Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ


Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Milli Devriminde izlenen eğitim politikaları ülkemiz açısından çok önemliydi



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə5/14
tarix29.10.2017
ölçüsü0,87 Mb.
#19743
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Milli Devriminde izlenen eğitim politikaları ülkemiz açısından çok önemliydi.

1) YABANCI DİL ÖĞRENMENİN ÖNEMİ

Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Milli Devriminde izlenen eğitim politikaları ülkemiz açısından çok önemliydi. Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim ve öğretimde adeta fırtına gibi esti. Ancak büyük önderin ölümünden sonra gelen devlet yöneticileri bu eğitim politikasını terk ederek, taklitçi ve ezberci eğitim sistemini ön plana çıkardılar. Kuşkusuz bu taklitçiliği geniş bir bakış açısıyla değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu taklitçilik ve eğitim anlayışını cumhuriyetin temel kazanımlarına karşı gerçekleştirilen “karşı devrim” sınırları içerisinde görebiliriz.

Yabancı dil bilmenin yararları tartışılamayacak kadar çoktur. Kuşkusuz yabancı dil bilmek, bilgi ve düşünce alışverişi açısından çağımızın olmazsa olmazlarındandır. Yabancı dil bilmek demek; yeni ufuklar, yeni düşünceler demektir. Yabancı dil öğrenen bir insan, başka ülkelerin kültürleriyle iletişim kurar. Yabancı ülkelerin kültürlerinden alacağını alır, yine o kültürlere vereceğini verir. Çağdaş uygarlığın gereği olarak okullarımızda iyi düzeyde en az bir yabancı dil öğretmek zorundayız. Ancak ne yazık ki çağdaş öğretim yöntemlerini olumlu bir biçimde uygulayamadığımız gibi, yabancı dil öğrenimi ve nitelikli bir eğitimi gerçekleştirebilmiş de değiliz.

2) YABANCI DİLLE ÖĞRETİM NE DEMEKTİR?

Yabancı dille öğretim konusunu tartışmaya açarken bir konunun da altını çizmek durumundayız. Çünkü ülkemizde pek çok kavram kargaşası yaşandığı gibi bu konuda da bir kavram karmaşası yaşanmaktadır. Yabancı dille öğretim konusu tartışmaya açıldığı zaman; “Yabancı dil öğrenmeyelim mi?” sorusu ortalıkta dolaşmaya başlıyor. Karşı çıktığımız nokta asla ama asla yabancı dil öğrenilmesi konusu değildir. Elbette ki bilginin dönüşümü ve kültürel gelişimimiz için yabancı dil öğrenmek zorundayız. Buna hiçbir şekilde itirazımız yoktur ve olamaz. Yabancı dil öğrenmek başka şey yabancı dille öğretim yapmak ise çok farklı bir şeydir.

Yabancı dille öğretim; okullarda matematik, fizik, kimya gibi temel bilim dersleri ve de yüksek öğretimde bölüm derslerinin yabancı bir dilde anlatılması demektir. Yani örnek verecek olursak, bir Türk öğretmenin Türk öğrencisine İngilizce olarak matematik dersini anlatması demektir.

Konuyla ilgili merhum şairimiz ve yazarımız Attila İlhan’ın çok güzel ve açık bir biçimde ifade ettiği TRT’deki izlencesinde(program) yaptığı konuşmaya dönelim:



“Tartıştığımız konu, Türk öğrencileri, Türk aydınları yabancı dil öğrenmesin konusu değildir. Yabancı dil öğrenilmesine bir itirazımız yok. Hepimiz elbette yabancı dil öğrenmek zorundayız. Ben yabancı dil öğrenmeseydim birçok şeyi bilemeyecektim. Çünkü kitaplar Türkçeye çevrilmiyordu. Bu bakımdan yabancı dil öğrenmek ayrı bir şeydir. Yabancı dille öğretim yapmak çok farklı bir şeydir. Yabancı dille öğretim yaptığınız takdirde büyük ölçü de kitaplar yabancıdır. Yabancı kitaplar ise size kendini kabul ettirir. Bu kitaplar vasıtasıyla yabancı bir kültürün zararlı boyutları size aşılanır. Ve siz kendi ülkenize yabancılaşırsınız. “1

3) YABANCI DİLLE ÖĞRETİMİN YARATTIĞI SORUNLAR

Milli olmayan eğitim anlamına da gelen Yabancı Dille Öğretim sisteminin ülkemiz ve toplumumuz açısından yarattığı kısa ve uzun vadeli sorunlar mevcuttur. Bu sorunları maddeler halinde belirtme de fayda var:



a) Yabancı dille öğretim tek taraflı olduğu için ruhsuzdur, ezbercidir. Öğrenci sadece dinleyici, sınıflar sessiz ve öğretmen öğrenciye yabancıdır. Öğretmen ile öğrenci kavrama yönünden sorunlar çıkmaktadır.

b) Yabancı dille işlenen derste öğrencinin derse uyum sağlaması zordur. Çünkü bir öğrenci kendi anadilinde bile zor anladığı bir dersi tam olarak bilmediği bir dille öğrenmek durumunda kaldığı için dersi öğrenemez.

c) Yabancı dille öğretim, öğrencinin öğrenme isteğini, bilime ilgisini ve kendine güvenini yitirmesine; toplumsal düzeyde ise ulusuna, devletine, anadiline, ekinine olan güvenini ve bağlılığını yitirmesine yol açmaktadır.

ç) Yabancı dille öğretim ulusal kimliğimizden gittikçe uzaklaşan, düşünemeyen, kendini geliştirmekten yoksun, özenti, taklitçi bireyler yetiştirdiği gibi beyin göçünü körüklemekte ve Türkçenin gelişmesini engellemektedir.

d) Yabancı dilde okuma ve anlama hızı, anadile göre daha yavaştır. Yabancı dille öğretim görmekte olan öğrencilerde bu hız, anadiline göre 3–5, giderek 6–8 kat daha yavaş olabilmektedir. Bir öğrenci için bu yavaşlık, onun bütün öğrenme isteğini ortadan kaldıran bir işkence’ye dönüşebilmektedir.

e) Türk öğretmenin Türk öğrencilere, İngilizce konuşarak ders öğretmeye çalışması, sınıfı, gerçeküstü saçma bir kara güldürünün oynandığı bir tiyatroya dönüştürmektedir. Bu durumda, öğretmenin dersi anlatmadaki başarımı (performansı) da, öğrencinin anlamadaki başarımı da her birinin yeteneklerinin ancak bir bölümüyle gerçekleşebilir. Bu başarımın %70’er olması durumunda öğretimde toplam başarım yarıya, %50’şer olduğunda ise dörtte bire düşmektedir (0,5 x 0,5 = 0,25). Bu yüzden birçok okulda, İngilizce başlayan ders, yasak savar gibi bir süre yabancı dilde anlatıldıktan sonra, bir soru yüzünden ya da başka bir nedenle iletişim Türkçeye kayar kaymaz, bütün öğrencilerin “uyandıkları” gözlenmekte; ders, ancak o zaman başlamış olmaktadır.

f) Yabancı dille öğretim ile öğrenci öğrenmek istediği yabancı dili de tam anlamıyla öğrenememektedir. Üstünkörü olarak yabancı dil öğrenmektedir.

g) Matematik dersinde öğretebildiğimiz yabancı dil birikimi (örneğin sözcük sayısı), doğrudan yabancı dil dersinde öğretmemiz gerekenin 1/30’unu geçmemektedir. Çünkü yabancı dille öğretim, bir yabancı dil öğretme yöntemi değildir.

ğ) Bu öğrencilerimizden birçokları da yabancı dille öğretim düzeninde gördükleri baskı, kurslarla, özel öğretmenlerle günde 2-3 vardiya çalışma zorunluluğu nedeniyle oyun, spor, dinlenme, arkadaşlık ve toplumsal ilişkiye zaman bırakmayan bir yaşamın çıkmazında, ruhsal dengelerini yitirmekte, bunalımlar geçirmekte, yaşam boyu başarısızlıklara sürüklenmektedirler.

h) Yabancı dille öğretim uzun vadede Türkçenin yok olmasına neden olacaktır.

4) ANA DİLDE ÖĞRETİM NEDEN ÖNEMLİDİR?

Kişinin anadili dediğimiz dilin çok iyi öğrenilmesi, ileride bu kişinin öğrenmek istediği yabancı dilinde çok iyi öğrenilmesine olanak sağlar. Dilin düşünce ile sıkı bir bağı vardır. İnsanoğlu dünyaya geldiği günden itibaren doğasında olan merak içgüdüsünden kaynaklanan gerekçeler ile çevresinde olup bitenlere duyarlılık gösterir. İlk nefes alıştan itibaren çevresinde duyduğu, gördüğü, tattığı ve işittiği her şeyi belleğine kaydeder. Zamanla bunları öğrenir. Etrafındaki eylem ve duruşu işitselliği vasıtasıyla belleğine kodlar. Bu ilk kodlama insan için çok önemlidir. Bu kodlama gerçekleştikten sonra kişinin anadili oluşur. Kişi kavramlara ve eyleme artık anadilinde kodladığı sözcükler ile tepki verir ve bu dil ile düşünür. Daha sonraki yıllarda genellikle çok iyi düzeyde yabancı dil öğretilse bile kişi düşünmeyi yine anadili ile sağlar. Etrafından işittiği yabancı bir tepkiyi öğrendikten sonra bunu anlamak için beyninde bu kavramın karşılığını anadiline çevirir. Daha sonra anadili ile düşünür ve anlatacağı olayı yabancı dile çevirerek karşısındakine aktarır. Şu bilinmelidir ki “bir kişinin birden fazla anadili olamaz.” Anadilini iyi öğrenmeyen kişiler yabancı dili de iyi öğrenemezler.



5) YABANCI DİLLE ÖĞRETİMİN DÜNYADAKİ ÖRNEKLERİ

Yabancı dil öğrenmek, kuşkusuz her ülke için bilgi çağının gereklerindendir. Bu yüzden pek çok ülke yabancı dil öğrenimine önem vermiştir. Ancak uygar ve bağımsız olan uluslar “Yabancı Dille Öğretim” sistemini kendi ülkelerinde uygulamamaktadır. Uygar ve gelişen uluslar hiçbir şekilde anadillerinden vazgeçmemektedir. Bağımsız olan uluslar, yabancı dil öğrenimini en iyi biçimde gerçekleştirmek için öğrenim teknikleri geliştirmektedirler. Görsel ve işitsel yabancı dil öğrenim teknikleri ile çok iyi düzeyde yabancı dil öğrenmektedirler. Eğitimlerini de anadillerinde yapmaktadırlar.



Ülkesinde her alanda dilini koruyan ve eğitimini anadili ile yapan Çin gibi ülkelerin gelişmesi ortadadır. Amerikan şirketleri, Çin ile ticaretini geliştirmek için Çince bilen yöneticiler aramaktadır. Görüldüğü gibi bir ülkenin gelişmişliği ancak kendi benliğine ve diline sahip çıkması ile mümkündür. Hindistan bile sömürgelikten kurtulduktan sonra anadilde eğitime geçmeye başlamıştır. Hindistan’da eğitim sisteminde anadile geçiş ile büyük bir gelişme gerçekleşmiştir. Dünyada yabancı dille öğretim sistemini uygulayan ülkelerin tamamı sömürgeleşmiş ülkelerdir. Yabancı dil öğretimini en az bir evrenkentinde     (üniversitesinde) uygulayan ülkelerin listesini verelim:


Üniversitelerinden En Az Birinde Yalnız İngilizce Eğitim Yapılan Ülkeler :

Ülke

İngilizceyle Eğitim Yapan Bilimkent (Üniversite) Sayısı / Toplam Bilimkent  Sayısı

 

Bilimkentlerde İngilizceyle Eğitim Gören Öğrenci Sayısı ile Yüzdesi

Nijerya

24 / 24

 

40.000 , %100

Kenya

5 / 5

 

40.000 , %100

Etiyopya

2 / 2

 

21.000 , %100

Gana

3 / 4

 

19.000 , % 99

Uganda

2 / 3

 

6.900 , % 97

Tanzanya

2 / 3

 

4.300 , % 53

Filipinler

23 / 55

 

230.000 , % 36

Hindistan

33 / 140

 

1.200.000 , % 19

Arnavutluk

1 / 4

 

1.700 , % 12

Pakistan

11 / 21

 

30.000 , % 11

Mısır

2 / 13

 

40.000 , % 5

Sudan

2 / 8

 

2.200 , % 4

Bangladeş

1 / 9

 

1.300 , % 2

Bulgaristan

2 / 17

 

2.900 , % 2

Macaristan

1 / 20

 

450 , % 0,4

Buradan çıkarmamız gereken sonuç ise, anadilin bilimsel gelişimde ne kadar önemli olduğudur. Büyük hızlanmalar yaşayan uluslar kendi benliklerine ve dillerine sahip çıkarak önemli aşamalar kaydetmekteler.

6) YABANCI DİL NASIL ÖĞRENİLEBİLİR?

Yabancı dil öğretimi tüm uygar uluslarda olduğu gibi, yabancı dil dersleri ile yapılmalıdır. Yabancı dil öğreniminde görsel ve işitsel öğrenme teknikleri ile yabancı dil öğrenilmelidir. Bu yöntemi baskıcı bir unsur olarak uygulamayan ve ilköğretimden itibaren ulusun varlığına korumak içgüdüsü gereği yurttaşlarına eğitim sisteminde ulusal çıkarımların gerekliliğini anlatan uluslar yabancı dil öğrenimde de başarılı olmaktadır. Buradan şunu çıkarmalıyız ki, sorun yabancı dil öğretim tekniğinin yetersiz olduğunda değil, yabancı dil öğreniminin gerekli olduğunu öğrencilerine aşılayamayan milli eğitim sistemindedir.



7) SONUÇ

Yabancı dille öğretimin uzun vadede toplumları büyük zararlara ve bozulmalara uğrattığını tarih bize söylüyor. Avrupa kavimlerinden birisi olan “Kelt kavminin” Romalılar tarafından tarih sahnesinden silinmesinde yabancı dille öğretim yönteminin etkisi olmuştur. Keltler, yabancı dil öğretim sistemi ile önce aşağılık duygusuna kapılmış ve sonrasında benliklerini yitirmişlerdir.

Dünya’da sömürge olmayan hiçbir ulusun uygulamadığı bu sistemle milletimiz büyük bir tehdit altındadır. Bu yüzden bir an önce bu sistemi terk ederek; yeniden tam bağımsız, başı dik ve onurlu bir Türkiye’nin oluşmasına katkı sağlayarak, bu topraklarda mutlu bireylerin toplumunu oluşturmalıyız. (Cumartesi, 15 Eylül 2007)

Türkçe Yaşam Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Engin TAŞKIN 15 Eylül 2007

------------



Türkçe'nin Sorunları
Prof Dr Şükrü Hâluk AKALIN

Ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında konuşulan gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken Türkçe vardı.

Türkçe en geniş coğrafya parçasında konuşuluyor diyoruz; çünkü bugün artık Türk dili sadece Anadolu’da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya giden vatandaşlarımız sayesinde dünyanın dört bucağında konuşuluyor. Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak Doğu’ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor. Bütün bu kollara Türk dili ailesi adını veriyoruz.

Türkçe, bugün Türk dil ailesinin en fazla konuşucuya sahip kollarından biridir. Yaklaşık 70 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan ve yazılan dillerdendir. 1980’lerin ortalarında UNESCO hazırladığı bir raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Hiç kuşkusuz, bu raporu hazırlayanlar Türk dilinin bütün kollarını, yani dil ve lehçelerini, bir bütün olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardı. Kesin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmasa da Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan 200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi. Böylece Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum gerçeği değiştiremez. Yaklaşık 12 milyon km2 lik bir alanda, Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı dili olarak kullanılmaktadı r. Bunlar içerisinde Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlarına karşılık; kültür, sanat, edebiyat ve bilim dilidir.

Herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa; Türkçe bir kültür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiğ i ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe, bir bilim dilidir. Türkçenin bilim dili olmadığı, olamayacağı konusundaki sözler bir iddiadan öte gidemez.

Türkçe gelişmiş bir dildir diyoruz; çünkü Türkçenin söz varlığı bugün 75.000’e ulaştı. Türk Dil Kurumunun 1945’te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük’te 20.000 civarında söz vardı. 1998’de çıkan Türkçe Sözlük’te ise 75.000 söz var.

Türkçe, kavramlar yönünden son derece zengindir:Akrabalı k ilişkilerimize verdiğimiz önemin sonucu akrabalık ile ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde bırakınız baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız, renklerin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını verecek şekilde zengindir: Yavru ağzı, gül kurusu, gök mavisi...

Peki bu zengin söz varlığından yararlanabiliyor muyuz ?

Yararlandığımız söylenemez...

Türkçe Sözlük’ün son baskısında madde başı olarak 75.000 söz var dedim. Ne yazık ki bu söz varlığından yeterince yararlanmıyoruz. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına göre olacaktır. Ama kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla beş yüz altı yüz sözle, haber programları, hatta diziler çekiliyor.

Sözlük kullanma alışkanlığımız da tam olarak gelişmemiş. Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum, yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi gözaltına almak ile gözlem altına almak sözleri yerli yerinde kullanılamıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor. Sözleri yerli yerinde bilerek kullanmak gerekir, anlamı bilinmeyen sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalı. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden de yararlanılarak düzenlenmelidir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığımıza büyük görevler düşmektedir.

Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanıyor muyuz?

Ne yazık ki bu soru için de evet diyemeyeceğim. ..

Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna sık rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün doğru söyleyişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlar. Dilimizde karşılığı olmayan sözleri de kullanırken Türkçede kabul görmüş ve yaygınlaşmış şekilleriyle kullanmalıyız: hâkem değil hakem; râkip değil rakip demeliyiz. Bu yanlışları radyo televizyon sunucuları yapınca yanlışlar hızla yayılıyor.

Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 1998 yılında yapılan 9. baskısında bu tür sözlerin söylenişi de verilmiştir. Uzun söylenmesi gereken ünlüler, ince söylenmesi gereken ünlüler belirtilmiştir. Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük görev düşüyor. Sunucular ve spikerler, sözleri doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır. Özel radyo ve televizyonları n yayına başladığı ilk günlerdeki görüntü yavaş yavaş kayboluyor. Artık, spikerler ve sunucular daha özenli konuşuyorlar. Yanlışlardan kaçınıyorlar. Ancak, bu demek değildir ki kitle iletişim araçlarında Türkçe tamamen yanlışsız kullanılıyor. Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davrananlar çoğalmaya başladı. Önemli olan bu duyarlılığın, bu bilincin uyanmasıdır.

Günümüz Türkçesinin en önemli sorunu, yabancı dillerin, özellikle de İngilizcenin, Türkçeyi olumsuz olarak etkilemesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başlamıştı. Türkiye’de İngilizce ile öğretime başlandığı 1950’lerde Anglo-Sakson kültürünün yoğun etkisi de kendisini hissettirdi. İngilizce sadece Türkçeyi değil, başka dilleri de etkiliyordu. Fransızlar dillerini korumak amacıyla yasa bile çıkardılar. Yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Çocuklarımıza yabancı dil öğretelim. Hatta çocuklarımız bir değil birkaç yabancı dil bilsinler. Ama yabancı dille öğretim, yanlış bir yol. Yabancı dili yabancı dil dersinde öğretelim. Matematiği, fiziği, kimyayı gençlerimiz ana dillerinde Türkçe olarak öğrensin. İngiliz-Amerikan kültürünün etkisi sadece dilde değil, pek çok alanda kendisini gösterdi. Beslenme alışkanlıklarımızdan, giyime, müziğe kadar pek çok alanda bir etkilenme söz konusu. Ancak, en fazla dikkati çeken de dildeki etkilenme oluyor. Dilimizi olduğu kadar, diğer ulusal değerlerimizi de yaşatmak zorundayız.

Özenti ile dilimize yabancı sözlerin girişi de arttı. Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözleri kullanmak özentiden başka bir şey değildir. Dilimizde karşılığı bulunmayan sözler için de karşılık türetmek gerekir. Türk Dil Kurumu öteden beri bu çalışmayı yürütüyor. Bugün kullandığımız pek çok sözü bu çalışmalara borçluyuz.

Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken The Marmara demek, Türkçenin söz dizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor. Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getirdi: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu vb... Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı, hatta bu sözlerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılması de je olarak değil, İngilizcedeki biçimiyle söylendi: dicey), videojokey (ve je değil, vicey biçiminde söylendi), fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak... Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu.

Bu olumsuz duruma karşılık, daha önce söylediğim gibi toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.

Dilimizin zenginleştirilmesi konusunda Türk Dil Kurumu geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi yapacaktır. Dilimize girmekte olan yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar bulunması, Türkçeyi geliştiren ve zenginleştiren çalışmalardan biridir. Kültürler arası ilişkiler dillerin birbirlerinden etkilenmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mesafelerin ortadan kalktığı toplumların birbirine yakınlaştığı çağımızda, bu etkilenme daha büyük boyutlarda olmaktadır. Bu kelimelere Türkçenin kaynaklarından yararlanılarak karşılıklar bulmak ve Türkçe kökenli sözleri kullanmak, bir yandan dilimizin gelişmesine katkıda bulunulurken diğer yandan da teknolojiden, bilimden, ana dilimiz aracılığıyla yararlanmamız sağlanmaktadır.

Türk Dil Kurumu olarak , Atatürk’ün "Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. " sözünü kendimize ilke edinerek, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma mücadelesini veriyoruz. Türk Dil Kurumu olarak, öteden beri yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar buluyor, bu karşılıkları Türk Dili dergisinde yayımlıyoruz. Bu karşılıklara birkaç örnek vermek istiyorum: Anchorman karşılığında ana haber sunucusu; arboretum karşılığında ağaç parkı; viyadük için köprü yol; eskort için koruma aracı; fac-similé için belgegeçer, onun kısaltılmış şekli olan faks için ise belgeç; reyting için değerlen-dirme; rantiye için getirimci; avans karşılığında öndelik; boarding card için uçuş kartı vb...

Bu sözler kitap haline de getirilmiştir. Yabancı Kelimelere Karşılıklar adındaki kitabın birinci cildi 1995’te, ikinci cildi ise 1998’de yayımlandı. Bu kitapların yayımlanmasından sonra önerilen karşılıklarla birlikte yeni baskısı önümüzdeki ay içerisinde yapılacaktır. Ancak önemli olan, bu sözlerin kamuoyunca benimsenmesi, dilimizin söz varlığı içerisine girmesidir. Burada topluma, özellikle aydın kesime, sanatçılara, yazarlara düşen görevler var. Türk Dil Kurumunun yabancı kaynaklı sözlere bulduğu karşılıkları yazarlarımız sanatçılarımız, sunucularımız benimser ve kullanırsa, bu sözler toplumda hızla yaygınlaşacaktı r. Toplumun benimsediği bir söz artık dilin malı olmuş demektir.

Çalışmalarımız, terimlerin Türkçeleşmesini de içermektedir. Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir. Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır. Türk Dil Kurumu olarak mühendislik bilim dallarındaki terimlerin Türkçeleştirilmesi ve bütün mühendislik fakültelerinde ortak terimlerle öğretim yapılması konusunda Mühendislik Dekanları Konseyi ile iş birliği içerisinde çalışma yapmaya da başladık. Bu amaçla 26 Nisan 2002 günü Türk Dil Kurumunda düzenlediğimiz Mühendislik Terimleri Bilgi Şölenine üniversitelerimizden yüze yakın bilim adamı tartışmacı olarak katıldı. Bu toplantının sonucunda çalışma grupları oluşturuldu. Her bilim dalında bu tür çalışmalar yapılması, Türkçeyi bilim dili olarak daha da geliştirecektir.

Türkçedeki yabancı ögelerin artmasından, kitle iletişim araçlarında Türkçenin bozuk ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılmasından bizler de rahatsızız. Aslında aklı başında herkes, Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsız.

Dildeki yabancılaşmanın bir başka boyutu, iş yerlerine yabancı adlar verilmesi. Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı ve sokaklarımızın, caddelerimizin görüntülerini bozdu. Sokaklarımız bize tanıdık gelmiyor artık... Büyük alış veriş merkezlerinin, büyük mağazaların yabancı adlar kullanmasından sonra mahalle bakkalının, mahalle kasabının da bu akıma kapılarak iş yerine yabancı adlar vermesi, bana kendisini ördek sanarak göle dalan civciv masalını anımsattı. Rainbow Kasabı, Groseri Market, Coiffeur Angle gibi sizin de sokaklarımızda, caddelerimizde göreceğiniz yüzlerce ad, yabancılaşmanın, kendini inkârın örnekleridir. Bir kasabın dükkânına rainbow adını vermesi kadar gülünç, gülünç olduğu kadar da düşündürücü, kahredici başka bir şey yoktur. Bunlar yabancı firmaların temsilciliğini yapanlar, bayii olanlar değildir. Ancak, bu akımın özellikle yabancı firmaların temsilcilikleriyle başladığını da belirtmem gerekir. Son zamanlarda Türkçe veya Türkçeleşmiş adlar iş yerlerinde kullanılırken gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Eskidji, Laila, Wishne Bar, Neshe, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi... gibi iş yeri adları, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu anımsatıyor. Böyle bir şey olabilir mi ? Bunları hangi düşünce ile yapıyorlar anlamak mümkün değil. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka bir şey değildir. Alfabemizdeki Ş, Ç harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Bu iş yerleri Atatürk'ün Yazı Devrimine ve 1353 sayılı Alfabe Yasasına aykırı hareket etmektedirler. Atatürk’ün Yazı Devrimine saygısızlık olarak adlandırılması gereken bu davranışı yapanlar uyarılmalıdır. Ülkemizin mağazalarının, kuruluşlarının adlarının Türkçe olması ve Türk alfabesiyle yazılması esas olmalıdır.

Bunları önlemenin yolu, öncelikle toplumda Türkçe bilincinin uyandırılmasından geçmektedir. Ancak, özellikle iş yeri adlarındaki yabancılaşma karşısında yerel yönetimler etkili olabilir. İş yeri açılışı için ruhsat başvurusu sırasında, iş yerine yabancı ad vermek isteyenlere belediyeler izin vermeyebilir. Türk Dil Kurumu olarak, bu konuda daha kalıcı ve etkili bir yasal düzenleme için girişimde de bulunduk.

Dilin söz varlığının zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle, gelişme, zenginleşme yaşanır.

Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiğ i gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Bu yapılmadığı takdirde yabancı sözler, yabancı terimler dile girer. Dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması da gereklidir. Birer özenti alıntısı niteliğinde olan show, konsensus, transformasyon, efor gibi sözler Türkçede karşılıkları olmasına rağmen kullanılmaktadı r. Öncelikle bu özenti alıntılarının ayıklanması gerekir. Geçmişte de Türkçeye Arapçadan, Farsçadan özenti alıntıları girmişti: Türkçede güneş varken Arapçadan şems, Farsçadan hurşid, afitab sözlerinin girmesi gibi. Üstelik bazı alıntı sözler, dildeki birkaç sözün yerine kullanılmakta, dilde yoksullaşmaya yol açılmaktadır. Türkçede değişim, dönüşüm, kabuk değiştirme gibi ince anlam özelliklerine sahip sözlerimiz varken bunların yerine kullanılan tranformasyon dilde yabancılaşmanın yanı sıra söz varlığında yoksullaşmaya da yol açıyor. Üstelik bu sözü kimileri transformeyşın, kimileri de transformasyon diye söyleyerek ayrılıklar da yaratıyorlar.



Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin