'un üzerinde paçalı don, Lennie'de ise lekeli bir slip vardı. Lennie'nin bacaklarının arasındaki kabarıklık yok olmuştu. Herhalde gecenin kalanında izin yapmaya karar vermişti.

"Şimdi dışarı çıkın," dedi Bir Numaralı Ses.

George ışığa döndü. Yankees eşofman üstü, neredeyse dizlerine kadar inen iç çamaşırının üzerine sarkmıştı. Bel çantasını çıkarmamıştı. Bacaktan oldukça kaslıydı ama titredikleri görülebiliyordu. Yüzünde aniden korku dolu bir idrak ifadesi belirdi.

"Dinleyin çocuklar," dedi. "Bu herifin işini bitirmeden gidersek bizi öldürürler. Bunlar çok kötü..."

"Ben ona kadar saymadan oradan çıkmazsanız ölümünüz benim elimin olacak," dedi Bir Numaralı Ses.

Sonra İki Numaralı Ses histerik bir küçümsemeyle ekledi. "Gai cocknif en yom, sizi korkak orospu çocukları! Orada kalın ve ölün, kimin umurunda?"

Callahan bu sözü başlarını şaşkınca sallayan bir düzine Yahudi'ye tekrarladıktan sonra Topeka'da yaşlı bir adamdan anlamını öğrenecekti. Gai cocknif en yom, git de okyanusa sıç anlamına geliyordu.

Bir Numaralı Ses, tekrar saymaya başladı. "Birikiüçdört..."

George/Nort ve Lennie/Bill birbirlerine çizgi filmlerdeki karakterler gibi kararsızca baktıktan sonra kapıya atıldı. Parlak ışık da onları takip ediyordu. Dışarı çıktılar ve yok oldular.

"Peşlerinden git," dedi Bir Numaralı Ses boğuk sesle yanındakine. "Geri dönmeye kalkarlarsa..."

"Tamam, tamam," dedi İki Numaralı Ses ve uzaklaştı.

Parlak ışık bir tık sesiyle yok oldu. "Yüzüstü dön," dedi Bir Numaralı Ses.

Callahan, ona bunu yapabileceğini sanmadığını, hayaları birer demlik kadar büyümüş gibi hissettiğini söylemek istedi, ama çene kemiği kırıldığı için ağzından sadece anlamsız bir hırıltı çıktı. Sol tarafına olabildiğince dönerek elinden geleni yaptı.

"Kıpırdama," dedi Bir Numaralı Ses. "Seni kesmek istemiyorum." Hayatını bu tür işler yaparak kazanan birinin sesine benzemiyordu. Callahan o haldeyken bile bunu anlayabilmişti. Adam çok sık nefesler alıyor, bazen tıkanır gibi oluyor, sonra tekrar düzeliyordu. Callahan, ona teşekkür etmek istedi. Bir polis, itfaiyeci veya cankurtaran için birinin hayatını kurtarmak halktan sıradan bir vatandaş için olduğundan farklıydı muhakkak. Onun kurtarıcısı da böyle biriydi. Her iki kurtarıcısı da. Ama nasıl olup da bu kadar hazırlıklı geldiklerini bilemiyordu. Hitler Kardeşler'in isimlerini nereden diyorlardı? Peki nerede beklemişlerdi? Caddeden mi gelmişlerdi yoksa baş-ton beri boş çamaşırhanede mi saklanıyorlardı? Callahan'ın bilmediği pek çok şey vardı. Aslında umurunda da değildi. Çünkü biri bu gece, biri bu gece, biri bu gece hayatını kurtarmıştı ve önemli olan da buydu. George ve Lennie işini bitirmek üzereydi ama süvariler bir John Wayne filminde olduğu gibi tam vaktinde yetişmişti.

Callahan'ın tek yapmak istediği, bu adama minnetini sunmaktı. Olmak istediği yer ise o serseriler İki Numaralı Ses'i atlatıp geri dönerek Bir Numaralı Ses'in heyecandan kalp krizi geçirmesine sebep olmadan, güvenlik içinde hastaneye giden bir ambulanstı. Tekrar konuşmayı denedi ama yine anlamsızca geveledi. Sarhoş konuşması, derdi Rowan buna. Söylediği şey, kulağa eşekkele gibi geliyordu.

Önce elleri, ardından ayakları serbest kaldı. Adam kalp krizi geçirmedi. Callahan tekrar sırtüstü döndüğünde tombul, beyaz bir elin usturayı kavradığını gördü. Yüzük parmağında, bir mühür yüzüğü vardı. Yüzüğün üzerinde bir açık kitap figürü olduğunu gördü. Hemen altında Ex Libris yazıyordu. Sonra parlak ışık tekrar yandı ve Callahan kolunu gözlerine kaldırdı. "Tanrım, ahbap, bunu neden yapıyorsun?" demek istedi ama ağzından çıkan, Aanrh, aah, annaaa oldu. Buna rağmen Bir Numaralı Ses söylediğini anlamış gibiydi.

"Sanırım bunun sebebi çok açık, yaralı dostum," dedi. "Bir gün karşılaşırsak onun ilk görüşmemiz olmasını istiyorum. Caddede karşılaşırsak beni tanımadan yanımdan geçmeni tercih ederim. Öylesi daha güvenli." Gıcırtılı ayak sesleri duyuldu. Işık uzaklaştı. "Caddenin karşısındaki telefon kulübesinden bir ambulans çağıracagiz..

"Hayır! Yapma! Ya geri gelirlerse?" Öylesine dehşete düşmüştü ki sözleri açık seçik duyulmuştu.

"Gözümüz üzerinde olacak," dedi Bir Numaralı Ses. Göğsündeki hırıltı hafiflemişti. Adam kontrolünü geri kazanıyordu. İyi. "Sanırım geri dönmeleri muhtemel, iriyan olan bir hayli sıkıntılı görünüyordu, ama Çinliler haklıysa, şimdi hayatından ben sorumluyum. Ve sorumluluğuma sahip çıkmak niyetindeyim. Geri dönecek olurlarsa onları vururum. Iskalamayacağımdan emin olabilirsin." Şekil duraksadı. O da iriyan sayılırdı. Cesur olduğuysa su götürmez bir gerçekti. "Bunlar Hitler Kardeşler'di, dostum. Kimden bahsettiğimi anlıyor musun?"

"Evet," diye fısıldadı Callahan. "Bana kim olduğunu söylemeyecek misin?”

"Bilmesen daha iyi," dedi Bay Ex Libris.

"Kim olduğumu biliyor musun?"

Bir tereddüt. Gıcırtılı ayak sesleri. Bay Ex Libris şimdi eski çamaşırhanenin kapısında duruyordu. "Hayır," dedi. Sonra ekledi. "Bir rahip. Önemi yok."

"Burada olduğumu nereden bildiniz?"

"Ambulansı bekle," dedi Bir Numaralı Ses. "Tek başına hareket etmeye kalkma. Çok kan kaybetmişsin. İç organlarında bir yaralanma da olabilir."

Sonra gitti. Callahan çamaşır suyu, deterjan ve hoş yumuşatıcı kokuları arasında yatmaya devam etti. Yıkayan siz de olsanız biz de, çamaşırlarınız temizlikte hep önde, diye düşündü. Hayaları zonkluyor ve sızlıyordu. Çenesi şişmiş, ağrıyordu. Eti şişerken yüzünün gerildiğini hissedebiliyordu. Orada öylece yatıp ambulansı, yani hayatı veya Hitler Kardeşler'i, yani ölümü bekledi. Hanımı veya kaplanı. Diana'nın hazinesini veya ölümcül yılanın ısırığını. Ve sonsuzluğa benzer bir süre sonra tozlu zeminde kırmızı ışığın yansımasını gördü ve bu sefer gelenin hanım olduğunu anladı. Bu kez hazineydi.

Bu kez gelen hayattı.


11

"Ve böylece," dedi Callahan. "Kendimi aynı gece, aynı hastanenin

577 numaralı odasında buldum."

Susannah, ona irileşmiş gözlerle baktı. "Ciddi misin?"

"Hem de çok ciddiyim," dedi Callahan. "Rowan Magruder öldü, ben
ölesiye dövüldüm ve beni aynı yatağa yatırdılar. Herhalde çarşafları ucu

ucuna değiştirebilmişlerdir. Hemşire gelip bana morfin vermeden önce yatağımda sessizce yatıp Magruder'ın kardeşinin gelip Hitler Kardeş-ler'in yarım bıraktığı işi tamamlayıp tamamlamayacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Ama böyle şeyler sizi neden şaşırtsın ki? Hikâyelerimizde çakışan pek çok tuhaf nokta var. Calla Bryn Sturgis ve soyadımın benzerliğini hiç düşünmediniz mi mesela?" "Elbette düşündük," dedi Eddie. "Sonra ne oldu?" diye sordu Roland.

Callahan sırıttı ve Silahşor, adamın yüzünün iki tarafı arasında hiza farkı olduğunu gördü. Evet, çenesi kırılmıştı gerçekten. "Hikâyeyi anlatanın en sevdiği soru budur, Roland. Ama sanırım biraz hızlanmam gerekecek yoksa bütün geceyi burada geçireceğiz. En önemli kısım, en çok duymak istediğiniz bölüm sonda zaten."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin